Poor Things kapak

Bir Uygarlaşma Hikâyesi: Poor Things

Yorgos Lanthimos, “çağımıza nasıl “yamuk bakmak” gerekir, bu bakışın sonuçları neler olur?” sorularını ilginç biçimde işleyen son dönem Yunan sinemasının önemli yönetmenlerinden. Bilimkurgudan fantastiğe, gerilimden drama uzanan bir çizgide, uygarlığın marjininde sorular soruyor. Pek çok ödül kazanan son filmi Poor Things (Zavallılar, 2023), daha önce bazı filmlerindeki motiflere benzer biçimde uygarlığı yeniden masaya yatırıyor. Bir Frankenstein hikâyesi üzerinden özgürlük, arzu, içgüdü ve zorbalığa dair derin düşüncelere yelken açıyor. Tür olarak filmi, İngiliz Viktorya Dönemi’nde geçen bir kara mizah ve distopik masal olarak tanımlamak mümkün.

Doktor Godwin Baxter (Willem Dafoe), babasının sayısız deneyine maruz kalmış bir bilim insanı olarak çevresindeki pek çok kişi tarafından yaratıkmışçasına algılanır. Dr. Frankenstein’ın modern bir yorumu olarak karşımıza çıkan karakter, evindeki hayvanlar üzerinde sayısız deney yapmakta, onlardan yeni birleşimler ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan, yaşına uygun bilişsel ve motor beceriler göstermeyen Bella Baxter (Emma Stone) adında bir de “kızı” vardır. Çok geçmeden öğreniriz ki, aslında Bella intihar etmiş hamile bir kadındır. Doktor Godwin Baxter, bebeğin beynini anneye transfer etmiş, böylece hem kendisinin çocuğu hem de kendisinin annesi olan yeni bir varlık ortaya çıkarmıştır. Çok geçmeden Bella, açık sözlülüğü ve doğaya “ampirik” bakışıyla çevresindekileri etkilemeye başlar. Dahası zengin bir kodamanın, Duncan Wedderburn’un (Mark Ruffalo) kandırmasıyla dünyayı ve insanlığı keşfe çıkar. Portekiz, Mısır, Fransa derken hem dünyadaki sınıfsal uçurumlarla, acı ve kederle hem de zevk ve varoluş sorunlarıyla yüzleşme imkânı bulur.

Uygarlık Meselesi

Lanthimos sinemasının, uygarlık ve onunla ilişkili olarak uygarlığın doğasında bulunan distopya yaratma eğilimini tutkuyla sorguladığını söyleyebiliriz. Köpek Dişi gibi erken dönem filmlerinden The Lobster ve Kutsal Geyiğin Ölümü‘ne varıncaya dek çehresi distopyaya dönük insanların ilişkilerini masaya yatırıyor. Filmlerine ise şu ya da bu biçimde, orta sınıf ve onun neredeyse sapkın bir hatta uzanan kompleksleri damga vuruyor. Bu kişiler, bazen otoritelerini bazen de sahip oldukları parasal imkanları kullanarak gitgide distopyaya dönüşen “kurtarılmış bölge”ler yaratıyor. Bu uygarlığın içindeki saklı ve çevrelenmiş alanlardaysa yeni bir uygarlık kuruluyor; arzu üzerine, içgüdüler üzerine yepyeni bir ilişkiler sistemi yapılanıyor.

Diğer filmleri gibi Poor Things de distopik bir çehreye sahip. Film bizi, henüz buhar teknolojilerinin ve elektriğin yeni yeni geliştiği alternatif bir 19. yüzyıl Viktorya Dönemi’ne götürüyor. Toplumsal ayrışma üst seviyede. Özellikle filmin İskenderiye’de geçen sahnelerinde görüldüğü üzere, yoksullar çok kötü şartlarda yaşarken zenginler onlara karşı son derece ilgisiz. Aradaki geçişi imkansız kılacak bütün alanların (merdivenlerin) yıkılmasıyla herkes kendi dünyasında yaşayıp gidiyor. Lanthimos, sınıf sorununa kendince “gerçekçi” bir üslupla yaklaşıyor. Zengin bir kadına jigololuk yapan adamın gösterdiği gibi, bütün mevzu bir konum sorunu gibi görünüyor. Zenci jigolo, “Eğer yoksulların arasına karışırsak zenginliğimizi elde etmek için bizi soyar ve öldürürler, tıpkı bizim de yapacağımız gibi,” diyor. Dolayısıyla sınıfsal ayrışma var; altta kalanların çocukları bir hiç uğruna ölüyor, ancak insan doğasının yıkıcı yapısı çözümden çok aktörlerin değiştiği yeni bir “oyun” sunuyor. Bu yüzden Lanthimos, giderek acıya bulanan bir toplumsal ilişkiler sistematiğinde toplumun yapısına sinmiş doğayı görmeye çok istekli davranmıyor.

Arzu ve İktidar

Lanthimos’a göre uygarlık, içgüdüler üzerinde sistematik denetim ile ilgili. Bireysel gelişim ise arzuların açığa çıkmasıyla, bu arzuların peşinden gitmeyle inşa ediliyor. Kahramanımız Bella’nın daha erken dönemde kendini “haz” üzerinden keşfetmesi, bu hazzın peşinden gitmesi de macerayı başlatan unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bella, nişanlısı Max’i hemen terk ediyor ve zengin Duncan ile dünya yolculuğuna çıkıyor. Duncan aslında kendini, “Don Juan” olarak kadınları ayartmaya vermiş. Bella’ya da gelip geçici bir heves olarak bakıyor, sıkılana kadar yanında tutmayı amaçlıyor. Onu uygarlaştırmaya, nerde nasıl davranacağını öğretmeye çalışıyor. Burada Lanthimos, Duncan’ın gelip geçici arzularında bir gedik açıyor ve Bella’nın patavatsızlığı, açık sözlülüğü ve “kral çıplak” tarzında iletişimi üzerinden, yani uygarlığın norm dışı davranış olarak gördüğü biçimlerden bir arzu nesnesi yaratıyor.

Bella bir kez bu konuma eriştiğinde, uygarlığın içinde arzularının peşinden giden bir anti-uygar olarak herkes tarafından arzulanan bir kadına dönüşüyor. Böylece Lanthimos, libidinal uygarlık enerjisinin söndüğü durumda marjindeki bir kahraman yoluyla arzulanan ve yasağa yönelik bir eğilim olarak öne çıkan şeylere dikkat çekiyor. Uygarlık bastırır, birey ise bastırmalara aldırmaz ve arzularının peşinden giderse kendi macera hattını çizer. Çok geçmeden Duncan’ın terk etmesiyle hayat kadınlığı yapmaya başlayan Bella, insan ilişkilerindeki çıkara, paraya dayalı “şeyleşmiş” ilişkilere şahit olduğu gibi müşterileriyle “oyun” oynayarak konuyu eğlenceli hâle getiriyor. Yine de bu şeyleşme karşısında çok fazla tahammül gösteremiyor ve bir yere akamayan nefret duygularıyla başa çıkmaya çalışıyor.

Fantezi mi, Arzu mu?

Maceranın ayrılış sonrası bir geri dönüşle son bulması klasik anlatı kalıbıdır ve Bella ister istemez “babanın ölümü” haberiyle yeniden evine dönüyor. Filmin anlatısına ilişkin önemli bir sürpriz bozan vermeyelim ama Lanthimos burada da diğer filmlerinde görünmeyen biçimde kurtarılmış bölgeyi yüceltiyor. Bella’nın varoluşsal durumu, işkence, nedensiz kötülük, hadım ve sünnet edilme gibi sembolik ve aynı zamanda “uygarlık” namına yapılan konuları gündeme taşıyor. Çözümü ise diğer filmlerinde pek görülmemiş biçimde fantezide buluyor. Filmin belki de en zayıf noktasının bu fantezi olduğunu söyleyebiliriz.

Her şeye rağmen Poor Things, geniş açı objektiflerden yararlanan sinematografisi, renkler üzerinden belirginleşen distopya ve toplumu, birey ilişkisi ve Emma Stone’un başarılı oyunculuğuyla normal kabul ettiğimiz toplumsal ilişkilere yamuk, farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor.

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

İlginizi Çekebilir

gunesi yaninda tasiyan adam-kapak

Çok Katmanlı ve Şaşırtıcı: Güneşi Yanında Taşıyan Adam

Bilimkurgu edebiyatında peş peşe distopya örneklerinin yayımlandığı bir dönemdeyiz. Bununla da kalmıyor, her fırsatta ütopyaları …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et