Bir Tarkovsky Şaheseri: Solaris

“Uzayı fethetmek falan istemiyoruz aslında. Dünyayı durmadan genişletmek istiyoruz. Diğer dünyaları istemiyoruz, bir ayna istiyoruz sadece.”

Hayal kırıklığına uğramış ve paranoyak Dr. Snaut (Yuri Yarvet) tarafından dile getirilen bu sözler, Andrei Tarkovsky’nin 1972 tarihli başyapıtı Solaris’in varoluşsal krizini ve korkutucu hakikatini basit ama etkili bir şekilde özetliyor. Yalnız, yarı yarıya terk edilmiş bir uzay istasyonunda ve en az onun kadar esrarengiz sözde bir gezegende geçen Solaris, insanın narsizmine dair diğer bütün dünya dışında geçen filmlerden daha derinlemesine bir inceleme fırsatı sunuyor.

Tarkovski bu filmde muazzam, güçlü görselleri evrendeki yerimiz hakkındaki derin yorumlarıyla hiçbir şeyi es geçmeden birleştiriyor. Yönetmenin Andrei Rublev ve daha sonra çıkan Stalker filmleri, yine insan felsefesini ve hayatımızı yöneten yüksek güçleri sorguluyordu. İlki bunu on beşinci yüzyıl Hristiyan Rusya’sında kaderin karmaşıklıkları arasında gezinerek yapıyordu, ikincisi ise kasvetli bir atmosfer çizerek. Ancak Tarkovski’nin varoluşsal endişelerini tek bir insanda toplayıp onu bilinmezin diyarlarına yollayan film Solaris’in ta kendisiydi.

solaris

Kris Kelvin (Donatas Banionis), Dünya’da kalan zamanlarını çocukluk evine yakın, yosun kaplamış bir göletin kenarına kurulmuş eski ve hoş yerlerde gezinerek geçiriyordur. Bir psikolog olan Kelvin, oradaki üç cesur görevlinin neden mantıksız, halüsinatif mesajlar yollamaya başladığını anlamak için Solaris uzay istasyonuna gitmekle görevlendirilir. Kelvin’in babası oğlunun uzaktaki gezegenden dönüşünü görecek kadar yaşamayacağını biliyor ve Kelvin, dünyadaki yaşamından nihai olarak arınmak için eşyalarını yakarken onu izliyor.

Kelvin’in ailesiyle ve yaşadığı yerle bağlarını birer birer kopardığı o dokunaklı ilk yirmi dakikadan itibaren, Solaris kendini insan olmanın ve dünyada yaşamanın nasıl bir şey olduğunu inceleyen bir film olarak gösteriyor. Uzay istasyonuna vardığında, geminin uzun krom koridorlarında Kelvin’e eski karısının, evinin ve istasyonda daha önce çalışan bilim insanlarının serapları musallat olur. Bu filmdeki bütün hayatlar kimlik tufanının yarattığı olay ufkunda, hassas bir denge üzerindedir.

Kelvin için on yıl önce intihar etmiş olan karısının ansızın istasyonda belirmesi ve bunun bir yanılsama olup olmadığı önemli değildir. Bir hayal mi, on yıllık kederin bir tezahürü mü yoksa ilahi bir halüsinasyon mu, bunların bir anlamı yoktur, Kelvin’e göre o gerçektir. Ona sarılabilir, onunla konuşabilir ve böylelikle eski karısının varlığı Kelvin tarafından belgelenebilir. Tarkovski bu fikri geçmiş veya gelecek bütün ilişkilerimize yayar ve onların gerçek olup olmadığı sorusunu sorar. Çevremizdeki insanları mı seviyoruz, yoksa onların algıladığımız hallerini mi? Onlara süreklilik sağlayan, hayat veren yalnızca onlar hakkındaki fikirlerimiz mi? Hakkındaki akli imgemizi çıkarırsak, birini aslında ne kadar tanıyoruz?

Tarkovski izleyiciyi sürekli olarak bu tarz can sıkıcı temel sorularla baş başa bırakıyor ve her şeyin merkezinde olmayabileceğimizi düşündürtüyor. Kenarlarda bile olmayabiliriz, belki sadece şeylerin atomaltı parçalarıyızdır. Solaris sadece görselliği ve harika set detaylarıyla sersemletip şaşırtmıyor, aynı zamanda hemen her sahnenin arkasına eklenmiş fikirlerle de bunları sürekli destekliyor. Bu film yalnızca tanınmış bir yönetmenin başyapıtı değil, aynı zamanda herkesin izlemesi gereken bir felsefi bilimkurgu filmi. Hiçbir film hayattan bu kadar yoksun bir yere bu kadar insani düşünceleri sığdırmayı başaramamıştır.

Filmin nefes kesen son sahnelerinde, Kelvin görünüşte eve döner ve babasını bıraktığı yerde aynı şeyleri yaparken bulur. Tarkovski böylelikle, felsefi uzay istasyonunun hava kilidini açıp gerçek dünyayı içeri almıştır. Bütün dünya solipsistik bir ateş düşü müdür? Uyanıp hayatın yeniden yapılanışına mı gözlerimizi açıyoruz, kozmosun ötesinden gelen bir vicdanla mı hareket ediyoruz? Tarkovski’ye göre, simüle edilenle gerçek arasında bir fark yoktur. Bir şeyin var olduğuna inandığımız sürece kalan her şey evrende kaybolur…

Hazırlayan: Ufuk Cem Çakır | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

olaf-stapledon-kapak

Felsefe ile Bilimkurguyu Harmanlayan Yazar: Olaf Stapledon

“Başka hiçbir kitabın hayatım üzerinde daha büyük bir etkisi olmadı.” Bu satırlar büyük bilimkurgu yazarı …

Bir yorum

  1. belma ballıkaya

    Harika bir film. Sadece bilim kurgu sevenler değil herkes izlemeli. Filmin işleyişi biraz yavaş ve ağır gibi görünse de aslında filmin anlatmak istediğini dikkatli bir şekilde dinlediğinizde anlayabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin