Geride bıraktığımız 2017 yılı, bilimkurgu sineması açısından zengin sayılabilecek bir yıldı. Senenin son bilimkurgusu olma özelliği taşıyan Star Wars: The Last Jedi, The Force Awakens’a kıyasla daha olumlu tepkiler aldı. Gravity ve Alien atmosferini birleştiren sürpriz sonlu Life, üçlemeye muhteşem bir final yapan War For The Planet Of The Apes ve ilkinin ihtişamından geri kalmayan Blade Runner 2049, geçtiğimiz yılın en beğenilen bilimkurgu yapımları oldu.
Bir koloni gemisinin yolculuk sırasında maruz kaldığı tehlikeyi anlatan The Passengers, potansiyelini doğru kullanamamış, kaçırılmış bir fırsat olarak hafızalardaki yerini aldı. Prometheus ile Alien evrenini farklı bir yöne eviren Ridley Scott, Alien: Covenant ile seyircisini gene ikiye böldü. Başarılı görsel efektlerine rağmen, şimdiye kadar karşılaştığımız en büyük King Kong bile Skull Island’ı gişede batmaktan kurtaramadı. Transformers: The Last Knight, gene sıradan (2018’de spin-off projesi geliyor) bir devam yapımıydı. Büyük umutlar beslenen ve Luc Besson’un geri dönüş projesi Valerian And The City Of A Thousand Planets, maalesef istenileni veremedi. Anime uyarlaması Ghost In The Shell, görsel anlamda etkileyici ama ruh yönünden eksik bir yapımdı.
2018, bir önceki yıla göre daha zengin bir içeriğe sahip olacak. Yeni Cloverfield yapımı, gerilimi uzaya taşıyıp, önceki filmlerde merak edilen soruları gün ışığına çıkaracak. Natalie Portman, Annihilation ile psikolojik ve gerilim yüklü bir savaş verecek. Steven Spielberg, sanal gerçeklik teknolojisini konu edindiği Ready Player One ile sürpriz yumurta niteliğinde bir işe imza atacak. Ani yönetmen değişikliği kararı ile yapım süreci ilginç bir hal alan Solo: A Star Wars Story, Mayıs olarak öngörülen gösterim tarihini yıl sonuna alabilir. Gelin hep birlikte yeni yılda gelecek olan bilimkurgu yapımlarına bir göz atalım.
Arif v 216
Ömer Faruk Sorak ve Cem Yılmaz işbirliği ile 2004’te görücüye çıkan G.O.R.A, büyük bir gişe başarısı sergilemişti. Devam niteliğinde olan A.R.O.G (2008), orijinal yapımın gölgesinde kalmıştı; Cem Yılmaz ve Ali Taner Baltacı ortak yönetimindeki yapım, ortalama bir iş olarak hafızalardaki yerini aldı. Üçlemenin son halkası olacak Arif v 216’da ünlü komedyen, bu kez yönetmen Kıvanç Baruönü ile beyazperdede boy gösterecek. Yılmaz, yalnızca ikinci yapımda ortak yönetmen olarak yer almış olup, serinin tüm senaryosuna imza atmıştır.
Antalya’da tüccarlık yapan Arif, uzaylılar tarafından kaçırılıp, G.O.R.A gezegenine tutsak olarak götürülmüştü. Gezegeni, The Fifth Element’teki (1997) gibi, yaklaşmakta olan büyük bir cisimden kurtaracağı süreçte, gene bir tutsak olan ve kod adı 216 (Ozan Güven) olan robotla da yakın dostluk kurmuştu. 216, yıllar sonra kadim dostu Arif’i tekrar görme umuduyla Dünya’ya ziyaret gerçekleştirir. Bulunduğu bölgeye iniş yapan uzay aracında eski dostuyla karşılaşan Arif’i, birlikte 70’li yılları ziyaret edecekleri bir macera beklemektedir.
Merakla beklenen bu yeni projede oyuncu kadrosunda Cem Yılmaz ve Ozan Güven haricinde Farah Zeynep Abdullah, Seda Bakan, Mert Fırat ve Çağlar Çorumcu dikkat çekiyor. Ayrıca Özkan Uğur, Zafer Algöz ve Özge Özberk, G.O.R.A’dan sonra tekrar Cem Yılmaz ile çalışıyorlar. Zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çeken bilimkurgu parodisi, bakalım yeni yılın ilk ayında nasıl bir performans sergileyecek?
Maze Runner: The Death Cure
James Dashner’in bilimkurgu kitap dizisinden uyarlanan The Death Cure, üçlemenin son halkası. Dashner, The Kill Order (2012) ve The Fever Code (2016) ile The Maze Runner’ın öncesini anlatan iki kitap da yayımladı. Şimdilik bu son iki kitabın beyazperdeye aktarılacağına dair bir bilgi yok. Eğer üçlemenin son halkası gişede beklenenden öte bir performans sergilerse işin rengi değişebilir. The Maze Runner, Veronica Roth’un Divergent’i ve Suzanne Collins’in The Hunger Games’i gibi, gençlere yönelik yazılan ve uyarlanan bir serinin parçasıdır. Benzer olarak; bir üçleme olarak planlanan Rick Yancey’nin The 5th Wave kitaplarının ilk halkası 2016’da gişede büyük hüsran yaşadı ve devam şansını kaybetti.
The Maze Runner (2016) ve Maze Runner: The Scorch Trials (2015) ile gişede istikrarlı bir tablo sergileyen roman uyarlamalarının son halkası, Thomas’ın ‘Flare’ adı verilen ölümcül bir hastalığın tedavisini bulma sürecinde atandığı göreve odaklanıyor. Thomas ve arkadaşları, isyancı grup Right Hand’in üyesi Teresa’nın (Kaya Scodelario) ihaneti sonucu kendilerini bir kez daha eli kanlı organisazyon W.I.C.K.E.D’a karşı tekrar mücadele ederken bulmuşlardı. Mücadele sırasında Minho (Ki Hong Lee), organizasyon tarafından yakalanmıştı. Thomas ve arkadaşları, Minho’yu kurtarmak için bir kez daha hayatlarını riske atmak durumunda kalırlar.
Serinin şimdilik son yapımında yönetmen koltuğunda gene Wes Ball yer alıyor. İlk yapımda, hapsoldukları yerden kurtulmaları için tehlikenin kol gezdiği devasa labirentten geçmesi gereken Thomas ve beraberindekileri artık isyancı kimlikleri ile ön plandalar. Yapım, önceki iki filmi seven ve bilimkurgu hayranlarına hitap ediyor. Yönetmen değişikliğine giden yeni Jurassic World filminde bu kez dinozorlar tehlike altında olacak.
Extinction
Peter (Michael Pena), ailesini kaybettiğine dair tekrarlanan rüyalar görmektedir. Bu yakasını bırakmayan kâbuslar, gezegenin bir gün dünya dışı bir güç tarafında istila tehdidi ile karşı karşıya kaldığında gerçek olur. Ailesini korumak için yabancı tehdide karşı savaştığı sırada Peter, ailesinin bilinmeyen bir güç tarafından korunmaya başlandığını fark eder. Yoksa sürekli görmüş olduğu bu kâbusların bu gizemli güç ile bir bağlantısı mı vardır?
İkinci uzun metrajı ile görücüye çıkacak olan Ben Young, Hounds of Love (2016) yapımıyla suç ve gerilim sinemasına adım atmıştı. Bilimkurgu/gerilim türünde olacak yeni yapımında, deneyimli oyuncular Lizzy Caplan ve Michael Pena yer alıyor. 2016’nın en başarılı yapımlarından biri olan Arrival’ın senaryosuna imza atan Eric Heisserer’in, yapımın senarist kadrosunda bulunuyor olması umut katsayısını yükseltiyor. Arrival, Ted Chiang’in Story Of You Life ismindeki kısa hikâyesinden uyarlanan bir senaryoydu. Heisserer’in, bir uyarlama olmayan yeni senaryosu merakla bekliyoruz.
The Cloverfield Paradox
2008 yapımı Cloverfield, klasik canavar filmlerini Found Footage (Buluntu Film) türü ile buluşturmuştu. O zamana dek birçok buluntu film ile kafası çoktan dönen izleyici, bu yapımdan memnun ayrılmıştı. Canavar saldırısına New York’ta katıldıkları bir apartman partisinde yakalanan bir grup genç, yaşamlarını kurtarmak için çaresizce kaçışırlarken, olan bitenleri de kameraya almaktaydılar. Yönetmen koltuğundaki Matt Reeves’in doğru hamleleri, yapımın başarılı bir bulutu film olmasını sağlamaıştı.
Yapım süreci hakkında son ana kadar bilgi verilmeyen 10 Cloverfield Lane’ı (2016) açıkçası kimse beklemiyordu. Nişanlısından yeni ayrılan Michelle (Mary Elizabeth Winstead), bir akşam yolda trafik kazası geçirir. Kendini tanımadığı iki kişi ile birlikte bir yeraltı sığınağında bulan Michelle’nin gerilimli öyküsünde Howard (John Goodman), ona Dünya’nın ciddi bir tehlike altına girdiğini ve dışarı çıkmanın çok tehlikeli olduğunu belirtir. Dışarıda havada süzülen biyomekanik varlıklar, atmosfere zehirli gazlar bırakıp, kendi yaşam alanlarını oluşturmaya çalışmaktadır.
The Cloverfield Paradox, Cloverfileld evrenini biraz daha genişletecek. Uzay istasyonunda yapılan parçacık hızlandırıcı deneyenin beklenilmeyen bir yönde ilerlemesi sonucunda astronotlar kendilerini farklı bir boyutta bulurlar. Korkutucu keşiflerinin ardından ekip, hayatta kalma savaşı vermeye başlayacaktır. J.J. Abrams yapımcılığında hayat bulan yapım, belli ki önceki filmlerde merak edilen soruları yanıtlayacak. Yeni yapımın yönetmenliğini Julius Onah üstleniyor ve yepyeni bir oyuncu kadrosu bizleri karşılıyor.
Annihilation
2014’te görücüye çıktığı Ex Machina ile sinema ve bilimkurgu meraklılarının hemen takibine aldığı Alex Garland, bu kez gizem unsurlarının ağırlıkta olduğu bir yapımla karşımızda olacak. Eşinden bir süredir haber alamayan biyoloğu canlandıran Natalie Portman, psikolog, antropolog ve araştırmacılardan oluşan grubuyla birlikte, hükümet tarafından karantinaya alınmış gizemli X-Bölgesi’ne doğru yolculuğa çıkar. Bölgeye daha önce birçok keşif grubunun gitmiş olduğunu fark eden biyolog, her grubun farklı doğaüstü olaylarla karşılaştığını öğrenir. Biyoloğun öncelikli amacı araziyi haritalamak, örnek toplamak ve sıra dışı olayları raporlamaktır. Bu arada eşine ne olduğuna dair kanıtları da elde etmeye çalışacaktır.
Alışık olmadığımız bir rolle karşımıza çıkacak olan Natalie Portman’ı yapımda, otomatik silah kullanırken de göreceğiz. Korku ve gerilim unsurlarının da bolca yer alacağı yapım, yeni yaşam formlarına ve fantastik olaylara da ev sahipliği yapıyor. Grup içi çatışmalar ve saklanan birtakım sırların ortaya çıkması, olayların seyrinin değişmesine neden olacaktır. Annihilation, 2018’in en iddialı yapımlarından biri oluşuyla dikkat çekiyor.
Pasific Rim: Uprising
Hellboy (2004) ve Pan’s Labyrinth (2006) gibi filmlerin başarılı yönetmeni Guillermo Del Toro, Pacific Rim (2013) ile kariyerinin en iyi işini gerçekleştirmedi; ama uzun zamandır özlediğimiz o robot savaşlarını tüm ihtişamıyla perdeye yansıttı. Büyük Okyanus’ta ortaya çıkan Kaiju adı verilen canavarlara karşı devasa Jaegers robotlarının mücadelelerine tanık oluyorduk. Dünya ülkelerinin birleşmesiyle üretilen, insan kontrolündeki Jeagers’ların zaferinin geçici olacağı final sahnesiyle verilmeye çalışılmıştı.
Devam projesi için bir süre finansal kaynak arayan Del Toro, Hideo Kojima ile bir oyun yapımı üzerinde çalışmaya başladığından ve The Shape Of Water (2017) film projesiyle aynı sıralar ilgilendiğinden, Pasific Rim Uprising’i Steven S. DeKnight’a emanet etti. Del Toro, devam yapımında yapımcı olarak yer aldı. Başrolde yeni Star Wars üçlemesiyle yıldızı parlayan John Boyega yer alıyor. Boyega, ilk filmde ölen General Stacker Pentecost’un (Idrıs Elba) oğlu Jake Pentecos rolünde.
