magara

Böcekleşmek | Hüseyin Şimşek (Kısa Öykü)

720449, seslendi:

“Vidor… acele… et… tutamıyorum.”

Vidor İmre, kaygısızca sarktığı yerden yanıtladı.

“Geldim, bekle bir dakika patlamazsın.”

“Ne… demek… patlamazsın? Bırakırım… görürsün,” dedi 720449 hızla gözlerini kaşıyarak.

“Tamam tamam, mızmızlanma. Geldim bile.”

Vidor reflektörü zarkanatlının elinden aldı. Tavandan aşağıya belindeki bir tırmanış kemeriyle sarkıyordu. Saatlerdir durmaksızın kazık çakıyor, belirlenen noktalara geldiğinde de belindeki matkapla kayada bir delik açıyordu. Ardından mantar sporlarıyla dolu çamur topağını bir yumruktan daha büyük şekilde açılmış oyuğa sokarak iyice bastırıyordu. Nihayet son ekimlere gelmişlerdi. 720449’dan aldığı reflektörü, mantarı ektiği yerin tam arkasına güzelce sabitledi ve “Diğerini de getir,” dedi. Zarkanatlının kanat çırpışı hızlandı ve keskin bir salvoyla dalışa geçerek yerdeki kolonistlerin yanından bir reflektörü daha kaptı. Zorlanarak yaklaşık otuz metre yukarıdaki mağara tavanına yavaşça yükselmeye başladı. 720449 ağır reflektörü yavaşça yukarıya çıkarana kadar Vidor İmre çoktan diğer yere kadar tırmanmıştı ve montaj noktasını kırmaya başlamıştı. Bir yandan matkabın ucundaki fenerle kırığın derinliğine bakıyor, diğer yandan da kendi kendine söyleniyordu.

“Bok vardı da Dünya’daki hükümetle ters düştük, başımıza gelene bak! İzole bir dağın içinde mahsur kaldık, köstebek gibi yerin en dibine soktular bizi. Dünya’ya döneyim desem, beş yüz kere müebbet verirler. Obrizya-C bağımsız olacak dediler, savaşın dediler, sonuç ne? Bağımsızlığa bak, cehennemin dibinde yaşıyoruz…”

Reflektörü düşürmek üzere olan 720449, altı ayağıyla birden sarıldığı metal parçayı dızıldayarak Vidor’la arasına sıkıştırdı ve genç adamı duvarla kendi arasına presledi.

“N’apıyorsun?!”

“Kayıyor… tutamıyorum. Destek… almak… için… yaptım.”

“Tamam da haber versene geri zekâlı, aklım çıktı. Çok korktum düşeceğiz diye.”

“Söyleneceğine… işini… yapsaydın… böyle… olmazdı.”

“Bız bız akıl verme oradan, zaten şirketin aklına uyduk Dünya askerlerini öldürdük, üstüne de tuttuk sizin gibi tuhaf…” Vidor’un yüzü tuhaf bir iğrenmeyle çarpıldı, ancak sonra birden düzeldi ve daha az sinirli şekilde sözünü tamamladı:

“Şeylerle ittifak kurduk. Çok da iyi halt ettik. Ver şunu.”

“Sensin… uzaylı. Çirkin… yaratık. Burası… kimin… evi? Sen… geldin… benim… evime. Uzaylı… sensin.”

“Tamam, tamam. Uzaylı benim. Sus. Neyse ne, hiç senle tartışmayacağım. İşimi yapmam gerekiyor.”

Vidor duraksadı. Elini bacak ve sırt çantasına götürdü, ikisi de açıktı. Kafasını beyaz böceğe çevirdi.

“Bu bacağımdaki çantada hangi renk mantar vardı?”

“Mavi.”

“Heh doğru, sırtımdaki yeşil, sırt çantamdan ekecektim. Bir an aklım gitti.”

“Ne… zaman… geldi… ki? Bir… haftadır… deli… gibisin. Hep… sinirlisin. Aynı… su… akrepleri… gibisin.”

“Normal değil mi sence de şu hâlde böyle olmam? Terörist ilan edildik, Dünya hükümeti teknolojik kaynaklar ve yerüstü üslerimizi alıp gezegenden kaçarak bizi burada tarım toplumunu yaşayan yaratıkların içine bıraktı. Şu Saint-Tesla teknikerleri olmasa burada fazla oksijenden boğulup çoktan ölür giderdik. Ana gezegenimden oldum, omzumda hâlâ şarapnel var, içerisi çıldırtıcı derecede karanlık, dışarıya çıksam gezegen atmosfersiz, dağın içindeki bu boktan karbonifer çağı mağarasından içeriye girsem maskesiz nefes alamıyorum. Sence cinnet geçirmeme ne kadar kalmıştır?”

“Sizin… sorununuz… Sizin… yarattığınız… çözüm. Kraliçe… size… bizimle… yaşama… şansı… verdi.. ama… hâlâ… kızgınsınız. Absürtsünüz… Absürt.”

“Ne yani bütün bunları kabul mu etmeliyim? Bak şu hâlime. Boğazımıza kadar boka battık 720449, bizi bildiğin ölüme terk ettiler. Bittim ben, hâlime bak…”

“Hayır… bitmedin. Sen… artık… kovan’sın. Kovan’dansın. Biz… biriz… Biz… yaşayanlarız. Siz… artık… Kovan’sınız.”

“Ne demek Kovan’ız? Daha demin çirkin uzaylı diyordun.”

“Hâlâ… öylesin. Ama… Kovan’daki… canlılar… zaten… tek… tür… değil. Kanatlılar… bile… sonradan… katıldı. Kraliçe… tüm… yaşayanları… birleştirir. Sizi… bile.”

Vidor İmre böceğin petekli gözlerine baktı, hâlâ yaşadığı şeyleri sindiremiyordu. Böcek suratını oynatmıyordu, yalnızca suratının önünde köpek büyüklüğünde bir şey gürültüyle vızıldayarak uçuyordu. Sesler aklının içinde tek tek vuruyordu. Anlamıyordu. Deliriyor muydu?

“Bizi bile mi?”

“Vidor… ölüm… her… şeyi… birleştirir. Kraliçe… yaşayanları… birleştirmek… istiyor. Biz… yaşarken… birleşmek… istiyoruz. O… sizi… de… birleştirebilir.”

“Neden?”

“Bilginiz… fazla. O… sizi… özümseyecek. Kovan… çağ… atlayacak. Siz… yaşayacaksınız. Karşılıklı… yardım. Herkes… için… iyilik.”

“Şu Kovan zihin muhabbeti, doğru… Duydum bunu, ama anlamadım. Ben şimdi diğer insanların içini mi okuyacağım?”

“Hayır. Birlikte… yaşayacağız. Birlikte… hissedeceğiz. Birlikte… öğreneceğiz.”

“Saçmalama. Biz böcek değiliz ki, olmaz bizde o şey.”

“Kraliçe… size… de… bulaştı. Beyninizde… büyüyor. Şimdilik… sadece… konuşabiliriz. Beynindeki… anten… yayıldıkça… daha… iyi… olacak.”

“Ne demek lan kraliçe bulaştı? Kraliçe sizin o yumurtlayan koca götlü şey değil mi? İçime mi yumurtlayacak? Ne biçim rezilliklerin içine düştüm ben böyle!”

“Hayır… aptal… tek… zihinli. Büyük… olan… doğumcumuz. Larvacı. Kraliçe… o… değil.”

“Kraliçe ne?”

“Bizi… konuşturan… şey… birlikteliğimiz.”

“Beynimdeki şey mi kraliçe?”

“Evet… parazit. Sen… onu… besle… o… herkesin… aklını… açsın. Yalan… söylemek… imkânsız. Acına… seyirci… kalmamız… imkânsız. Şeffaf… iletişim. Sen… onu… besle… o… sana… Kovan… oluşu… versin.”

“O şey ne zaman kafama girdi? Yumurtaları ne zamandır kafamın içinde?”

“Burada… ilk… soluduğundan… beri… ama… yeter. Sence… tavanda… konuşulması… gereken… şey… mi… bu?”

“Özür dilerim.”

“Önemli… değil.”

Vidor İmre sersemlemiş şekilde mantar sporlu çamuru iyice yerine oturtup reflektörü taktı. Biyolüminesan mantarlardan daha önce açmış olanlar yeşil yeşil parlıyor, nesillerdir Kovan tarafından yapay seçilime maruz bırakılmaktan yemyeşil lambalar gibi parıldayarak tüm tavanı aydınlatıyordu. Reflektör takılı olanlar ışığını tavana ve her yöne değil, yalnız aşağıya, insanların kurmaya çalıştığı koloniye yöneltiyordu. Vidor aşağıya baktı. İnsanlar kendilerine yapay bir biyosfer yapıyor, dişli kurtçuklar onlar için tarla zeminleri açıyor, işçi köpeksiler yeraltı gölünün dibinde suya girip çıkıyor ve yakaladıkları su akreplerini akşam yemeği yapmaları için insanların önüne bırakıyordu. Onlarca türün farklı armonisine sahip bu tuhaf kaosu izlerken ilginç hislere kapıldı. Aklı, kapılarını her yönden kapatarak kendini sessizliğe bürüdü. Sonraki mantarları ve reflektörleri neredeyse hiç konuşmadan taktılar. İşleri bittiğinde yine sessizlik içinde aşağıya indiler. Vidor İmre ayaklarını yere basarken 720449 da zemine kondu. Bir süre hiçbir şey söylemeden birbirlerine baktılar. Petekli gözlerden oluşan mor bir göz bloğu Vidor’un gözlerine bakıyordu. Zarkanatlının nefes aldıkça inip kalkan tüylü beyaz abdomenini izliyordu.

“Anlıyor… musun?” dedi 720449 vızıldayarak.

“Galiba.”

“Entegrasyonun… bittiğinde… her… şeyi… anlayacaksın… Bitkileri… bile.”

“Bu mümkün mü?”

720449, sağ en ön ayağını kaldırarak ucu minik kancalı kolunu Vidor’un bacağına değdirdi.

“Siz… buraya… geldiniz… Büyük… büyük… roketlerle. Bunu… yaptınız. Yaptığınız… mümkünse… bu… neden… olmasın?”

“Bilmiyorum. Artık hiçbir şeyi bilmiyorum. Ne cehennem yüzünden buraya geldik, şirket ne halt etmeye Dünya devletine savaş açtı, sen niye böyle tek tek konuşuyorsun bilmiyorum. Ben… Hiçbir şey bilmiyorum.”

Vidor beyaz eldivenli eliyle vizörünü sildi.

“Anlayacaksın,” dedi kanatlı sadece ve sustu. Altı ayağı da yere basıyordu. Ağzı tuhaf bir girdap gibi sürekli açıktı ve ağzından nefes almıyordu. Yalnızca vücudundaki binlerce delikten içeriye nefes çekip salıyordu. Vidor’un zihin sisi güçlendi, Kovan’ı anlamaya çalıştıkça başı döndü. Geriye doğru kendisini bırakıp yere oturacaktı ki bir rahatsızlık yüzünden aniden elini arkasına attı ve kendini durdurdu. Neredeyse köprü pozisyonunda duraksamıştı. Arkasına döndü. Kalçasının altında bir kurtçuk sürünüyordu. Bembeyaz, başparmağı kalınlığında, neredeyse bir karış uzunluğundaki bebek böcek yüzünü kaldırıp Vidor’a baktı.

“Özür dilerim,” dedi genç adam, “az kalsın üzerine oturacaktım.”

Yüzünün iki yanındaki kahverengi, kemikten kanca çenelerini hareket ettirmeye çalıştı larva. Ardından Vidor kendi zihninde, kendi sesiyle, “Önemli… değil,” sözlerinin teker teker söylenişini duydu.

“Dur,” dedi kendi kendine Vidor İmre. “Nasıl anladım onun orada olduğunu ve neden bir kurtçuktan özür diledim?” diye iç geçirdi.

“Çünkü… Kovan… olmak… budur,” dedi 720449.

Vidor İmre aniden arkasını dönerek zarkanatlıya baktı. Gözleri kocaman açılmıştı.

“Sen. Sen benim aklımı mı okudun!?”

“Evet. Tıpkı… senin… benim… aklımı… okuduğun… gibi.”

“Ne? Nasıl yani?”

“Ben… konuşmuyorum. Sesim… yok. Sadece… düşünüyorum… Sen… anlıyorsun.”

Vidor koşarak insanların yanına döndü, gözbebekleri büyümüştü, kalbi hızla çarpıyordu. İnsanlara baktı. Ağrılarını hissediyordu. Mermi yaraları, bel ve adet ağrıları, düşünceler, yumak hâlinde binlerce ses. Panikle köpeksilere döndü. Partner iki köpeksinin birbirine bakışına şahit oldu. Birbirinden ayırt edemediği köpeksilerin isimlerini hissetti. Gözlerini kapattı. Sakinlemeliydi.

“Bana ne oluyor?” dedi kendi kendine.

Yaşlı bir kadının sesi aklında yankılanarak yayıldı.

“Öğreniyorsun.”

Yıllardır duymadığı bu ses karşısında kemiklerinin içine kadar ürperdi genç Vidor. Annesinin sesiydi kanını çeken. Etrafına döndü, kimsecikler yoktu.

“Anne?” diyebildi sadece.

“Kraliçe diye anılmayı tercih ederim, ama anne de diyebilirsin,” dedi ses.

“Sen…”

“Evet.”

“Zamanın yaklaştı Vidor, evlatlarım arasına katılan ilk insan olmak üzeresin.”

“Ama bunu hiç istemedim. Korkuyorum. Ben… Anlamıyorum.”

“Ben de korkuyordum, ben de anlamıyordum yavrucuğum. Her şey karanlıktı, ben de karanlıktan korkuyordum ve tek isteğim biraz ışıktı. Ardından bir de baktım, böceksilerden biri benim için bir buket ışık mantarı getirmiş. Başlangıçta karanlık vardı oğlum. Başlangıçta ben de korkuyordum. Sonra anladım. Anlayınca da korkmayı bıraktım. Korkmayı bırakınca da sevmeye başladım..”

“Neyi sevmeye?”

“Kendimizi ve diğerlerini. Sizi ve beni… Gerçi Kovan’da ikisi de aynı şey. Zamanla anlayacaksın. Beynindeki yumurtalar hâlâ tamamen çatlamadı.”

Vidor etrafında döndü, uğultulu ses eko yaparak her yönden geliyordu.

“Neredesin?”

“Ben her yerdeyim. Ben hepinizin zihninin toplamıyım. Ben sizim. Ben sizi birbirinize bağlayan ağım. Eğer merak ediyorsan ben senim. Sen de on milyonda beşimsin.”

Vidor korkuyla koştu, insanların yanına tekrar geldi, herkes kendi meşguliyetlerine gömülmüştü. Yeraltı mağarasındaki gölün dibinde birkaç baloncuk hissetti, sersemlemiş şekilde gölün dibine kadar yürüdü, kaskını suyun içine soktu, siyah kumları çiğneyip tükürerek elde ettiği yapışkan tuğlalardan kendine ev yapan tuhaf biçimli yengeçimsi bir canlıydı gördüğü. Canlı gözlerinin rengini değiştirerek ön kollarını iki yana açtı. Vidor kafasını eğerek 113209’un selamını aldı. Panikle kafasını sudan çıkardı. Arkasını döndü, insanlara baktı, vizöründen sular akarken her şeyi anlıyordu, bir saldırı hâlinde beynindeki her yumurta çatlarken insanları, kurtçukları, böcekleri, mantarları, sualtı sakinlerini, tünelcileri, her şeyi anlıyordu. 720449 tekrar yanına geldi ve “Şimdi daha iyi misin?” dedi.

“Sen… düzgün konuşabiliyorsun…”

“Hayır, sen düzgünce anlayabiliyorsun Vidor.”

“Evet…”

Genç adam büyülenmişti. Yanındaki kayanın altında atan kalpleri hissetti ve mor yosunlarla bezeli kayayı kaldırıp altındaki yumurtalara baktı, evet aklındalardı.

“Merhaba,” dedi kahverengi karamel kıvamlı sıvılarla dolu yumurtalara.

“Merhabalar Vidor,” dedi yumurtalar hep bir ağızdan. Genç adam histerik bir şekilde kahkaha attı. Anlıyordu. Anlıyordu. Saçlarını kopararak etrafta koşturmak istiyordu.

“Siz yaşıyorsunuz ve düşünüyorsunuz!”

“Evet Vidor, henüz doğmadık ama varız.”

“Doğmanıza ne kadar var?”

“103 günümüz kaldı.”

“İyi beklemeler dilerim size.”

“Teşekkürler Vidor.”

Kayayı dikkatlice geri indirdi. Derin bir nefes aldı.

“Anlıyor musun?” dedi annesinin sesi.

“Evet.”

“Sizi neden buraya kabul ettiğimi de anlıyor musun?”

“Evet. Bir gün buradan kaçacağımızı biliyorsunuz… Diğer gezegenlere, uydulara ve istasyonlara gitmemizi istiyorsunuz… Onlara sizi götürmemizi… Onları da Kovan’a katmamızı istiyorsunuz…”

“Anlıyorsun. Ama neden böyle içten içe üzgünsün yavrum?”

“Evimi kaybettim, Dünya’yı kaybettim.”

“Ev dediğin nedir çocuğum? Dışarının güvenli bir parçasıdır. Ev dediğimiz şey yine dışarının bir parçasıdır, ev duygusu sadece bir yanılsamadır. Rahat uyuduğun yer evindir oğlum benim.”

Vidor İmre dönüp 720449’a baktı, “Evet.” dedi.

“Teknolojinizden ve koloninizden mahrum kaldığınız için korkmayın, burada birbirinizle iç içe geçtikçe kendinizi daha da parlak bulacaksınız. Kovan’da bir doktor varsa herkes doktor olacaktır, Kovan’da bir mühendis varsa herkes mühendistir. Bu üslü büyüyen bilgilenme hâli sizi de Kovan’ı da hak ettiği yere götürecektir. Yine de en önemlisi… Hepiniz mutlu olacaksınız, aile olacaksınız.”

“Herkes için iyilik…”

“Evet, haklısın. Evrimin kuralıdır oğlum, birbirini tutan türler kazanır, ancak türler arası böyle bir ittifakın kaderi evrene hükmetmektir. Anlıyor musun şimdi şirket neden Dünya’yla ters düştü? Bizim yüzümüzden. Dünya’daki bürokratlar bizden iğrendi. Bize böcek gözüyle baktılar. Yabancı gibi gördüler. Hayvanat bahçesinde sergiler gibi kaçırdılar ve izlediler bizi. Kendimizi savunduğumuzda da bize karşı soykırımlarını adım adım yürüttüler. Şirkete bulaştık, onlara kendimizi açtık. Onlar da bunu durdurmaya çalıştığı için insanlarla karşı karşıya geldiniz. Onlar… Enfeksiyonumuzun yayıldığını anladıklarında da bize katılmak yerine bizden kaçtılar. Şimdi anlıyor musun neden kendini bizimle çalışırken bulduğunu yavrum? Ölmeyin diye hepinizi buraya biz getirdik. Artık hepimiz bu büyük bizin parçasıyız.”

“Evet, her şeyi ve herkesi anlıyorum. Kovanı anlıyorum.”

“Güzel… Entegrasyonun tamamlanmak üzere yavrucuğum, biraz daha çalış ve uyu. Yarın sana çok fazla işimiz düşecek.”

“Emredersiniz.”

“Emretmiyorum, bu kovanın isteği. Bu senin isteğin çocuğum. Emir zinciri bitti. Eski alışkanlıklarını artık bırakmalısın Vidor, yoksa sana artık 1 mi demeliyiz? Obrizya’da artık Kovan’ın parçasısın. Kimse sana artık emir vermeyecek.”

“Evet…”

“Kovan olmak ne demek benim sevgili yavrum?”

Vidor İmre gözlerini kapattı ve dudakları kendiliğinden konuşmaya başladı.

“Kovan ötekinde kendini görmektir. Aynı şeyin parçası olduğunu kavramaktır. Kendin için istediğini herkes için istemektir… Yavaş yavaş anlıyorum… İsteklerimiz bir. Biz biriz. Biz yaşayanlarız. Biz yaşamız.”

“Aferin…”

Vidor kafatasının içinde beynine masaj yapıldığını hissediyordu. Arkasını döndü ve ellerini cebine sokarak insanların yanına yürüdü, yanında 720449 vardı. Yanlarına vardığında insanlar az öncekinden çok daha farklıydı, hep birlikte dönüp Vidor’un suratına baktılar.

“Hoş geldin,” dedi bir kadın dudaklarını oynatmadan, gözleri Vidor’un gözlerinde, sesi beyninin içindeydi.

“Hoş bulduk,” dedi 1.

İnsanlar geç saatlere kadar çalışarak evlerini ve çiftliklerini hep birlikte yaptılar. Gece olduğunda çiçek bitleriyle konuşmuş olan 9 dönüp herkese seslendi:

“Bu yaprakbitlerinin bal damlaları şekerli. Bu sıvıdan şarap yapalım.”

“Evet,” dedi 992, “Güzel olur.”

“Tavana ters tutunarak uykuya geçmek üzere olan 720449, “Ben hiç şarap içmedim,” dedi.

1 ise içinden, “Sarhoş olmayı gerçekten özledim,” diye geçirdi.

“Biraz da suya döker misiniz,” dedi 113209 suyun altından.

“Elbette,” dedi 81.

“İyi geceler 720449.”

“İyi geceler Vidor-1”

“Sizi seviyorum.”

“Biz de seni seviyoruz,” dedi bir kurtçuk duvarda kozasını örerken.

Vidor gülümsedi. Gözlerini yavaşça kapattı ve içine girdiği uyku tulumunda bir bebek gibi kıvrıldı. Kovan olmak buydu. Böcekler, balıklar, uçanlar, sürünenler, mantarlar ve köpeksiler. Hepsi dosttu. Onlar yaşayanlardı. Onlar yaşamdı. Vidor İmre çocukluğundan beri ilk defa şüphe etmeden sevildiğini hissediyordu. Kovan olmak buydu. Sıcak ve rüyasız bir uykunun kucağında gülümseyerek uyuyakaldı. O gece Movile kolonisinin tamamı bir aile gibi mışıl mışıl uyudu, çünkü kovan olmak buydu.

Artık onlar da yaşayanlardı. Artık onlar da yaşamdı.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

2 Yorumlar

  1. Merhume Aklıbaşında

    Ellerine sağlık, naçizane bazı eleştirilerim olacak. Kitabın dayandığı temel fikir, “böcekleşmek”, benim açımdan oldukça ufuk açıcıydı. Parazitlerin, kurtçukların, sineklerin perspektifini oldukça inandırıcı bir şekilde aktardığını düşünüyorum. Kısa bir öykü olmasına rağmen yer yer tüylerim diken diken oldu. Vidor İmre’nin yaşadığı dönüşüm gayet doğal bir şekilde aktarılmış.

    Kurguyla alakalı, daha en başından Dünya ile “Şirkete”, karakterlerin oraya nasıl geldiğine vb. dair yapılan atıflar oldukça kafa karıştırıcıydı. Çünkü başta zaten Vidor İmre’nin kazık çakma süreci tasvir ediliyor ve burada yeni, hikayeye has bir sürü bilim kurgu detay var, haliyle anlaması zor bir paragraf. Daha en başından bu kadar atıf hikayenin akışına zarar vermiş bence. Tabi bir hikaye serisi ya da roman olsaydı durum farklı olurdu.

    Evren ile alakalı, başta içinde bulundukları mekanın detaylı bir tasvire ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Hikaye zaten tek bir yerde geçiyor, okurken mekana dair bazı detaylar verilmiş olsa da ben okurken nasıl bir yerde olduklarını zihnimde canlandırmakta zorlandım.

    Dil de yer yer kuru kalmış. Daha zengin bir dilin konuşulmasının hikayeye tat katacağını ve karakterleri zihnimizde daha kalıcı kılacağını düşünüyorum. Öbür türlü hikaye yaşamak, düşünmek, anlamak, bilmek gibi genel geçer ifadeler arasında sıkışıp kalıyor. Buna birkaç örnek vermek istiyorum:

    > “Ben de korkuyordum, ben de anlamıyordum yavrucuğum. Her şey karanlıktı, ben de karanlıktan korkuyordum ve tek isteğim biraz ışıktı. Ardından bir de baktım, böceksilerden biri benim için bir buket ışık mantarı getirmiş. Başlangıçta karanlık vardı oğlum. Başlangıçta ben de korkuyordum. Sonra anladım. Anlayınca da korkmayı bıraktım. Korkmayı bırakınca da sevmeye başladım..”

    Bu diyaloğu, belki milyonlarca canlının zihni arasında köprü olmuş bir varlığın daha zengin olduğunu tahmin ettiğim diliyle tekrar yazmaya çalışsaydım:

    > “Yavrucuğum başta ben de korkuyordum, mutlak bir karanlığın içerisinde tutsak, sönük bir ışık demetine hasret, dehşete düşmüş vaziyetteydim. Yalnızca biraz aydınlık istiyordum, sönük de olsa bir ışık hüzmesi. Sonra bir gün böceksilerden biri benim için bir buket ışık mantarı getirdi ve aydınlanıverdi dünyam. Başlangıçta karanlıktan ibaret zannettiğim bu unutulmuş yeri yavaş yavaş anlamaya başladım. Anladıkça korkmayı bıraktım. Korkmayı bıraktıkça da sevmeye başladım..”

    İkinci bir örnek:

    > “Evet. Bir gün buradan kaçacağımızı biliyorsunuz… Diğer gezegenlere, uydulara ve istasyonlara gitmemizi istiyorsunuz… Onlara sizi götürmemizi… Onları da Kovan’a katmamızı istiyorsunuz…”

    Burada karakterin yaşadığı aydınlanmayı daha yoğun bir dil kullanarak tekrar yazmaya çalışsaydım:

    > “Evet, anlıyorum. Bir gün buradan kaçacağımızın ya da ayrılmak zorunda kalacağımızın farkındasınız. Ama zaten sizin arzu ettiğiniz de bu değil mi?” Vidor İmre’nin artık devasa bir bilincin parçası olan zihninde bütün taşlar yerine oturuyordu, “Diğer gezegenlere, uydulara ve istasyonlara dağılmamızı istiyorsunuz. Sonra da sizi, gittiğimiz yerdeki bu yabancı varlıklarla tanıştırmamızı. Onları da Kovan’a katmak, onların da bir parçamız olmasını istiyorsunuz!”

    Son bir örnek:

    >“Ev dediğin nedir çocuğum? Dışarının güvenli bir parçasıdır. Ev dediğimiz şey yine dışarının bir parçasıdır, ev duygusu sadece bir yanılsamadır. Rahat uyuduğun yer evindir oğlum benim.”

    Açıklamaları biraz daha uzun tutmaya çalışıyorum:

    >“Ev dediğin nedir çocuğum? Dışarıda, güvenli olduğunu zannettiğin bir yerdir. Ev dediğimiz yer yine bu uçsuz bucaksız evrenin bir köşesi değil midir, ev dediğin yer de işgal edilmez mi, ev dediğin yer de terkedilmez mi, bak evine dönemiyorsun artık! Hiç ziyaret bile edemediğin bir yer evin olabilir mi? O halde evde olmanın hissettirdiği o emniyet duygusu da bir yanılsamadan ibarettir. Nerede rahat uyuyorsan evin de işte orasıdır!”

    İmla ile alakalı, üç noktaların birden fazla anlama gelecek şekilde kullanıldığını düşünüyorum. Bazı yerlerde üç noktadan ziyade karakterin ne şekilde konuştuğu yazılı bir şekilde tasvir edilebilir belki: “Zarkanatlı hızlı hızlı solur gibi konuşuyordu”. Öbür türlü üç noktalı konuşmaları zihnimde canlandırmakta zorlandım.

    Tekrardan ellerine sağlık, haddim olmayarak yapıyorum bu yorumları, aslında amacım kendi hikayelerime de daha eleştirel bakmayı öğrenmek. Keyifli yazmalar diliyorum!

  2. Atakan Cerrahoğlu

    Hollywood filmi izlemiş gibi oldum, nasıl bir hayal gücü..

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin