insan oyku

Sürünün Oğlu Torak | Sadık Efe Sarıtunalı (Kısa Öykü)

Biz insandık ama onlar değildi. Kocakarımız henüz çocukken göğün yarıldığını, bu dünyanın ötesinden metal adamların geldiğini görmüş. Ağaçlarımızı kesmişler, hayvanlarımızı öldürmüşler. Öyle ki toplayacak meyve, yiyecek av bulamaz olmuşuz.

Ben doğduğumda sürümüz onlarla savaş hâlindeydi. Uzakta başka sürülerin de direndiğini, kimisininse düşmana teslim olduğunu duydum. Onları gözümle görmedim. Ben yalnızca kardeşlerimin kahramanlıklarına şahit oldum.

Kardeşlerimden Torak, on beş kış ve on altı yaz görmüştü. Hiçbir şeyden korkmayan gözü pek bir oğlandı. O gün, meşe ağacının dallarına tünemiş hâlde aşağıdakileri izlerken yüreğinde en ufak bir endişe yoktu. Üç insan boyu yükseklikten kendini aşağı bırakıverdi. Elinde yalnızca taştan kaması vardı.  Metal adamlardan birinin üstüne atladı, gevşek bir plaka bulup bıçağını içeri soktu, makineye can veren kabloları gelişigüzel kesmeye başladı. Çalışamaz hâle getirdiği metal adamın güneş silahını kapıp diğerlerini vurdu. Hepsi yere devrildi. Hiçbirinin kanı akmamıştı, çünkü hiçbiri canlı değildi.

Torak onların işe yarayabilecek parçalarını söktü. Heybesini epey doldurmuştu. Diğer güneş silahlarını da alıp sırtına astıktan sonra sürüye döndü.

O gece, Torak’ın şerefine büyük bir kutlama yaptık. Yemekler yendi, şarkılar söylendi dans edildi. Şenlik boyunca Torak’ın gözü Şela’daydı. İkisi çocuklukları boyunca kovalamaca oynamış, güreşmiş, arkadaşlık etmiş olsalar da kızın yeni yeni belirginleşmeye başlamış göğüsleri Torak’ın onu farklı bir şekilde arzulamasını sağlıyordu. O gece Şela, Torak’ı ilk kez yatağına aldı.

Kardeşlerimden biri çırılçıplak yatan çifti dürterek uyandırdığında güneş çoktan doğmuştu. Torak yorgun hissediyordu. Bütün gece oynaştıkları için anca uykuya dalmış, yeterince dinlenememişti. “Ne oldu?” diye sordu kardeşine.

“Kocakarı seni istiyor.”

Torak ona kıçını döndü. Şela’nın koynunda uyumaya devam edecekti. “Öğlen giderim.”

Şela yattığı yerde doğruldu. “Kocakarımızı bekletemezsin.”

“Nedenmiş o?” diye homurdandı Torak.

Odadaki diğer oğlanın edep yerlerine baktığını fark eden Şela’nın yanakları kızardı. Yataktan kalkıp kürkünü üstüne geçirdi. “Sürüyü kocakarı ayakta tutar,” dedi. “Erkekler de hiçbir şeyden anlamıyor.”

“Öyle olsun,” dedi Torak. Ağzı yırtılacakmış gibi esnerken kıyafetlerini giydi. “Gece için teşekkür ederim.”

Kocakarı, bir ayı postunun üstüne oturmuş, önüne dizdiği silahları inceliyordu. Torak’ın geldiğini görünce “İyi iş çıkarmışsın,” dedi.

Torak onun kırış kırış olmuş yüzüne, yaşlılıktan bükülmüş beline baktı. Kadın, sürüdeki herkesten farklı görünüyordu. “Teşekkür ederim anne,” dedi çekinerek.

“Bir daha ne zaman çıkacaksın?”

“Gökteki atalarımızın izniyle birkaç gün içinde.”

“Güzel. Sanırım o birkaç günü dinlenerek değerlendireceksin.”

“Öyle düşündüm.”

“İyi düşünmüşsün. Kardeşin Şela seni yatağına almış diye duydum.”

Genç adam utansa da belli etmedi. “Evet. Gece birlikteydik.”

“Güzel olmuş. O kızın çocuk doğurma zamanı geldi. Bir yerden başlaması gerekiyordu zaten.”

“Beni bunun için mi çağırdın anne?”

“Hayır. Savaşımızla ilgili olarak çağırdım. Uygun gördüğün zaman çıkabilirsin ama yalnız çıkmayacaksın. Yanına on erkek kardeşini al.”

“Yalnız olmayı tercih ederim.”

“Bak Torak, sen büyük bir savaşçı oldun. Sürüdeki bütün anneler seni yetiştirdikleri için gurur duyuyor. Kardeşlerin seni örnek alıyor. Artık bir lider gibi davranmak zorundasın.”

“Ben lider değilim anne, lider olamam, senin gibi değilim.”

“Benim gibi olmanı istemiyorum zaten… Hiç düşündün mü, neden erkekler savaşır, kadınlar sürüyü idare eder?”

Torak omuz silkti. “Bilmem. Doğal olan bu değil mi?”

“Peki bebeklerin nasıl olduğunu biliyor musun?”

“Erkekler kızların içine tohumlarını bırakır. Yazın bırakırsa kışın, kışın bırakırsa yazın bebek doğar.”

“Evet. Olay şu Torak. Hangi bebeği hangi kızın doğurduğunu biliyoruz ama o kızın rahminde hangi erkeğin tohumu filizlendi bilemiyoruz. Bu yüzden kadınların çocuklarla farklı bir bağı oluyor. Onlarla ilgileniyorlar, sütleriyle besliyorlar…”

“Anladım. Erkeklerin de dışarıda olması, yiyecek getirmesi, düşmanlardan kurtulması gerekiyor.”

“Aynen öyle ama unutma, bir sürü ancak birlikte avlanırsa güçlü olur. Birilerin de dışarıdayken liderlik etmesi gerekiyor. Benim gibi değil, kendin gibi. Çünkü erkeklerin de lidere ihtiyacı var.”

Torak gözlerini yere indirip biraz düşündü. “Tamam,” dedi en sonunda.

“Güzel… Güneşin doğduğu yönde iki gün yürümenizi istiyorum. İzci kardeşlerin metal adamların orada büyük bir merkez kurduğunu söyledi. Orada kendileri gibi makineler inşa ediyorlarmış. Orayı yok etmek zorundasınız. Yoksa gittikçe daha kalabalık olacaklar ve sonunda hiçbirimizi bırakmayacaklar.”

“Tamam anne, sen merak etme. Sürüyü yaşatmak için gerekirse hepimiz ölürüz ama orayı yakıp yıkarız.”

Kocakarı önündeki güneş silahlarını işaret etti. “Giderken hepiniz bunlardan birer tane alın. Artık elimizde size yetecek kadar var.”

“Ama onlar burayı savunmak için.”

“İzcilerin anlattıkları doğruysa bunlar olmadan oraya zarar veremezsiniz.”  Bir anlığına düşüncelere daldı. “Işığa şekil verip onu böylesine yıkıcı bir silaha çevirmeleri çok acayip değil mi? Bu yaratıklar dünyamızda yürümezken biz ışığın büyük bir nimet olduğuna inanırdık. Önümüzü görmemizi, bitkilerin büyümesini sağlayan ışık, makinelerin elinde bir ölüm kaynağı oluyor. O şeyler doğal değil, buraya ait değil. Onlardan kurtulmak zorundayız.”

“Kurtulacağız,” dedi Torak. “Gideceğiz ve karşımıza çıkan her metal adamı kendi silahlarıyla öldüreceğiz. Ne pahasına olursa olsun sürüyü koruyacağız. Bundan sonra hiçbir kardeşim makinelerin elinde can vermeyecek.”