Pentecos, yeniden hortlayan Kaiju tehdidine karşı başta rakibi Lambert (Scott Eastwood) ve on beş yaşındaki korsan Amara (Cailee Spaeny) olmak üzere; yeni jenerasyon Jeager pilotları ile birlikte Mako Mori’nin (Rinko Kikuchi) kapısına dayanırlar. Mori, eski bir Jeager pilotudur ve yeni takımın lideri durumunda olabilecek tek kişidir. Steven S. DeKnight, televizyonculuk geleneğinden gelen ve Daredevil, Dollhouse ve Angel dizilerinde çalışmış bir isim. Devam yapımının, ilkini aratmayacağından kuşku yok.
Ready Player One
Günümüz yapay zekâ, sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik çalışmalarının hayli ilerlediği tespitini yaparsak, Steven Spielberg’in bu teknolojileri konu edinen bir yapımla boy gösterecek olması hayli anlamlı. Ernie Cline’nin 2011 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanan yapım, sanal gerçekliğin neredeyse gerçek yaşamın yerini tuttuğu distopik bir dünya sunuyor. Sanal gerçeklik içeren sahnelerde, Back To The Future, Freddy Krueger, King Kong ve The Iron Giant gibi birçok keşfedilmeyi bekleyen referanslar var.
Şehrin adeta bir çöplüğü andıran bölgesinde yaşayan Wade Watts (Tye Sheridan), The Oasis adındaki sanal gerçeklik uygulaması ile gerçek yaşamda yapamadığı şeyleri ve en önemlisi, olmayı istediği kişilikleri canlandırabilmektedir. Uygulamanın milyarder kurucusu James Halliday (Mark Rylance), ölmeden önce oyuncularına bir kayıt bırakır. Kayıtta, The Oasis’te keşfedilmeyi bekleyen bir sürpriz yumurta olduğunu ve bulanın tüm servetine sahip olacağına dair açıklamada bulunur. Bunun aradığı fırsat olarak değerlendiren Watts, kendisini gerçek ve sanal dünyada Halliday’ın ardında bıraktığı hazineyi bulmaya adar.
Bir ara Daniel H. Wilson’un Robopocalypse romanıyla yoğun olarak ilgilenen Spielberg, senaryo ve bütçe açısından sıkıntı yaşayınca rotasını Ready Player One’a çevirdi. Bilimkurgu türü, usta yönetmenin en yetkin olduğu sulardan biri. Bu açıdan projeye karşı bir şüphe taşımak yersiz kaçıyor. Spielberg, müzikal anlamda bu sefer Alan Silvestri ile çalışıyor. Deneyimli besteci, Back The the Future serisi ve Forest Gump (1994) gibi filmlerin ikonlaşmış müziklerine imza atmıştı. Yapımında retro ögelere de yer veren usta yönetmenin yeni yapımı merakla bekleniyor.
Just A Breath Away
Garip ve ölümcül bir sis Paris’i sarar. Hayatta kalanlar, apartman bloklarının üst katlarına ve yüksek binaların çatısına sığınır. Şehrin içine düştüğü kaosun ortasında kalan Mathieu (Romain Duris) ve Anna (Olga Kurylenko), kendilerini kurtarmak için bir binaya sığınırlar; fakat istemeden de olsa kızlarını arkada bırakmak zorunda kalırlar. Hiçbir bilgiye, elektriğe, yiyeceğe ve suya sahip olamadıkları gibi, yardım ekipleri de kurtarma konusunda yetersiz durumda kalmıştır. Çiftimiz kendi olanaklarıyla, bir nefes ötede bulunan kızlarını sisli bölgeden kurtarmaya çalışır.
Gizemli felaketi konu alan Fransız yapımı film, Stephen King’in The Mist’ini andıran bir kurguya sahip. Canlarını kurtarmak için çocuklarını arkada bırakma durumu gibi ahlaki açıdan an alıcı bir durum da var ortada. Benzer bir durumu, aile draması olan Force Majeure’da (2015) konu edilmişti. Ebeveynlerin bu tutumu, çocukların anne ve babalarına karşı güvenlerinde derin bir sarsıntıya neden olacaktır. Yapım, ilginç konusuyla dikkat çekiyor.
Rampage
1986 yılında Bally Midway firması tarafından programlanan Rampage, oyun salonları haricinde, aynı dönem birçok konsolda yerini almıştı. King Kong’dan esinlenilmiş oyunda amacımız askeri birliklere karşı savaşırken, aynı zamanda bulunduğumuz bölümdeki binaları yıkmaktı. Bölümde yer alan tüm binaları yıktığımızda bir sonraki bölüme geçmeye hak kazanıyorduk. Oyunun büyük beğeni kazanması sonucunda devamları ve farklı versiyonları 2000’li yılların ortalarına kadar yayımlandı.
Yapılmakta olan genetik bir deneyde yaşanan kaza sonucunda çevreye saçılan kimyevi objeler, goril George’un ve çevre hayvanların bulunduğu bölgeyi etkiler. Primat uzmanı Davis Okoye (Dwayne Johnson), iki yaşından beri bulup büyüttüğü goril dostunda genetik anlamda değişimler başladığını fark eder. Yaptığı araştırma sonucunda, çevrede benzer şekilde değişime uğrayan birçok canlının küresel anlamda bir tehdit oluşturacağını anlar. Olası bir felaketi engellemek için bir genetik bilimciyle gücünü birleştirip hem hayvanların kurtarılması hem de insanların korunması amacıyla harekete geçer.
King Kong ve Godzilla benzeri bir hikâye sunan yapımda Dwayne Johnson, yönetmen Brad Peyton ile daha önce San Andreas (2015) ve Journey 2: The Mysterious Island (2012) yapımlarında çalıştı. Oyuncu kadrosunda Jeffrey Dean Morgan ve Joe Manganiello dikkat çeken yapım, çok bir beklenti vaat etmese de görsel efekt yönünden iddialı.
MindGamers
2017’nin Mart’ında yurtdışında gösterimi gerçekleştiren MindGamers, ülkemizde bir yıl gecikmeli olarak gösterime girecek. Kablosuz bilinç ağını ve bu ağ sayesinde yeteneklerin bir başkasının zihnine transfer edilmesini konu edinen yapım, ne yazık ki olumlu eleştiriler alamadı. Dördüncü uzun metrajını gerçekleştiren Andrew Goth, Gallowwalkers (2012), Cold and Dark (2005) ve Everybody Loves Sunshine (1999) yapımlarıyla B-tipi denilebilecek işlere imza atmıştı.
Bilim insanlarından oluşan bir grup genç, kuantum bilgisayarlar vasıtası ile zihinlerin birbirine bağlanabileceği kablosuz bir ağ yaratırlar. Bu sayede birey, motor yeteneğini bir başkasına kolaylıkla transfer edebilecektir. Genç bilim insanları, bunun eşitlik ve bilgi özgürlüğüne atılan bir adım olacağını düşünerek, yarattıkları teknolojiyi serbestçe dağıtırlar. İşler ilk başta yolunda gitse de, küresel anlamda insanları kontrol etme amacı olan bir işin parçası olduklarını anlarlar.
Sam Neill, Kreutz karakteriyle zihin ağı deneyinin şeytani boyutuyla ilgileniyor. Başrole, Jaxon karakteriyle Tom Payne oturtulmuş. Düşük puanlı eleştirilere sahip olan yapım, ilgi çekici konusuna rağmen ülkemizde sınırlı bir kitleye hitap edecektir.
Solo: A Star Wars Story
Solo: A Star Wars Story için şimdilik en problemli Star Wars projesi diyebiliriz; gerçi problemli süreç, Disney’in Lucasfilm ve Star Wars’un tüm haklarını satın almasıyla başlamıştı. George Lucas’tan sonra şirketin başına geçen Kathleen Kennedy, Star Wars evreni üzerindeki otoritesini Roge One’da (2016) göstermeye başlamıştı. Garet Edwards’ın elinden çıkan bazı sahneler başka bir yönetmene tekrar çektirilmişti. Aynı kaderi ve daha da kötüsünü Han Solo filmi yaşadı.
The Lego Movie (2014) ile başarı getirmiş, ortak bir işe imza atan Phil Lord ve Christopher Miller, yan bir öyküyü anlatacak olan yeni Star Wars projesinin başına getirilen ilk isimlerdi. Çekimler büyük oranda tamamlanmıştı; fakat stüdyo, mizah elementlerinin fazlaca kullanılmış olduğunu görünce, yönetmenleri projeden uzaklaştırdı. Han Solo’ya hayat veren Alden Ehrenreich’ten de çok memnun kalınmamıştı; ama öncesinde anlaşma yapıldığı için oyuncu projede kaldı. Kısa süre sonra, apar topar kendisini yarım kalmış projenin başında bulan deneyimli yönetmen Ron Howard, tutarlılık açısından yeni yapımı neredeyse baştan çekti; çekimleri biten ve başka projelerde yer alan oyuncuları da tekrar geri çağırmak zorunda kaldı. Böylesine değişiklikler sonucunda yapımcı Kathleen Kennedy, Star Wars hayranlarının tepkilerine maruz kaldı.
Harrison Ford’un hayat vermiş olduğu Han Solo, en sevilen Star Wars karakterlerinden biriydi. Han Solo’nun gençlik zamanını konu edinecek yapım, Solo’nun Chewbacca ile olan maceralarını ve can dostu olan Lando Calrissian ile olan ilk karşılaşmasını anlatacak. Büyük badireler atlatan yeni proje, şüphe ve merak duygusuyla birlikte bekleniyor.
Jurassic World: Fallen Kingdom
Sevilen Dinozor Parkı bir kez daha geri dönüyor. Steven Spielberg yönetiminde 1993’te sinemaya görkemli bir giriş yapan Jurassic Park, devam yapımlarıyla aynı başarıyı gösterememişti. 2015’te Colin Trevorrow yönetiminde gerçekleştirilen Jurassic World, önceki seriden bağımsız görünen, yeni bir üçlemenin habercisiydi. Yeni yapımda, dinozor parkının en sonunda halka açılmış olduğunu görüyorduk; tabii gene yaşanılan bir aksilik sonucu dinozorlar serbest kalıyor ve parkta bulunan insanlar onlara zengin bir menü oluşturuyordu. Yeni yapımda, bu kez tehlikede olan dinozorlar.
Yaşanılan felaket sonrası dört yıldır kapalı olan Jurassic World tema parkında, durgun bir yanardağın tekrar faaliyete geçtiği gözlemlenir. Owen (Chris Pratt) ve Claire (Bryce Dallas Howard), Isla Nublar adasına, tehdit altında olan dinozorları kurtarmak için tekrar geri dönerler. Owen, adada bulunduğu sırada gezegenin doğal düzenini bozabilecek bir komployu keşfedecektir.
Jeff Goldblum, Ian Malcolm rolüyle Jurassic serisine uzun bir aradan sonra tekrar geri dönüyor. Colin Trevorrow’dan boşalan yönetmen koltuğunu J.A. Bayona devralıyor. İspanyol yönetmen, son olarak drama ve fantastik türdeki A Monster Calls (2016) yapımıyla adından söz ettirmişti. Bir önceki yapımdan daha korkutucu görünen yeni film, tüm dinozor hayranlarını tekrar beyazperdeye bekliyor.
The Predator
Predator, bu kez iddialı bir şekilde geri dönmeye hazırlanıyor. 1987 yılındaki ilk yapım, sinema tarihinin en karizmatik uzaylı avcısını bizlere armağan etmişti. O döneme dek Terminator (1984) ve Aliens (1986) gibi filmlerinin pratik efektlerini yapan Stan Winston, gene özel bir yaratık tasarımı ortaya çıkarmıştı. Predator 2’den (1990) sonra zorlayıcı bir şekilde Alien ve Predator evrenini birleştiren Aliens vs. Predator (2004) ve Aliens vs. Predator-Requiem (2007), açıkçası iki serinin hayranlarını da tatmin etmemişti. Neyse ki Shane Black, The Pradator’u yazarken, bu filmlerin hiç çekilmemiş olduğunu varsayarak, orijinal yapımın üzerine bir hikâye kurguluyor. Sinemaya ilk olarak senaryo yazarı olarak adım atan Black, orijinal yapımda Hawkins karakteri ile oyuncu kadrosunda yer almıştı.
Konusu hakkında henüz çok fazla detay vermeyen yapım, Yautja da olarak bilinen yaratığın Dünya’ya geliş ve avlanma motivasyonunun nedenleri üzerine yoğunlaşacağı bilgisini verdi. Shane Black, Yautja’yı alışageldik “yaratık” imajından ziyade, daha çok bir karakter olarak göstermeyi amaçlıyor. Afganistan ve Irak gibi yerlerde savaşmış olan bir grup asker, travma sonrası stres bozukluğuna sahiptir. Hastanede grup terapisi sırasında aralarından biri ruhsal açıdan çıldırıp, ortalığı birbirine katar. İşin çığırından çıkmasıyla grup tutuklanır. Çıldıran şahıs, daha önce görmemesi gereken şeylere şahit olmuştur ve sahip olduğu sır tüm grubu tehlikeye sokacaktır.
Yönetmenlik ve senaryo yazarlığı bakımından sağlam bir portföye sahip olan Shane Black, Predator evrenine temiz bir sayfa açmaya soyunuyor. Kadrosunda Thomas Jane, Boyd Holbrook, Edward James Olmos gibi nitelikli oyuncular barındıran yapım üzerine beklenti oldukça yüksek.
The Meg
Rol aldığı macera yapımlarında mantık kuralları geçerli olmayan Jason Statham, bu sefer devasa bir köpekbalığını tekmeleyecek. The Meg, Steve Alten’in, bir dönem New York Times’ın çok satanlar listesine girebilmiş kitabından uyarlandı. Yönetmen koltuğunda, Last Vegas (2013), The Sorcerer’s Apprentice (2010) ve National Treasure: Book of Secrets (2007) gibi vasat denilebilecek işler ortaya koyan Jon Turteltaub oturuyor. Bağımsız filmlerden tanıdığımız Rainn Wilson, yapımda öne çıkan bir başka isim.
Sualtı gözlem programının bir parçası olan denizaltı, tükenmiş olduğu düşünülen bir köpekbalığının saldırısına maruz kalır. Saldırı sonucu deniz tabanında mahsur kalan denizaltındaki mürettebatı bulmak için kurtarma dalgıcı Jonas Taylor (Jason Statham), Dr. Minway Zhang (Winston Chao) tarafından işe alınır. Taylor, yıllar önce Megaladon adı verilen tarih öncesi tür ile karşılaşmıştır; fakat bunu kimseyle paylaşmaz. Taylor hem en büyük korkusu ile yüzleşecek hem de suyun altında sıkışıp kalanları kurtarmak için hayatını riske atacaktır.
Köpekbalığı filmlerine meraklı olanların ilgisini çekebilecek olan yapım, klostrofobisi olanlara hitap etmeyebilir. The Meg, herhangi bir beklentiye girmeden, patlamış mısır tadında belli bir keyif verebilir.
The Darkest Minds
Alexandra Bracken’in aynı adlı kitabından uyarlanan yapım, Amerika’nın yirmi yaş altını oluşturan gençlerin yüzde doksan sekizini öldüren korkunç salgında sağ kurtulan Ruby Daly’nin öyküsünü anlatıyor. Vebadan hayatta kalmayı başarabilenler özel güçlere sahiptir. Değişik güçlere sahip olanlar, özel kamplara yerleştirilirler. Kampta bulunan gençler, yalnızca renklerle tanımlanırlar; yeşiller (çok zekiler), maviler (telekinezi), sarılar (elektriği kontrol edebilen), turuncular (zihin kontrolü yapabilen) ve son olarak kırmızılar (ateşi kontrol edebilen) olarak ayrılırlar. Ruby, bu tehlikeli yerden kaçmaya çalışan bir gruba katılacaktır.
İlginç bir konuya sahip olan eserin çekimleri, Kungu Fu Panda 2 (2011) ve 3’ü (2016) yönetmiş olan Jennifer Yuh Nelson tarafından tamamlandı. Adeta kıyamet sonrasını anlatan bu ilginç öyküde Game of Thrones’dan tanıdığımız Gwendoline Christie, Lady Jane karakteri ile boy gösterecek. The Darkets Minds, ilginç bir hikâyeye sahip oluşuyla 2018’in takip edilecekleri arasına giriyor.
Venom
Çekimleri halen devam eden yapımın konusu hakkında halen resmi bir açıklama yapılmadı. Şu an için öykü hakkında sadece teoriler üretiliyor. Örümcek Adam dünyasının en güçlü düşmanlarından olan Venom, kendi kuşağının başarılı oyuncularından Tom Hardy tarafından canlandırılacak. Simbiyoz halinde yaşayabilen uzaylı yaşam formu, öfke anında harekete geçen bir canlıdır. Etki ettiği canlının vücudunu kaplayan, organik bir kostümü andıran bir yapısı vardır.
Spider-Man 3 (2007) filminde karşılaştığımız simbiyotik madde ilk olarak Örümcem Adam’a, sonrasında da ona kin besleyen Eddie Brock’a (Topher Grace) bulaşıyordu. Brock, sahip olduğu kötücül gücü Örümcek Adam’a karşı kullanmaktan çekinmiyordu. Yeni yapımda Örümcek Adam olmayacak. Michelle Williams, esas kız rolünde yapımda yerini aldı. Yönetmen koltuğunda Zombieland (2009) filmini kotaran Ruben Fleischer’in olması iştahları kabartıyor.
Artık takip etmekte zorlandığımız Marvel filmleriyle direkt bir bağlantısı olamayacak olan Venom, kendi ayakları üzerinden duran bir yapım olacak. Son yıllarda birçok başarılı işlerle karşımıza gelen Tom Hardy’i, bu yeni rolüyle görmeye sabırsızlanıyoruz. Woody Harrelson da kadroya yeni katılan isimler arasında.
Mortal Engines
Uzun yıllar Peter Jackson filmlerinin özel efektlerinde görev alan Christian River, ikici uzun metraj denemesinde bir roman uyarlamasıyla karşımızda olacak. Philip Reece’nin steampunk türünde inşa ettiği ve fantastik ögeler içeren bilimkurgusu, dev makineler üzerine kurulan şehirlerde yaşayan insanları konu alıyordu. Post-apokaliptik Londra manzarası sunacak olan eser, göçebe bir grubun hayatta kalma mücadelesi anlatılacak.
Peter Jackson, Christian Rivers’a senarist ve yapımcılık yönünden destek veriyor. Görsel efekt çalışmalarıyla rüşdünü ispat eden Rivers, bakalım yönetmenlik alanında aynı başarıyı sergileyebilecek mi? Hugo Weaving ve Stephen Lang, yapımda yer alan güçlü isimler. Şehirlerin devasa tekerlekler üzerinde hareket ettirildiği steampunk dünya, farklı bir görsel lezzet yaşatacağının habercisi. Görsel anlamda bir şölen yaratacak olan yapımı beklemekte fayda var.
Bumblebee
Sürekli aynı yemeğin yenilmesinden doğan bıkkınlık hissini yaşatan Transformers serisine doymadıysanız -sıkı durun- “spin-off” projesi Bumblebee geliyor. 1987 yılında geçen hikaye, kaçmakta olan Bumblebee’nin Kaliforniya’ya sığınmasını ve 18 yaşındaki Charlie ile olan dostluğunu konu ediniyor. Kaplumbağa olarak tabir edilen, klasik Volkswagen marka arabanın şekline bürünen sevimli robotumuzun başı, ilerleyen süreçte gene beladan kurtulamayacaktır.
Bu sefer genç izleyici kitlesini de hedef alan yapım için, nasıl bir beklenti içine girildiğini kestirmek güç. Kubo and the Two Strings (2016) animasyonu ile başarılı bir işe imza atan Travis Knight’a stüdyo, umarız çalışma özgürlüğü tanımıştır. Yapım, 80’li yıllarda yayımlanmış olan Transformers animasyon serisi ile bağ kurmaya müsait. Hikâyede kısa bir yer tutacak olan Optimus Prime, görünüş olarak 80’lerdeki haline benzetilebilir.
Retro unsurların yoğunlukta olacağı yapımın, şimdilik heyecan katsayısı düşük. Bumblebee, öncelikli olarak, iflah olmaz Transformers hayranlarına hitap edecektir.