“Lütfen rahatınıza bakın. Sonuçlar hazır olduğunda size haber verilecek.”
Sol elinin avucuyla şakağına baskı yapıyordu.
“Ne kadar sürer?”
“Yaklaşık iki saat. Uyumak isterseniz ışığı kapatabilirsiniz.”
“Yok, kalsın.”
Hemşire, kafasını hafifçe sallamakla yetindi. Odadan çıkarken de bir süredir elinde bulundurduğu küçük beyaz kulaklığı takmak için zaman kaybetmedi. Demir, cama yaklaştı. Yirmi iki yıldır yaşadığı şehrin görüntüsü ilk kez canlı kanlı, gözlerinin önüne serilmişti. Her yerini heybetli iş merkezleri, plazalar ve oteller kaplayan kentin tam merkezinde burulan HM520 Kavşağı bir gülü andırıyordu. Kuzeybatıda bulunan, tonlarca beton arasında çırpınan Ray Ormanı zar zor seçiliyordu. Demir, kuzeydoğuda bulunan ve şehrin en küçük havalimanından yükselen uçağa odaklanmaya çalıştı. Gözlerini iyice kırpıp tekrar açtı. Bu sefer bir gözünü kapattı. Sonra diğerini. Birkaç saniye süren kontrol sonrasında ona ayrılan yere geçti. Bu büyük buluşma, onun için görme testinden başka bir şey ifade etmemişti. Ağrıyordu. Kafasına baskı yapan ağrılar şiddetlenip alın kaslarını germişti. Buna rağmen elindeki ekranla iletişimini ihmal etmiyordu. Çalıştığı şirketin aylık satış raporlamalarını düzenlemeye çalışıyordu, ancak gözlerini kaplayan duman bir türlü dağılmıyordu. Giderek şiddetlenen bulanıklık artık varsayılan ölçüdeki yazıları da okumasını engelliyordu. Değiştirdiği bazı ayarlar sayesinde boğulan harfler sadece birkaç dakikalığına yüzeye çıkabildi. İşi bırakıp sosyal medyaya göz attı. Okuyamadığı mesajlar ve durmadan gelen yenileri sabrını taşırıyordu. Telefonla arasındaki mesafeyi değiştiriyor, gözünü bir kısıp bir açarak bakıyordu. Son denemelerinden de bir şey çıkmayınca çıldırdı. Yumruğunu oturduğu yatağın kenarına vurarak bir güzel küfür etti. Cebinden hemşiredekinin siyahı olan kulaklığı çıkardı. Takarken ellerinin titrediğini fark etti.
“İD, kaç okunmamış mesajımız var?”
“Yüz yirmi altı.”
“Lanet olsun… Peki, kaçı üç yıldız öneminde?”
“Kırk üçü.”
“Hepsini sırayla oku. Hızı 4x yap.”
***
“Demir Kunt.”
“Hemen kontrol ediyorum… Oda B412.”
“Nasıl gidebilirim?”
“Buradan ilerleyin. Sağdaki koridoru takip edin. En sonda asansör göreceksiniz.”
“Teşekkürler.”
Tekrar telefonuna gömülerek devam etti… Ressamını tanımadığı tabloların asılı olduğu duvarları hızlıca geride bırakarak odaya ulaştı. İçeriden gelen inleme koridora yayılıyordu. Girmeden önce alışkanlık gereği kapıyı iki kez tıklattı.
“Oğlum, Demir?”
Sağ kolu yataktan sarkan Demir sırtüstü uzanmıştı. Gözleri kapalıydı. Palto ve çantasını yatağın ayak kısmına bıraktı ve iki plastik sandalyeden yakındakini alıp Demir’in yanında oturdu. İnleyen oğlanın gözleri hâlâ kapalıydı.
“Oğlum, nasıl oldu da nöbet geçirdin? Doktorlar ne dedi?”
“Ah… İD, anlamıyorum seni. Mesajı yeniden oku ve hızı normal yap.”
“Neren ağrıyor, oğlum?”
Aynı ses tonuyla üçüncü kez hitap ederken bunun tek başına yeterli olmayacağını anlayıp koluna dokundu. Son derece dikkatlice yapılmasına rağmen bu temas onu korkuttu. Aniden yatağın diğer tarafına çekilip kulaklığını çıkardı. Gözlerini tamamen açmıştı, ancak her şey o kadar kirliydi ki karşısındakinin kim olduğunu çıkaramıyordu. Sadece kadın olduğu ve siyah giydiği anlaşılıyordu.
“Kimsin sen, göremiyorum.”
Korkmuş kadın yanıtladı.
“Benim, oğlum, annen. –
“Duyamıyorum. Ah… Yüksek sesle söy… Başım…”
Ağrıları dayanılamaz hâle geldi. Takati kalmamıştı. Kendisini çekildiği tarafta daha fazla tutamayıp yatağın merkezine bıraktı.
“Yavrum! Ne oldu sana böyle? Su vereyim mi?”
“Hayır… Anne… Başım çok ağrıyor… Belimi hissedemiyorum. Ah… Ellerim sanki… yanıyor gibi. Analiz sonucum gelmedi mi?
Tir tir titremeye başladı. Nefes ritmi de değişmişti. Oğlunun gözlerinden akan grimsi yaşı kadın ilk kez görüyordu. “Gelir birazdan. Sen şunu iç!” diye ona kendi suyundan uzattı. Demir’i böyle gören annesi ne yapacağını şaşırmıştı. Belki iyi gelir diye camı açtı ve atkısıyla yüzünü yelledi. Bu sırada doktor koşarak içeri girdi. Ardından da hemşire. “Durun!” diye seslendi anneye. “Hemen uzaklaşın oradan!”
“Doktor Bey?” diye panikleyen kadın kalkıp kenara çekildi. İlk önce hastanın kulaklığını çıkaran doktor, yerini tıkaçla tıkadı. Daha sonra gözlerini bantla bağladı.
“Ne yapıyorsunuz bana, doktor? Ne için bunlar?”
Demir, güçsüz hâliyle karşı koymaya çalışsa da yapamadı. Hemşire seri şekilde el ve ayaklarına iğne yaptı.
“Nerede kaldı bunlar?”
Doktor kapıya doğru bağırırken gencin kollarından tutup yatağa sabitlemişti. Oğlunu böyle gören anne gözyaşlarını tutamadı. Çok geçmeden iki kişi daha koşarak içeriye girdi. Getirdikleri siyah şeyleri Demir’in el ve ayaklarına giydirdikten sonra onu hızla odadan taşıdı…
***
“Sigara?”
Doktor elindeki paketi uzattı. Kadın hiçbir şey demeden birini alıp yaktı. Kurumuş gözyaşı, burnuyla elmacığını ayıran yolda iz bırakmıştı. Teras, HM520 Kavşağı’nı tam cepheden görüyordu. Doğudan batıya doğru uzanan trafik dakikalardır kıpırdamıyordu.
“Daha iyi misiniz şu an?”
“Evet, teşekkür ederim… Az önceki için kusura bakmayın, kendimi kontrol etmeliydim.”
“Sorun değil. Anne için anlaşılır bir durum.”
Doktor ara sıra özgür bıraktığı sigara dumanında kırılan şehrin görüntüsünü izliyordu. Hâlihazırda herhangi bir soruyu cevaplamak konuya başlamaktan daha kolay olduğundan bekledi. Fazla uzun sürmeyeceğini biliyordu.
“Oğlumun nesi var, doktor? Yaptıklarınız neydi öyle?”
Doktor, sigarasını söndürüp izmaritini kutuya attı.
“Oğlunuz yeni tür bir hastalığa yakalanmış. Maruz kaldığı bilgi miktarı beyin kapasitesini aşmış. Maalesef, durumu ciddi.”
“Ne söylüyorsunuz böyle? Onun hiçbir rahatsızlığı yoktu!”
“Sakin olun. Zaten bu illet aniden geliveriyor. Diğer hastalıklar gibi gelişim süreci izlemiyor. Yüzyıllar önce adını infobezite koyduğumuz ve dikkat eksikliği, kafa karışıklığı veya stresle kendini gösteren rahatsızlıkla aynı sebepten kaynaklanıyor. Aşırı bilgiden. Tabii ki eskiden edindiğimiz bilgi miktarı şimdikinden katbekat arttı. Modern türü çok daha farklı semptomlar gösteriyor ve…”
“Ve? Doktor, konuşsanıza!”
“Tedavi olmazsa… kesin ölümle sonuçlanıyor.”
“Aman Tanrım!”
Doktor bir anlık sendeler gibi olan kadını tuttu. Onu yaklaşık üç metre arkalarında olan oturma bölgesine götürdü. Kadın yüzünü iki avucuna aldı.
“Peki, ne yapmak gerek? Tedavisi nedir?”
“Hafıza temizliği.”
“O da ne demek?”
“Nasıl söylesem? Hastanın bellek havuzundaki bazı anıları temizlemek. Mesela, telefonları düşünün. Hafıza dolduğunda ne yapıyoruz?”
“Temizliyoruz.”
“Aynen öyle. Bu durumda bilgiler bizim anılarımız oluyor.”
Kadın iyice belermiş gözleri ve açık unuttuğu ağzıyla şaşkınlığını gizleyememişti. Şiddetini arttıran rüzgâr, doktorun güçsüz çakmağını biraz zorladı. Adım adım kızaran sigaraysa söyleneceklerin habercisiydi.
“Bunu nasıl yapacaksınız?”
“Ben değil. Siz.”
“Anlamadım?”
“İşlem çok kolay. Bellek Merkezi diye bir kurum var. Devlet tarafından özel olarak bu hastalık için tasarlandı. Orada Demir’in beynini Hafıza Yöneticisi diye bir makineye bağlayacağız. Sadece on beş dakika sürüyor. Sıfır risk. Önemli olan nelerin temizleneceğinin belirlenmesi. Annesi olarak hangi anıların silineceğini siz seçeceksiniz. Zor bir süreç sizi bekliyor, Aslıhan Hanım.”
Sigaradan derin bir nefes çekti. Hiç ilgisini çekmese de gökdelenlerden birinin arkasından çıkan ambulans helikoptere bakıyordu. Hasta yakınıyla göz teması kurmayarak ona gerekli olan zamanı ve rahatlığı sağladığına inanıyordu.
“Bunu Demir kendisi yapamaz mı?”
“Maalesef. Demir şu an özel koşullarda bekletiliyor. Duyu uzuvları maksimum şekilde izole tutulmalı ki daha fazla bilgi edinmesin. Yani hiçbir şey görmemeli, duymamalı ve dokunmamalı. Tat ve koku buna dâhil değil, çünkü onlardan edinilen bilgi neredeyse yok denilecek kadar az. Bu yüzden diğerlerini hemen engelledik. Zira edinilen her bilgide vücut, savunma mekanizması gereği kendisini kapatmaya başlamıştı.”
“Demek o yüzden beni duyamıyordu.”
Sanki doktorla değil de kendisiyle konuşuyormuşçasına fısıldadı.
“Elbette. Sadece kulak değil, diğer duyu uzuvları da her an bilgi edindikleri için giderek zayıflıyordu. Eski sağlığına kavuşması için bazı anıların silinmesi şart. Üstelik bunun için bir haftamız var. Aksi takdirde vücut kendini tamamen kapatacak… Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?”
“Ah, yavrum… Peki, anıları nasıl seçiyoruz, doktor? Silindiklerinde ne oluyor?”
Son sigara da ciğerlerine karıştı. İzmaritini bir önceki kutuya atıp geri geldi. Elleri üşüdüğünden onları cebine götürmüştü. Oturmadan devam etti.
“Burası biraz karışık. Size en basit dille anlatacağım. Öncelikle şunu söyleyeyim, yapacağınız şey aslında oğlunuzun hafızasından bazı kişileri silmek. Yani Demir uyandığında sildiğiniz kişiler onun hayatına hiç girmemiş olacak. Eğer silinenler anne veya baba gibi var olması kaçınılmaz olan bireylerse, onları seçeceğiniz sebepten dolayı ölü veya hiç tanımamış gibi kaydedeceğiz. Kısacası, birbiriyle kuvvetli bağlantısı olan iki anıdan birini silip diğerini korumak imkânsız. Çünkü insan beyni anıları boşluk üzerine inşa etmez. Bir temelin, yani diğer anıların üzerine inşa eder. Örneğin, sadece sevgilisiyle dün yaptığı kavgayı silemeyiz. Veya doğum günü kutlamasını.”
“Onu tamamen silmek gerekli.”
“Aynen. Çünkü sevgilisine ait tüm anılar, güçlü şekilde birbiriyle bağlantılı. Bulut gibi düşünün. İnsan hafızası böyle çalışır.”
“Yani ben birilerini seçeceğim ve onlar da oğlumun hayatından yok olacak.”
“Kabaca öyle.”
“Peki, kaç kişi seçmem gerek?”
“Bu insanların onun beyninde kapladıkları alana bağlı. Daha fazla anısı olduğu veya uzun süre tanıdığı biri silindiği zaman daha geniş bellek serbest kalır. Kesin olarak ne kadar hafıza silinmesi gerektiği meçhul. Dediğim gibi, bu hastalık yeni ancak şu ana kadarki gözlemlerimize dayanarak tavsiyemiz temizlenecek bölümün yirmi altı terebaytın altında olmaması yönünde.”
“Bu dediklerinizi nasıl yapacağım, doktor? Hem de bir haftada?”
“Şu an beyin verileri inceleniyor. İşlem bittikten sonra hafızasının harita kartı çıkarılacak ve oğlunuzun beyninde yer kaplayan her bir insanı ve onların tuttuğu alanın ölçüsünü görebileceksiniz. 1 Kasım’dan önce seçimlerinizi Bellek Merkezi’ne yollamanız gerek.”
Sirenlerin kornalara karıştığı şehri güneş terk edeli birkaç dakika olmuştu. Kadın kendini tutamayıp hıçkırıklara boğulduğu sırada doktor ayaktaydı ve helikopterin ufukta kayboluşunu izliyordu.
Kadının toparlanıp son sorusunu sorması epey zaman aldı.
“Hasta, silinen insanı tekrar görürse ne olur?”
“Maalesef… Silinen tüm anıların bombardımanı sonucu beyin şoka girer. En iyi ihtimalle tekrar hastalanır ancak bu sefer daha ağır geçer. Fazla anıya sahip olduğu biriyle karşılaştığındaysa… Ölüm riski çok yüksek. O yüzden silinen kişinin veya hastanın farklı bir bölgeye taşınması, yeni hayat kurması gerekiyor. Bellek Merkezi’ndeyse hastanın silinen kişilerle ortak tüm bağları yok ediliyor, sosyal medya
hesapları birbirinden gizli şekilde engelleniyor, tüm ortak paylaşım ve fotoğrafları siliniyor, bazı bilgiler manipüle ediliyor… Devlet tüm gerekli müdahaleleri sağlıyor. Hatta herkes kabul etmese de silinen insanlara isimlerini değiştirmelerini bile tavsiye ediyoruz.”
Kadın tekrardan avuçlarına kapandı. Ellerini ıslatan yaş azar azar yere damlamaya başlamıştı.
“Şuraya bir baksanıza.”
Doktor, eliyle kavşağı gösterdi.
“Haftada on dört gün iş. En az iki farklı meslek. Muhatap olmamız gereken yüzlerce insan. Onlarca sosyal medya platformu. Bir de yetmezmiş gibi ömrümüzü çalan trafik,” diyerek ironik bir gülümseme takındı. “Böyle giderse ya herkes bu hastalıktan ölecek ya da kimse bir birini tanıyamaz hâle gelecek.”
Bunu söyleyip gitti. Kısa süre sonra ayağa kalkan kadın, korkuluğa yaklaşıp şehri seyretti.
***
“Aslıhan Hanım, siz üzerinize düşeni fazlasıyla yerine getirdiniz. Bundan emin olabilirsiniz. Sadece bir kişiyi silmekle o kadar büyük bir iyilik yaptınız ki. Demir’in eski hayatındaki düzeni hiç bozmadınız desem yanılmam.”
“Umarım. “
Gözyaşlarına tutulan kadın şeffaf bölmeden oğlunu izliyordu.
“Umarım bu kez gerçek annelik yapabilmişimdir,” derken pişmanlığı da kederine eşlik etti. ” Son kez ona sarılabilir miyim?
“Bu… Bu yasak ama, biliyorsunuz,” diye yanıtladı doktor. “Odaya girmenize müsaade ederim, ama tamamen sessiz olmanız ve ona dokunmamanız şartıyla.”
Sevinen kadın, aradaki duvarı aşmak için acele etti. Sensör kapı, önündeki insana sağır olduğunu düşündürtecek kadar sessiz açıldı. Oğlu hareketsiz yatıyordu. Gözleri bağlanmış, kulakları tıkalı, elleri ve ayakları temas önleyici özel giysilerle kapatılmıştı. Birazdan buradan çıkacaktı ve bir daha onunla karşılaşmayacaktı. O normal hayatına devam edecek ve annesini doğum sırasında öldü olarak bilecekti ama kadının hiçbir günü onsuz geçmeyecekti.
“Doktor, teşekkür ederim. Her şey için.”
“Böyle fedakâr anneye asıl ben teşekkür ederim. Bu arada az önce haber aldım, Demir’in çevresindeki insanlarla görüşmeler gerçekleştirilip tamamlanmış. Sizin eklediğiniz kişiler de buna dâhil. Her şey hazır. Ameliyat iki buçukta başlayacak. Size iyi uçuşlar Ezgi Hanım, yeni hayatınızda başarılar.”
Yeni ismini ayrıca vurgulamıştı.
Kadın minnet dolu bakışlarla hücreyi terk etti…
ÜÇ YIL SONRA
Diğer masada oturan çifte yaklaştı kadın.
“Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum. Yüzünüz tanıdık geldi de, bir yerlerde karşılaşmış mıydık acaba?”
Onu kafeye girdiğinden beri ilk kez fark eden adam bir anlığına afalladı.
“Yok… yok, ne karşılaşması hanımefendi?”
Sertçe karşılık verdi ve hızlıca toparlanmaya başladı.
“Gidelim hayatım, hizmetlerini hiç beğenmedim.”
“Aşkım, daha yeni gelmedik mi? Ne hizmeti?”
“Hadi gidelim, burası çok boğucu. Canım da balık çekti hem.”
“Tersinden kalkmışsın galiba!”
“Şey… Ben… Özür dilerim.”
“Gerek yok!”
Hazırlanan adam, eşinden önce ayaklanıp çıkışa yöneldi.
“Emirhan, ne oldu sana böyle? Eşimin kusuruna bakmayın, lütfen… Beklesene!”
Olanlara anlam veremeyen kadın, bu kızgın adamı bir yerlerde gördüğüne emindi. Arkalarından dışarı çıkıp Tokyo Sokağı’nda gidişlerini seyretti. Bu arada hafızasını zorlamayı sürdürüyordu. Çift uzaklaştığı sırada adam kısa aralıklarla iki kez geri baktı. Kadın hâlâ oradaydı. Köşeyi dönmeden önce son kez kafasını çevirdi. Bu kez kadın yerdeydi. Eşinin kolundan sıyrılıp ona doğru koştu.
“Aslıhan! Aslıhan, hayır!”
“Cihan, hayatım, gözlerin hiç değişmemiş…”
Güçlükle fısıldadı. Yirmi yıl önce silinen kocasını hatırlamıştı.
Adam son cümlesini duyamadı. Yetiştiğinde kadın ölmüştü.
Çarpıcı bir hikaye; özellikle sonu çok etkileyici. Devamını ve benzerlerini görmek dileğiyle…