En çok oturduğu tekli koltukta gözünü açtığında, perdenin arasından giren güneş ışığı tam yüzüne vuruyordu. Işığı bir anda kesen şeye yaşlı gözleriyle odaklanmaya çalıştı. Genç bir kadın ona bakıyor, uyanıp uyanmadığını kontrol ediyor, sorular soruyordu. Hemen ardından kafasından çıkarılan kask ve kadrajına giren Eymen, ona ne yapıyor olduğunu hatırlattı.
‘’Bitti mi?’’ diye sordu.
‘’Gayet iyiydi Cihan bey.’’
Onu bu işe sokan, yan evde oturan Eymen’di. Az yardımı dokunmamıştı yaşlı adama. Boya kokan evine gelip tablolarını izler, sorular sorardı. Yıllarını endüstriyel tasarım alanında çalışarak geçirmişti ve gerçekten dolu bir adamdı onun için Cihan Kaynar. Sırf tekrar ziyaret edebilmek için ihtiyacı olan boyaları, ilaçları getirir hatta iş dönüşü markete uğradığında Cihan bey için de alışveriş yapardı.
Her konuda en iyi cevapları onun verdiğini iddia ediyordu Eymen. Pazar günleri kahvaltı sonrası verandasına kahve içmeye davet eder, laflarlardı. Eymen’in eşi de zaman zaman onlara katılır ancak konu derinleşip iki adamın ortak ilgi alanlarına gelince sadece dinlemekle yetinirdi.
Yine bir koyu sohbet içine girmiş tartışırlarken, konu teknolojinin yasaları nasıl değiştirdiğine geldi ve Cihan bey bir yorumda bulundu:
‘’Etik, insanlık var olduğundan beri çok yol kat etti ancak şu son değişimler o kadar hızlı ki bu yaşta pek çoğunu takip edemiyorum. Bana bir ilerlemeden çok yama gibi görünüyor.’’
‘’Aslına bakarsanız pek çoğunu saçmalık olarak görüyorum,’’ dedi net bir tavırla gülerek. ‘’Bizim şirketi zora sokan o kadar çok mevzu var ki… Özellikle uluslararası bir franchise olunca etkileniyoruz.’’
Bunun üzerine gülümsedi Cihan bey. ‘’Yasalar da teknolojiyle birlikte bize geç ulaşıyor desene. Bizim zamanımızda mecliste kıyamet kopar yumruklar havada uçuşurdu… Heheh şimdi nasıl? Daha geçen gün bir parti lideri, düşünce bulutu seansında sinirlendiği için alakasız bir kötü anısını iktidar partisine yolladı ve tacizden ceza aldı.’’
‘’Sözcüklerle iletişimin hantal olduğunu empoze eden bir çağda büyüdüm ben hocam… Siz farkı daha iyi anlarsınız tabii. Bakın ne güzel tartışabiliyoruz sizinle oysa. Tamamen organi-’’
Stick denen işaret parmağı boyutlarındaki cihaz ötünce Eymen aleti eline aldı ve bir şakağına dayadı ucunu.
‘’Benim hanım ya, pardon hocam.’’ dedi ve tamamen farklı bir ruh haline girip kendi düşüncesini tüm hissettikleriyle kaydetti, yolladı.
‘’İyi de Özge evde değil mi oğlum?’’
‘’Tartıştığımız bir konu vardı da… Neyse devam edebiliriz.’’
Özge, verandaya girip boş fincanları her şey yolundaymış gibi gülümseyerek götürdü.
Az önce yaşananlar insanlar için o kadar sıradanlaşmıştı ki son on yılını evinde geçiren Cihan ne dese kuşak çatışmasına sebep olacaktı. Ne deseydi yani? ‘’Bizim zamanımızda toplum içinde kulaktan kulağa konuşmak bile hoş görülmezdi.’’ mi?
Bir yandan bu teknoloji sayesinde insanlar çok kolay empati yapabiliyordu. ‘’Bir de şu açıdan bak.’’ diye insanları zorlamaya gerek yoktu. O şeyi düşününce zihninde parlayan tüm duygusal ve mantıksal şablonu, dijital bir mesaj olarak başkalarına sunabiliyordun. Peki empati zahmetsiz yapılan bir şey mi olmalıydı, tartışılırdı. Eymen’in çalıştığı büyük bilişim şirketi de bu düşünce bulutu ile ilgileniyordu. Ar-Ge departmanının Türkiye kolundaydı Eymen. Henüz bu teknoloji hedeflenen noktaya ulaşmamıştı ve yeni sayılırdı. Odaklandıkları en önemli problem ise bilginin en fazla 10 dakika hayatta kalıp daha sonra buharlaşmasıydı. %100 dijital işleyen bir sistem olmadığı için bir hafızada sonsuza dek saklanamıyordu. Bu başarıldığı zaman olay, zihinlerin sonsuza kadar yaşayabileceği sanal ortamlar yaratmaya kadar gidebilirdi.
Cihan bey, çalan kapıyı açtı. Eymen, elinde poşetlerle dikiliyordu.
‘’Gel bakalım,’’ diye buyur etti içeri.
Eymen, poşetleri koyup çabucak ceketini astı.
‘’Son halini görmek için sabırsızlanıyorum,’’ diyerek Cihan’ın peşinden odaya girdi.
Fırçayı tekrar eline alıp gülümsedi Cihan bey. ‘’Birkaç rötuş kaldı işte.’’ dedi ve süzdü tabloyu.
Eymen ise hem büyülenmiş hem şaşırmıştı. Odadaki diğer tüm soyut tablolara baktı ve ‘’Sizden bu kadar somut bir eser beklemiyordum, şaşırttı ama harika olmuş yine. Elinize sağlık,’’ dedi resimdeki genç kadına bakarak. Eserin merkezinde güzel bir kadın vardı. Kim olduğunu soramadı ama herhalde önemli biriydi.
‘’Ben ellerimi yıkayıp geleyim yanına, sen otur,’’ dedi boyalı ellerini göstererek Eymen’e.
Beklerken kitaplığın rafında duran fotoğrafı fark etmesi geç olmadı Eymen’in. Oradaki yaşlı kadın ile tablodaki arasında en az 35 yaş fark olmasına rağmen aynı kişi olduğunun fark edilebilmesi, Eymen’i daha çok etkilemişti. Yüz hatları ve detaylar harikaydı. Hemen Stick’ini çıkarıp, kafasına dayayarak bir kayıt oluşturdu. İnternet aracılığıyla müdürüne gönderdi.
Cihan Kaynar, ‘’Fark ettin demek?’’ dedi odaya girerken. Fotoğrafa baktığını görmüştü Eymen’in. En çok tercih ettiği tekli koltuğa oturdu.
‘’Eşinizdi sanırım?’’
Cihan gülümsedi,
‘’Nostalji hobim hep vardı, yaşım seni aldatmasın. Ama tabii… Geçmişimin değerini yaşadıkça daha çok anladım.’’
Artık Eymen için beklediği konuya girmenin zamanı geliyordu. Dikkatli bir tavır takınıp ellerini kavuşturdu.
‘’Bu çok iyi, onun değerini emin olun biz de biliyoruz.’’
‘’Biz?’’
‘’Aslında bugün size sunmak istediğim bir teklif için de geldim. Temel sorum şu: Harika bir anıyı tekrar yaşamak ister misiniz?’’
‘’Aynı şeyi tekrar deneyimlemek gibi mi, yoksa…’’
‘’Bu dünyadaki zamandan bağımsız, orada istediğinizi yapabileceksiniz.’’
Konu işe gelince artan heyecanı sesinden anlaşılıyordu Eymen’in. ‘’Bambaşka şeyler yaşayacaksınız tabii ki ancak veri kaynağı sizin beyniniz olunca, sizin hafızanızı temel alarak yaşatacak,’’ diye devam etti.
‘’Rüya görmek de böyle bir şey değil mi zaten? Bu kadar süslemeye gerek yok.’’
‘’Benzese de çok fark var hocam. Neden orada olduğunuzu hatırlayacaksınız bir kere. Aynı rüyada olduğu gibi sizin kontrolünüzde olmayan şeyler de gerçekleşecek.’’
Güldü. ‘’Harikaymış.’’ dedi. Yapabilecek olduğu ilk aklına gelen şeyler onu heyecanlandırmıştı. ‘’Bu iş için beni bir makineye bağlayacaksınız değil mi? Bilinçaltımın pek temiz olduğunu iddia edemem.’’
‘’Bize güvenebilirsiniz. Akışı ve duygu durumunuzu bilgisayardan takip edeceğiz ki o konuda bir endişeniz olmasın. Güzel zaman geçirmeniz için belli aralıklarla seratonin salgılamanıza neden olacak bilgiler yollayacağız. Kabusa dönse bile sorun yok, nasıl olsa hatırlamayacaksınız.’’
Cihan’ın tüm heyecanı bir anda sönmüştü. ‘’Nasıl yani?’’
‘’Maalesef tıpkı Sticklerdeki düşünce bulutları gibi yok olup gidecekler. İçeride bizim zamanımıza göre en fazla 10 dakika kalacağınız anlamına geliyor.’’
‘’İyi de eğer silinecekse, bunu yaşamamın ne anlamı var?’’
Eymen bir an için kaşlarını çatıp düşündü. ‘’Aaa, hiç bu açıdan bakma ihtiyacı hissetmemiştim dürüst olmak gerekirse, ama hocam yani… Ne kaybedersiniz sonuçta? Harika bir deneyim bu bence.’’
‘’Ne mi kaybedeceğim?’’ dedi ve duraksadı. Eymen’in aksine bir şeyler tam bu konu üzerine düşünmesi için dürtüyordu onu.
‘’Siz düşünün en iyisi. İnsanlığın kaderini belirleyecek çok önemli bir proje olduğunu da unutmayın.’’
Cihan, Eymen gittikten sonra sehpada unuttuğu Stick’ini buldu. Gördüğü kadarıyla ucunda kırmızı ışık yanıyordu. Bu hala silinmemiş bazı şeyler olduğu anlamına geliyordu. Henüz hiç kullanmamıştı bu aletten ve merak ediyordu. Eline aldı ve şakağına dayadı. Zihnine hücum eden bilgi yüzünden afallamıştı. Kendini 3 saniyeliğine başka biri gibi hissetmişti. Bu, gençliğinde kullandığı akıllı telefonların yanında sihir gibi bir şeydi. O duygu, imge ve düşünce topluluğunu kelimelere aktarmaya çalışınca şunlar ortaya çıkıyordu:
-3 aydır yakın takipteyim.
-Harika bir hayal gücü ve birikimi var. Bulabileceğimiz en sağlam deneklerden biri.
-Sizin bulduğunuz son denek gibi işi 2 dk’da bitmeyecek.
Evine gelen bir grup mühendis sistemi kurmaya başladılar. Tereddütlü de olsa teklifi kabul etmişti. İki türlü de hayatında bir şey değişmeyecekti. Böyle diyordu kendine ama yanlış olan bir şey de var gibiydi sanki… Onun hayatı değişmeyecekti; ancak ‘o’nun hayatı değişecek miydi?
Kafasına bir kask takıp, düşünce akışını test ettiler önce. Ne olduğunu sormaya yeltenmediği bir enjeksiyon yaptılar kolundan ve ‘’Başlıyoruz!’’ dedi kadın. Geri sayım bitmeden kendini başka bir alemde buldu Cihan. Bir yatakta oturuyordu. Kulaklarında azalan bir uğultu vardı. Ayağa kalktı, dengesini sağlamakta zorlandı önce. Odaya şöyle bir baktı ve hiçbir tepki vermeden gerçeklik algısını sorgulamaya başladı. Önce kendine dokundu, sonra eşyalara. Her şey fazla gerçekti. Üniversitede çıktığı evin yatak odasındaydı.
Beyni, hatırlamadığı yerlere otomatik olarak en uygun objeleri yerleştiriyordu. Dolabın rengini hatırlamaya çalışırken, tonları kendi kendine değişiyordu örneğin. Odadan çıktı ve banyonun yanındaki boy aynasında kendisiyle karşılaştı. En ciddi haliyle kendini bir süre seyretti. Gençti. Harika görünüyordu. Yavaş yavaş gülmeye başladı. 30 saniye sonra yere yatmış, kahkaha atıyordu.
Elini cebine attı ve cep telefonunu orada buldu. Deneyi her düşündüğünde aklına gelen kişiyi, eşini aramak istedi. Direk yanında hayal etse belirir miydi acaba? Onun rüyası değil miydi zaten? Denedi, ancak işler öyle yürümüyordu. Kendi isteğiyle yaratabildiği herhangi bir obje söz konusu değildi. Telefonu çıkarınca onun aradığını gördü. Solda kırmızı telefon simgesi, sağda yeşil, ortada da ŞAFAK yazıyordu.
O zamanlar, henüz çıkmadıklarını ama arkadaş olduklarını hatırlıyordu. Ne hatırlarsa öyle olacaktı gerçi. Keşke yanlış hatırlasaydı. Telefonu açtı.
‘’A- alo?’’
‘’Cihan nerede kaldın?’’
Sesini duyunca cevap veremedi.
‘’Ben geldim, Jolly Joker’in önünde bekliyorum.’’
‘’Konser?’’ diye sayıkladı kendi kendine.
‘’Efendim? Sesin iyi gelmiyor.’’
‘’Ha yoldayım ben Şafak. Geliyorum.’’
‘’Tamam, bilet almadık daha farkındaysan.’’
‘’Aa, sorun değil o tamam. Zaten gelmek üzereyim,’’ dedi ama ne olacaktı şimdi? Sırf ters tepki almamak için geçiştirerek konuşmuştu. Hemen kapıdan çıkıp merdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Nasıl gidecekti? Stres seviyesinin arttığını hissetti.
‘’İlk kortizol artışını karşıladık,’’ dedi Eymen. ‘’Stres seviyesi azalıyor.’’
Cihan apartman kapısına geldiğinde çoktan anlamsızca rahatlamıştı. Bir an çok abarttığını düşündü. Kapıyı açar açmaz karşısında Jolly Joker’i ve bilet kuyruğunu gördü.
Acaba hangi anıdan esinleniyordu şu an beyni. Şafakla çok konsere gitmişti ama yüksek ihtimalle bu seferkinde herhangi bir sevgili durumu yoktu. Karısını tekrar tavlamak zorunda mı kalacaktı şimdi? Gerçi zihni ferah olduğu sağlıklı çalıştığı sürece hem çocuk oyuncağıydı, hem de heyecanlıydı. Artık onu görmek istiyordu. Etrafına bir tur bakında ve işte, tüm gençliğiyle Şafak oradaydı. İkisi de zımba gibiydi.
Cihan, ona yaklaştıkça daha da güzelleştiğini görüyordu. Tüm algılarını en üst seviyeye çıkararak sarıldı. Uzun süre bırakamadı. İyi ki kabul etmişim bu işi diyordu içinden.
İçeri girdiklerinde o günü hatırlamaya başlamıştı. Ancak hangi grubun konseri olduğunu karıştırıyordu. Çokça benzer anı vardı ve uzun zaman geçmişti. O bunları düşünürken sahneye Mor ve Ötesi çıktı. Nostalji açısından gayet iyi bir grup olduğunu düşünürken bir şarkıdan sonra grup sahneden indi, yerine Athena geldi. Konserine gittiği bütün rock grupları sırayla sahneye çıkıp iniyorlardı ve herkes bunu normal karşılıyordu. Redd, maNga, Duman, Kurban, Flört, Gece, rahmetli Teoman… derken bir yandan alkol su gibi akıyordu.
‘’Neden daldın?’’ sesi geldi kolunun altındaki Şafak’tan.
O an içini kaplayan bir farkındalık hissi ile sarsılmıştı Cihan. Zamanı her an bitebilirdi. Daha hızlı değerlendirmesi gerektiğini düşündü ve dudaklarına yapıştı Şafak’ın. Eymen duygu durumunu kontrol ettiği sürece bir sorun çıkamazdı nasıl olsa. Jolly Joker’in karşısına ışınlanan evine gitmek zor olmayacaktı. Ne var ki, mekanın kapısından çıkar çıkmaz kendini yatak odasında bulacağını tahmin etmiyordu. Beyni, acele etme istediğine itaat ediyor olmalıydı.
Üzerine çöken 40 yılın birikimi, Dünya’da geçen 70 yılın yorgunluğunu alıp, bir tüy yığını gibi hafifletti ve havaya uçurdu. O kadar büyüktü aziz duyu organlarının ona sunduğu özgürlük ki galaksileri ayakları altına alabilecekti az daha sevişse. Hem şekerler hem kurşunlar, sistematik şekilde, hizmet halinde onun teninde yol alıyordu finale doğru.
‘’Zirveye yaklaşıyor. Grafiğin pik yaptığı yeri kaydedin. Daha sonra bırakın düşsün.’’
Deney bitmeden sonuçlandırabildiğine sevinmişti. Şimdiye kadarkilerin en iyisi olmuştu. Odaya, oradan oraya gezinen, parıldayıp sönen renkler hakimdi. Yatakta, Şafak’ın gözlerini izlerken söylediği şey, önemli bir mevzuyu hatırlamasına neden oldu.
‘’Bunu unutmam imkansız.’’
İşte o an içi gitmişti Cihan’ın. Gözünü tavana çevirdi. Kendini bu sanal dünyaya fazla kaptırdığını fark etti. Burası o kadar gerçek hissettiriyordu ki sonsuza kadar yaşamaya devam edip Dünya’ya geri dönmeyebilirdi. İki seçeneği de yoktu gerçi. Tek bir mutlak sonu vardı. Silinecekti tüm yaşananlar.
‘’Kendimden nefret ediyorum,’’ dedi Cihan.
‘’Emin misin? Ona kendim diyebilir misin?’’ cevabını aldı.
Şafak haklıydı. İşi kabul eden Cihan, bu yaşadıklarının hiçbirini bilmeden devam edecekti hayatına. Onun, yaşadığı eşsiz deneyimden sonra edindiği vizyonuna sahip değildi o yaşlı adam.
‘’Böyle düşünme,’’ dedi Şafak. Ben o adamı seviyorum. Onun sayesinde bunu yaşıyoruz. ‘’Ve onun yüzünden öleceğiz,’’ dedikten 3 saniye sonra başlayan depremle çalkalanmaya başladılar. İçini anlamlandıramadığı yoğun bir korku kapladı. Tavandan çıkan simsiyah bir el, önce devasa bir boyuta sonra ona ulaştı ve bedenini kavrayıp tavana çekti. Puding havuzuna yüzüstü saplanmış gibi tavana göçmüştü Cihan. Yüzü içeride kaldığı için nefes alamıyordu. Sakinleşip kafasını toplamaya çalıştı. Oksijenin bile olmadığı bu ortamda boğularak ölmesi imkansızdı.
‘’Bırakın vursun dibe. En yüksek seviyedeki stresi ve acıyı kaydedin.’’
El onu bıraktı ve yere düştü. Odada eşya falan kalmamıştı. Duvarlar hepsini yutuyordu. Şafak da duvardan çıkan siyah kollar tarafından esir alınmıştı. 2,3 bilemedin 5 kol tarafından… Ağzını tutan el yüzünden sesi çıkmıyordu. Cihan ona doğru yaklaştı ama odanın bir kenarından diğerine uzanan alevler aralarına girip buna engel oldu.
Durduğu yerde durmadı alevler ve Şafak’a yöneldiler.
‘’Tekrar ölemezsin,’’ diye mırıldanıyordu Cihan. Bir yandan kabus olduğunu bildiği bir deneyimi bu kadar takmaması gerektiğini mantığına yedirmeye çalışıyordu. Yüzünde hissettiği gözyaşlarına engel olamadı. Ne var ki gözlerinin önünde yanmaya başlayan karısı görebileceği en kötü şeydi. 12 yıl önce kaldıkları pansiyonda bu olay gerçekleşirken, odada değildi.
Arkasına döndüğünde veya gözlerini kapadığında bile aynı sahneyi görmeye devam ediyordu. Elinden bir şey gelmiyordu. En sonunda histeri krizi geçirip çığlık atmaya başlamıştı. Şu aptal deneyin bitmesini istiyordu artık. Bir yandan da bunun, ölmeyi istemekle aynı şey olduğunu fark edip daha da ürperiyordu.
Alevler tüm odayı kaplayıp onu da yakarken hiçbir şey hissetmiyordu. Aynı siyah el duvardan bir tabancayla çıkıp üzerine kurşun yağdırmaya başlamıştı. Her ne kadar acı hissetse de tamamen önceki acı deneyimlerine dayanan fiziksel acılardı bunlar. Ancak burada organik bir bedene sahip olmadığı için bu şekilde de ölemiyordu.
Belki de hala bir ihtimal vardı yaşaması için. Bu yaşananlar silinmezdi ve uyanıp devam ederdi hayatına. Cihan, bu düşüncesindeki bağlantıları bile kafasında tamamlayamadan her şey bitti. Bilinci kapandı.
‘’Tamamdır! İrem’cim bitirdik, neye bakıyorsun? Çıkarsana kabloları.’’
‘’Pardon… Tablolara dalmışım.’’
‘’Başarılı eserler. Benim favorim şu köşedeki,’’ diye gösterdi Eymen. Yarı açık bir kapıdan, perspektif ile görselleştirilmiş koridora uzanan siyah bir kol vardı.
Kadın, sistem kapandıktan sonra Cihan bey’in karşısına geçip nasıl olduğunu sordu.
‘’Beni görebiliyor musunuz?’’
Yavaş yavaş kendine gelen Cihan, ‘’Bitti mi?’’ diye sordu.
‘’Gayet iyiydi Cihan bey. Nasıl hissediyorsunuz?’’
‘’Göz açıp kapmaktan tek farkı yorgun hissetmem.’’
O sırada evin kapısı çaldı. Cihan refleks olarak ayaklanmaya çalıştı ama deney yüzünden kan şekeri düştüğü için gözü karardı.
‘’Ben bakarım, siz dinlenin,’’ dedi odadan başka biri.
Kapıyı açtığında karşısında silahlarını hazırlamış bir polis ekibi duruyordu.
İçeriye girip her odaya tek tek bakmaya başladılar. Kim varsa kelepçeleyip dışarıya alıyorlardı. Cihan ne olduğunu anlayamıyordu ve şaşkındı. Polislere ne yapmaya çalıştıklarını soruyordu sürekli. Eymen ise sadece sinirli görünüyordu. Cihan’dan başka kimseden ses çıkmıyordu.
Kapı açıldı, Cihan’ın avukatı içeri girdi ve karşısına oturdu. Tabletini önündeki masaya koydu.
‘’İyi haliniz gözetilecektir.’’
‘’Neden buradayım? Hiçbir şey yapmadım. Evladım benim o şirketle bir alakam yok!’’
‘’Sakin olun efendim.’’
‘’Denek olan bendim, mağdur olan da benim.’’
‘’Aynen öyle, güzel. Ben de oradan kurtarmayı planlıyorum. Cinayeti rızanızla işlediğinize dair herhangi bir kanıt yok.’’
‘’Cinayet mi! Bir yanlışlık olmalı.’’
‘’Gerçekleştirdiğiniz deney, yapılması yasak olan, cinayete eşdeğer hatta daha büyük cezalar alabileceğiniz bir suç.’’
‘’Kimseyi ne öldürdüm ne öldürülmesine mani oldum ben.’’
Avukat içini çekti.
‘’Amcacım… Sizin nesilden birine bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama…’’ dedi ve tabletine dokunup masaya daha büyük bir hologram ekran yansıttı. Boş bir sayfa açıp eliyle ‘Y’ şeklinde bir çatal çizdi. Çatalın bir ayrımını az daha uzattı. Uzun olan dal ve Y’nin alt kısmını bir küme içine alıp ‘’Bu senin zaman çizgin,’’ dedi. ‘’Biz konuştukça yol almaya devam ediyor.’’
Cihan’ın kafası karman çorman oldu. Bir şeyler yanlış olmalıydı. Bu bir suç olamazdı. Alt tarafı sanal dünyada geçen bir deneyim silinmişti. Çok uzun bile değildi.
Bir tane de kısa daldan itibaren çizdi.
‘’Burası daha fazla ilerleyemiyor. Çünkü o insanı öldürdünüz. Yaşananlar silindiği için şuradan…’’ dedi dalların ayrım noktasını göstererek. ‘’Şuradan itibaren siz yaşamaya devam ettiniz. Çizdiğim kısa kümenin geçmişine sahip bilinç çoktan yok oldu. Yani deney sırasındaki siz. Uzun olan çizgi ise hala uzamaya devam ediyor. Tam karşımdasınız.’’
Suyundan bir yudum aldı.
‘’Belli sebepler yüzünden buraya Stick sokamıyorum. Görüşmemiz kaydediliyor. Aksi takdirde anlatmam daha kısa sürebilirdi.’’
‘’Buna gerek yok,’’ dedi Cihan. Bu yok oluşun yine kendi başına gelmiş olması daha çok etkiliyordu sanki.
‘’En azından güzel şeyler yaşarken öldüm,’’ dedi bir vicdan rahatlatma güdüsüyle.
‘’Öldü.’’