Kocakarı, delikanlıyı tutup alnından öptü. “Gökteki atalarımızın eli üzerinde Torak. Onlarla rüyalarımda konuşuyorum. Biz kazanacağız evladım, çünkü biz sürümüz için savaşıyoruz. Şimdi git, hangi kardeşlerinle yola çıkacağına karar ver.”

Torak, “Emredersin anne,” dedi ama ilk hedefi yatağı oldu. Yola çıkacağı kardeşlerimizi daha sonra seçecekti. Kafasını koyduğu gibi uykuya daldı. Anca kasıklarında gezen bir çift ufak tefek el hissettiğinde gözlerini açtı. İçgüdü olarak eli kamasına gitti ama silahsızdı. Dışarıda, ormanda olmadığını hatırladı. Onu elleyenin tüm muzipliğiyle kıkır kıkır gülen Şela olduğunu fark etti.

Cinsel organı sertleşirken, o da uzanıp genç kızın göğüslerini okşamak istedi. Sonra bir anda tuttu kendini. Kocakarının sözlerini hatırladı. Bir yerden başlaması gerekiyordu… Kendisi savaşmaya gittiğinde Şela başka erkek kardeşleriyle birlikte olacaktı. Torak bunu yapmamasını söyleyemezdi, ona engel olmaya hakkı yoktu. Kendisi de şimdiye kadar pek çok kızla birlikte olmuştu ve gelecekte başkaları da olacaktı.

Torak, Şela’yı ne okşadı ne de deneyimini renklendirecek herhangi bir tepki verdi. Yalnızca görev bilinciyle işini gördü ve kızın tatmin olmasını bekledi. Şela, bir terslik olduğunu anlasa da erkeklerin sık ve gereksiz bir şekilde kuruntulara kapılabildiğini bildiğinden çok umursamadı. Torak’ın kaslı vücuduna kedi gibi sokulup boynuna bir buse kondurdu. Oğlanın aksine rahatlamış ve mutlu hissediyordu.

Torak, birlikte yola çıkacağı kardeşlerine karar verirken özellikle Şela’nın ilgi duyabileceği erkekleri seçti. Birbirleri için canlarını ortaya koyacak bu savaşçılar birliği, sürünün tezahürat ve duaları eşliğinde gün doğarken yola koyuldu.

Onları birbirlerine bu denli bağlı kılan kardeş olmalarıydı. Aynı annenin rahminden çıkmamış olsalar da aynı kadınlar tarafından yetiştirilmişlerdi. Bir sürüde hangi çocuğu kimin doğurduğuna önem verilmezdi. Torak, onu doğuranın hangi annesi olduğunu sık sık karıştırırdı. Önemli olan sürünün bir evladı olmak, sürüye ait olmaktı.

Gün batarken kamp kurup çalı çırpı topladılar. Ateş yakmak için güneş silahıyla bir el ateş etmeleri yeterliydi. Torak herkesi etrafına toplayıp, “Yarından sonraki gün hayatta olacağınızın sözünü veremem,” dedi. “Hiçbiriniz bu yolculuğa benimle çıkmak konusunda tereddüt etmediniz. Eğer ben ölürsem, siz kardeşlerimle omuz omuza savaşmanın gururuyla ölürüm. Sürü için öldüğümü, şerefimle öldüğümü bilirim. Mutlu ölürüm. Nasıl hissedeceğinizi söyleyemem kardeşlerim ama ölürsek, hepiniz mutlu ölmeyi hak ediyorsunuz. Ve yaşarsak, sürüde büyük kahramanlar olarak karşılanacağız. Kız kardeşlerimiz bizi kutlamak, bizimle yatmak için sıraya girecek ve doğurdukları bebeklere bizim isimlerimizi verecekler.”

Heyecanlanan kardeşleri, yumruklarını oturdukları yere vurarak Torak’a tezahürat yaptı. Kimileri ulumaya, nara atmaya başladı. Genç adam, gerçekten de kocakarının öngördüğü lider olmuştu.

Daha sonra savaşçılar neşeli bir havaya büründü. Kamp ateşinin etrafında oturup hikâyeler anlatmaya başladılar. Yiyecek bulamayınca insan eti yemeye başlayıp canavarlaşan bir sürünün hikâyesi hepsini ürpertti. İnsanların metal adamlardan bile üstün olduğu zamanların öyküsünü merakla takip ettiler, anlatılana göre kendi aralarında savaştıkları için sahip oldukları her şeyi yitirmişlerdi.

Bütün gün yürüdükleri için yorgunlardı. Hikâyeleri dinlerken birer birer uyuyakaldılar. Sabah, yine gün doğarken yola çıktılar ve akşama doğru metal adamların merkezini buldular. Etrafı elektrikli tellerle çevrili bu tekinsiz yer, sürüyü tehdit eden her şeyin kaynağıydı onların gözünde.

Yine kamp kurdular. Bu defa Torak dışındaki hepsinin uykusu huzursuz, bölük pörçüktü. Ömürlerinin sonuna geldikleri düşüncesi peşlerini bırakmıyordu. Sabah, göz gözü görür olduğunda güneş silahlarıyla telleri delip içeri hücum ettiler. Metal adamları vurdular, ele geçirdikleri binaları ateşe verdiler.

Torak mutluydu, uzun zamandır ilk defa Şela’yı unutmuş gibiydi. Savaşmak ona gerçek bir erkek gibi hissettiriyordu. Ancak düşmanlar durmadı. Dalga dalga gelip sürünün oğullarını çembere aldılar. Kardeşler durmaksızın ateş etse de kaybettiklerini anlamışlardı. Işık dalgalarının vücutlarını delip geçmesini beklerken birinin, “Durun artık!” diye bağırdığını duydular. “Bitsin bu saçmalık!”

Torak şaşkınlıkla sesin geldiği yöne baktı. Daha önce metal adamların konuştuğunu duymamıştı. Aradan sıyrılıp kardeşimin karşısına geçtim. “Beni vurmayacaksın, değil mi?” diye sordum.

Vücudumun yarısı metalden olsa da beni tanımıştı. Fal taşı gibi açılmış gözlerini suratıma dikti. “Hamet! Bu sen misin? Sana ne yaptılar? Ölmüştün sen…”

Gülümsedim. “Beyin ölümüm gerçekleşmemiş. Kalbim durmuş sadece. Beni mezardan çıkarıp tedavi ettiler. Vücudumda düzeltemeyecekleri parçaları da bu protezlerle değiştirdiler işte.”

“Beyin ölümü ne demek, protez ne, neden bahsediyorsun sen? Nasıl bir oyun oynuyorsunuz bana?”

“Kardeşim, benim. İnan bana. Sürüye gelsem kimse bana inanmazdı, o yüzden sizin gelmenizi bekledim. Ama sizi sürekli takip ediyordum. Nanobot dedikleri makineler var. Görülemeyecek kadar küçük metal sinekler gibi düşün. Onlarla sizi izledim hep. Ne düşündüğünüzü bile duyabiliyorum.”

“Kimse kimsenin ne düşündüğü duyamaz.”

“Ama ben duyabiliyorum. Şu anda Şela’yı düşünüyorsun. Hissettiğin bu şeye aşk deniyor. Hepsini anlatacağım. Sadece şu silahlarınızı indirin.”

Torak silahına daha sıkı sarıldı. “Olmaz! Düşman hattındayım.”

Androidlere işaret etmemle hepsi tabancalarını yere bıraktı. “Bak, onlarda da silah yok. Bana doğrultmayın yeter. Ben de anlatayım. Olur mu?”

Torak, kardeşlerimize işaret etti ve dediğimi yaptılar. Yine de her an ateş edebilecek gibi duruyorlardı. “Sen, sürüyü bırakıp bu mahluklara mı katıldın?” diye sordu.

“Onlar mahluk değil,” dedim. “Bir zamanlar onlar da insanmış. Eski insanlar. Bu metal vücutları, güneş silahlarını, gökten inen araçları, hepsini insanlar yaratmış. Ama savaşlar yüzünden dünyada yaşayamayacak hâle gelmişler. Zihinlerini bu bedenlere aktarmışlar. Bana hepsini gösterdiler. Onlar düşünceler aracılığıyla konuşuyor. Buna sinyal deniyor. Birbirlerine sinyaller gönderiyorlar. Beynime bir şey yerleştirdiler, bu sayede ben de onlarla konuşabiliyorum. Bu sinyaller sadece ses değil, görüntü de taşıyabiliyor.  Eski dünyayı bu sayede izledim. Sizin düşüncelerinizi de bu sayede duyabiliyorum. Zaten onlar da bizim dilimizi konuşuyorlar. Yalnızca daha eski hâlini. Mesela biliyor musun, senin isminin bir anlamı varmış.” Yerden bir avuç kum alıp gösterdim. “İşte bu. Ama onlar biraz daha farklı telaffuz ediyorlar, ‘torak’ değil de ‘toprak’ diye. Çok güzel bir isim olduğunu söylediler. Biz topraktan filizlenenleri ya da o bitkileri yiyenleri yediğimiz için. Bizi besleyen toprak olduğu için.”

“Bu savaşı onlar başlattı Hamet. Ağaçlarımızı kestiler, hayvanlarımızı öldürdüler.”

“Yalnızca kendilerine yaşam alanı açmaya çalışıyorlarmış. Binlerce yıl önce dünyayı terk etmek zorunda kalmışlar. Göğün hemen ötesinde, havada süzülen evlerde yaşıyorlarmış. Yörünge deniyor oraya. Artık geri dönmek istiyorlar. Burası onların da yuvası. Bu metal bedenlere konuşma özelliği koymaları gerekmemiş, o yüzden bizimle iletişim kurup anlatamamışlar. Önce sürü onlara saldırmış. Aslında bize yardımcı olmak, daha medeni yaşamlar sunmak istiyorlar. Eski dünyayı yeniden kurmak istiyorlar. Hayvanlar gibi yaşıyoruz Torak. İnsanların sürüsü olmaz. Eskiden aileler varmış. Çünkü kadınların kimden hamile kaldığı tespit edilebiliyormuş. Bir çocuğun tohumunu atan erkeğe baba deniyormuş. Baba da aynı anne gibi çocuğu sevip koruyormuş. Herkesin tek bir annesi ve tek bir babası olduğu için onlarla arasında özel bir bağ oluyormuş. Kimse sürü için yaşamak, sürü için ölmek zorunda değilmiş. Kendin için, mutlu olmak için yaşıyormuşsun.”

“Bu yanlış!” diye sözümü kesti. “Bencillik bu. Önemli olan sürüdür.”

“Hayır Torak, anlamıyorsun. Şela’nın senin olmasını istiyorsun, sen de yalnızca onun olmak istiyorsun. Sürü buna izin vermiyor. Çünkü aranızda böyle bir bağ oluşursa sürüden koparsınız. Ama eğer eski insanların teknolojisine sahip olursak, daha güvenli evlerde yaşarsak, daha kolay yiyecek bulursak, sürü hâlinde yaşamak zorunda kalmayız. O zaman Şela’yla aile olabilirsin. Yalnızca senin bebeklerini doğurur. Annelerin çocuklara karşı ne hissettiğini sen de hissedebilirsin. İstemez misin bunu?”

“İstemem!” diye bağırdı. “Hainsin sen! Hain! Bu metal yaratıkların bizi öldürmek istediğini sanırdım, yanılmışım. Daha kötüsünü istiyorlar, sürümüzü yok etmek istiyorlar.”

“Başka sürülere yardımcı olmuşlar ve o insanlar şu anda mutluymuş. Beni onlarla tanıştırmayı teklif ettiler ama seni beklediğim için gidip göremedim. Kabul edersen birlikte gidip görebiliriz. Ben sizin kahramanlıklarınızı gördüm. Sürümüzü korumak için yaptıklarınızı gördüm ve sizinle gurur duyuyorum. Onlar da sizin bağlılığınızı takdir ediyor. Düşman değiller, bize yardımcı olmak ve birlikte barış içinde yaşamak istiyorlar.”

“Barış istiyorlarsa ormanımızdan uzak dursunlar. Sürümüzden uzak dursunlar.”

“Bu mümkün değil maalesef. Yörüngede bekleyenlerin sayısı, dünyadaki tüm sürülerin toplamının beş katı. Savaşın üstünden geçen zamana rağmen dünyada yaşamaya uygun hâle gelmiş yerler çok kısıtlı. Onlar yeniden insan hislerine sahip olmak, en azından benim gibi yarı mekanik bedenlere geçmek istiyorlar. Bu yüzden onlarla bir arada yaşamak zorundayız. Azınlık olan biziz.”

“Biz deyip durma. Benim kardeşim Hamet geçtiğimiz kış öldü. Cenazesini yaptık, gömdük onu. Sen kardeşimiz değilsin. Bizim sürümüzden değilsin. Sen onlardan birisin.”

“Düşüncelerin, söylediklerinden çok farklı Torak. Şela’nın yalnızca senin olması fikriyle yanıp tutuşuyorsun. Sürü seni öyle şartlandırmış ki aslında ne istediğini söyleyemiyorsun bile.” Gerçeği biraz çarpıtmıştım. Şela zihninde büyük yer tutsa da kafasındaki asıl düşünce silahını kaldırıp beni öldürmekti. Androidlerden onu derdest etmelerini rica edebilirdim ama esaret altına girerse benimle asla konuşmazdı. Sürümüz için canımla kumar oynadım ve anlatmaya devam ettim. “Ben sürü için çabalıyorum. Siz gerçek bir savaş verdiğinizi mi düşünüyorsunuz? Bedenlerini çalışmaz hâle getirmekle onları öldürmediğinizi farkındasınız, değil mi? Onlara rahatsızlık veriyorsunuz yalnızca. Tüm sürüyü birkaç saat içinde imha edebilirler. Bu onlar için böcek öldürmek gibi olur. Biz istesek de istemesek de dünyaya yerleşecekler. Hayatta kalmak için tek şansımız onlarla uzlaşmak!”

“Sen hiç anlamamışsın, ucube. Sürü, hepimizin üstündedir. Sürüyü ayakta tutmak için gerekirse kadın erkek hepimiz ölürüz. Aynı suretine büründüğün kardeşimin zamanında kendini feda ettiği gibi.” Beni vuracağını anlamıştım. Kendimi kenara atmaya çalıştım ama hızlıydı. Göğsümde büyük bir delik açtı. Bedenim ölür, zihnimse buluta aktarılırken androidlerin kardeşlerimin canını aldığını duyabiliyordum.

Yazar: Sadık Efe Sarıtunalı

Bilgisayarla fazla ilgilenir. Boş zamanlarında ise çizgi roman okur. Bir gram çizim yeteneği olmadığı için çuvalladığı çizgi romanlarından sonra en büyük hayali kendine bir çizer bulup çizgi roman yazarı olmak. En büyük tutkusu ise bilimkurgu.

İlginizi Çekebilir

gokcan sahin oyku

Kanayan Duvardaki Kelimeler | Gökcan Şahin (Kısa Öykü)

Burada ölümün rengi yeşil. Kokusu portakal, dokusu tuhaf. Elinizi belli bir yöne doğru sürterseniz yağ …

Bir yorum

  1. Merhume Aklıbaşında

    Keyifli, akıcı ve bence en önemlisi inandırıcı bir hikayeydi. Anlatım tarzı, karakterlerin davranışları ve psikolojileri vb. tema ile oldukça uyumluydu. Yalnızca diyalogların biraz zayıf kaldığını düşünüyorum. Bütün karakterler aynı üslupla konuşuyor, en azından Kocakarı’nın üslubu daha ağır olabilirdi. Ellerine sağlık, hoş bir kısa hikaye.

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin