Kapitalizmin toplumsal yaşamdaki en büyük etkilerinden biri de hemen her şeyi metalaştırması ve metalaşan şeylerin biraz da insani bir perspektifle şekillendirilen özünün sürekli bozunuma uğramasıdır. Örneğin, yaşamın ve dünyanın değişimi yoğun bir nostalji duygusu yaratır ancak kapitalizm için nostaljik bilincin serinleme alanlarına yerleşen hatırasız nesneler nostalji arzusunu teselli etmek için piyasaya sürülen ürünler olarak karşımıza çıkar. Metalaşama ve bunun sonucu olarak yabancılaşma, 19. yüzyılda erken dönem teorisyenlerin hayal edemeyecekleri alana doğru sürekli yayılım kazanırken beden, yaşam ve zaman da bu metalar arasında çeşitlenen biçimleriyle yer bulmaya başlamışlardır. Boris Kunz’un yönetmenliğini yaptığı, Kostja Ullmann, Corinna Kirchhoff ve Marlene Tanczik igibi oyuncuların yer aldığı Paradise (Cennete Yakın, 2023), yaşamın metalaşması konusunu ele alan Almanya çıkışlı bir Netflix filmi. Eser, Andrew Niccol’ün 2011 yapımı In Time (Zamana Karşı) filminde olduğu gibi insan yaşamını ve onun zamanla ilişkisini “kıt” kaynak olarak değerlendiriyor.
Gelecekte bilim, insan yaşamını “doyurucu” biçimde uzatmayı başaracak teknoloji üretemese de bireyler arası yaşam transferini (gençlik transferi de diyebiliriz) mümkün kılan bir icat gerçekleşmiştir. Max (Kostja Ullmann), AEON adlı bu yaşam transferi sağlayan şirket için çalışan bir satıcıdır. Eşi Elena’yla (Corinna Kirchhoff) orta sınıf güzel bir yaşam sürerler. Bir gün yeni satın aldıkları ve hâlen taksitlerini ödedikleri evleri bir “kaza” sonucu yanar. Sigorta şirketi, kişi hatası olduğu için tazminat ödemeyi reddeder. Max ve Elena’nın başka parası yoktur ve Elena’nın ipotek olarak gösterdiği yaşamından 40 yılı vermesi gerekir. Max başarılı bir satıcı olarak şirket yöneticisi Olivia’dan (İris Berben) yardım ister, ancak çok geçmeden eşinin yaşamına el koyanın Olivia olduğunu öğrenir. Bir anda sistemin acımasızlığıyla yüz yüze gelen Max, artık yaşlanmış ve öz yıkıma uğramış eşine karşı yapılan bu adaletsizliği engellemek için Olivia’yı kaçırmaya karar verir. Yanlışlıkla Olivia’nın kızı Marie’yi (Lisa-Marie Koroll) kaçıran çift, yeniden yaşam transferi sağlamak için Litvanya’ya uzanan bir kaçış ve mücadele yürütmek durumunda kalır.
Uyanma Zamanı
Film klasik steryotiplere dayanıyor. Buna göre, kahramanımız iyi bir kişi olsa da bilinçsizce kötülüğün hizmetinde bulunuyor. Max de bu konuda istisna değil. AEON işletmesinin bir çalışanı olarak fakirlerin hayatlarını alıp zenginlere satmaya aracılık ediyor. Öyle ki, işletmenin yıllık en iyi çalışanları arasına giriyor. Yaşamının belli bir kısmını zenginlere satan kişiler, özellikle sancılı bir prosedürle karşılaşıyor ve işlemin tamamlanmasından birkaç gün sonra hızla ömründen kaç yıl verdiyse buna uygun bir fiziksel yaşlanma geçiriyor. Buna karşın insan yaşamının gençlik özütü öyle herkesle paylaşılacak bir şey değil. Genetik olarak kişilerin eşleştirilmesi gerek ve ancak doğru kişilerle karşılıklı değişim yapılabiliyor. Dolayısıyla, yeterli sayıda (doğru zamanda) donör bulunduğu ve başına bir felaket gelip erken ölümle karşılaşmadığı sürece herkes uzun yıllar yaşayabiliyor. Filmdeki şirket, tarih boyunca önemli ve genç yaşta ölen dehalara atıfla onların birkaç yıl daha yaşasa neler yapabileceklerini vurguluyor ve geliştirilen bu devrimsel teknolojinin etkilerine dikkat çekiyor. İlk bakışta bir kişinin yaşamından birkaç yılı verip bunun karşılığında ulaşması zor olan bir değere; eve, arabaya sahip olması mantıklı görünüyor. Bu işten karlı çıkanın, hapsolduğu bedende zamanı değersiz görünen yoksul insanlar değil, vampir gibi insanların üzerine çullanan zenginler olduğu hissediliyor.
Bu türden baskıya karşılık her zaman bir direnç olacaktır ve filmin ilk sekansında ömürlerini satan kişilerin ve alanların ahlaksız ilişkilerini protesto eden, bu konuda radikal saldırılar düzenleyen bir yeraltı grubu olduğu da açığa çıkıyor. Max önce bu saldırılara olumsuz yaklaşsa da, eşine yardım edeceğini söyleyen Olivia’nın tepkisizliği ve gerçekleşen olayların tesadüf olamayacak kadar birbiriyle iç içe geçtiğini anlaması sonucu tepki göstermeye karar veriyor. Hatta “gözetim kapitalizmi”nin ileri bir evresinde, aslında ömrünü çalmak için gönderildiği müstakbel eşine aşık olmasıyla nasıl işlerin tersine döndüğünü, Olivia’nın bu konuda nasıl sinsice yaklaşıp onları ipotek yükü altına soktuğunu ve en son yaşamlarına haciz koydurduğunu öğreniyor. Max bu konuda radikal bir tavır alıyor, Olivia’yı takip ederek onu enseleyip ele geçiriyor ve kaçırmaya çalışıyor. Amacı, bir doktor bulup süreci tersine döndürmek ve karısının kaybolan kırk yılını ona geri vermek. Çok geçmeden Olivia’nın korumaları peşine düşüyor. Dahası, gizli yeraltı örgütü de işe karıştığı için filmin sonu büyük bir çarpışma ve yüzleşme ile son buluyor.
Kapitalizm Öldürür mü?
Filmin, kapitalizmin yıkıcılığına ilişkin cevabı sert. Evet, kapitalizm öldürür. Onunla sistem içi, örneğin hakkınızı hukuki yollarla arayarak mücadele edemezsiniz. Dahası, filmin başında Elena oldukça koyu ve evrensel etik ve hümanizma taraftarı olarak Olivia’nın kızının başına kötü bir şey gelmesini istemiyor; içine düştüğü çaresizliğin yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmeye çabalıyor. Bu aşamada Elena’dan ziyade Max, kısasa kısas bir etik anlayışıyla Olivia’nın yokluğunda onun kızı Marie’nin yaşamını almak isteyen taraf oluyor. Ancak film ilerledikçe roller tersine dönüyor. Elena giderek acımasız ve amaçladığı şeyi elde etmek için her şeyi mubah görürken, Max yeraltı örgütünün bir üyesi olacak kadar sistemin adaletsizliği ve insanların özsel ve doğuştan kötülüğü fikrine yaklaşıyor. Marie ise hızla yaşlanma sürecine giriyor ve annesinin ona yardım edip yaşamının bir kısmını vereceğini umsa da hayal kırıklığına uğruyor. Annenin narsisistik yapısı, seçkin ve özel kişi olduğu sanrısı buna imkân tanımıyor ve anne, kızına yaşamından bir gün bile vermiyor. Böylece film, kapitalizmin kötücül doğasından insanın kötücül doğasına uzanıyor ve inandırıcı olmayan biçimde kahramanın bir “devrimci” oluşunun izini sürüyor.
Paradise, kapitalizme özgü yıkıcı araçların yaşamımıza nasıl sızdığını görselleştirmeye çalışsa da, bunu son kertede insanın kötücül doğasında yer alan bir kusur gibi göstererek yan çiziyor. Her şeye rağmen, geleceğin distopik toplumunda bolluk ve refahtan çok yoksul insanları bekleyen tehlikelere dikkat çekmesi kayda değer. Kıta Avrupa’sından distopik geleceğe dair ilginç bir film olarak şans verilebilir.