“Işıktır hayatım, ölüm rüzgârını bekleyen,
Elimin tersine konmuş bir kuş tüyü gibi.”
Amerikalı bilimkurgu yazarı Walter Tewis, 1928 yılında San Fransisko’da doğdu. İlk romanı The Huster’ı 1959’da yayımladı. Ardından kaleme aldığı Dünyaya Düşen Adam ise yayıncılar tarafından reddedildi. Yazarlığı bir kenara bırakarak öğretmenlik yapmaya karar verdi. Çeşitli lise ve üniversitelerde dersler vermesinin ardından 1978’de yeniden yazmaya döndü. Hemen akabinde ise Alaycı Kuş’u kaleme aldı. Nebula Ödülü’ne aday gösterilen roman, türün önemli örnekleri arasında yer aldı. Bu romanın ardından The Steps of the Sun (1983), The Queen’s Gambit (1983) ve The Color of Money’i (1984) yazdı. Tevis’in romanları sinema ve dizi uyarlamalarıyla da epey ünlendi. 1976’da Nicolas Roeg tarafından sinemaya uyarlanan Dünyaya Düşen Adam, bilimkurgu edebiyatı ve sinemasının klasikleri arasına yerleşti. Film özellikle Dawid Bowie’nin oyunculuğuyla hafızalara kazındı. The Queen’s Gambit (Vezir Gambiti) ise 2020 yılında Netflix etiketiyle diziye uyarlandı. 1984 yılında kansere yenik düşerek hayata veda eden Tevis, arkasında yedi roman ve onlarca öykü bıraktı. Tevis’in romanları on sekiz dile çevrildi.
İthaki Bilimkurgu Klasikleri Dizisi‘nin 69. kitabı olarak basılan Alaycı Kuş, temelde bir distopya olmasına rağmen bilimkurgunun pek çok alt türüne göz kırpıyor. Robotların egemen olduğu bir dünyada geçmesi sebebiyle siberpunk temasının da iyiden iyiye hissedildiği romanda, post-apokaliptik bir dünya tasviri de yer alıyor. İnsan eliyle kötüye giden bir sürecin aşamaları anlatılırken, bir yandan da hüzünlü bir öykü inşa ediliyor. Çevirisi Cihan Karamancı tarafından üstlenilen romanın büyük oranda günlük şeklinde kaleme alındığını da belirtmekte yarar var.
“İçinde bir yerde gömülü bir yaşam, bir hisler yaşamı bulunduğunu anlamaya başlıyordu.”
Spofforth adlı karakterle açılan öyküde, hikâyeyi anlamlandırmaya çalışıyor ve çok geçmeden bu karakterin bir robot olduğunu anlıyoruz. “9. Yapım” olarak adlandırılan robotların bir mensubu olduğunu ve bunların dünya üzerindeki en gelişmiş robot sınıfı kabul edildiğini öğreniyoruz. İnsan zihinlerinin birebir kopyalanması ile oluşturulan robotların bir hafızaları var. Rüya görebiliyorlar, hissedebiliyorlar ve insan gibi düşünebiliyorlar. 2400’lü yıllarda geçen romanda insanlığın neredeyse yok olduğunu ve hatta yeni çocuklar doğmadığını görüyoruz. Kendilerini yakarak intihar eden insanları da saydığımızda giderek azalan bir insan popülasyonuna şahit oluyoruz. İş gücünü hafifletmek amacıyla üretilmeye başlanan robotların zamanla insanlardan daha fazla olduğu yeni bir dünya düzeni karşılıyor bizleri. İnsanlar ise geçmişte kitlesel bir yok oluşa maruz kalmış. Spofforth, New York sokaklarında yürürken tasvir edilen çevrede içler acısı bir durum söz konusu. Çok fazla işte çalışan bu 9. Yapım robotun son işi ise üniversitede. Fakat üniversiteler eski anlamıyla kullanılan kurumlar değil. İnsanlık, zekâ anlamında gerilemiş ve okul gibi bilgi öğrenilen yerler mevcudiyetini yitirmiş. Hatta öyle ki, dünyada geriye kalan insanların hiçbiri okuma yazma dahi bilmiyor. Kitapların büyük çoğunluğu imha edilmiş, geriye kalanlar ise onları görecek gözler ve okuyacak ağızlardan yoksun.
Bir diğer karakter ise Paul Bentley. Zaten kitabın büyük çoğunluğu da onun günlüklerinden oluşuyor. Kendisi, üniversitede “profesör” olmasına rağmen insanlığın geçmişine dair çok az şey biliyor. Bir gün şans sonucu karşılaştığı bir kaseti izlemesi hayatını değiştiriyor. İzlediğinde, geçmişte bazı yetişkin insanların çocuklara eğitim verdiğini görüyor ve şaşırıyor. Okuma yazma öğreten bir öğretmenin videosundan okumayı öğrenen Bentley, kısa bir süre sonra bu durumu Spofforth’la paylaşıyor. Robot ona bir görev veriyor. Bu görev, eski filmleri izlemek ve tercüme etmek. Zaman zaman gezintilere çıkan ve hayvanat bahçesine giden Bentley, burada robotları ve insanları gözlemleme şansı buluyor. Kimlerin robot, kimlerin insan olduğunun ilk bakışta anlaşılamadığı bir yer burası. Derken dikkatini çeken farklı bir kadınla tanışıyor. Hikâyenin üçüncü ana karakteri olan Mary Lou da böylece kurguya giriyor.
“Onu gördü, sevdi ve ölmek istedi.”
Belli bir sistem içinde yaşayan ve dünyaya katlanabilmek için çeşitli ilaçlar ve içecekler içen, esrar kullanan insanlardan değil Mary Lou. Pek çok şeyin farkında olan, kendisini uyuşturmaktan vazgeçmiş bilinçli ve zeki bir kadın. Sorgulayan ve yeni şeylere açık olan yapısı sebebiyle Bentley’nin dikkatini çekiyor ve ikili daha sık görüşmeye başlıyor. Her gün ısrarla filmleri izleyen, eline geçirdiği kitapları kurcalayan ve okuma yazma öğrenen Bentley, bunları Mary Lou’ya da anlatıyor. Birlikte keyifli vakit geçiren çift, günün büyük çoğunluğunda yan yana. Öyle ki, bir süre sonra birlikte uyumaya da başlıyorlar. Okumak, sohbet etmek, sevişmek en sık yaptıkları eylemlerden. Fakat içinde bulundukları dünyada tüm bunlar affedilemez cezalar arasında. Robot Spofforth’un tüm olan biteni fark etmesi, ikilinin güzel günlerinin de sonu oluyor.
Bentley’nin suçlanarak hapse atılmasından sonra öykü yeni bir ivme kazanıyor. Günlüklerine ve okumaya burada da devam eden Paul’ün en büyük amacı hapishaneden kaçmak ve yeniden âşık olduğu kadına kavuşmak. Başarıyor da. Fakat tıpkı kendisi gibi hedefine ulaşmayı kafasına koymuş bir kişi daha var: Robot Spofforth. Zaman zaman insani duygulara kapılabilen robotun en büyük amacı intihar edebilmek. Fakat kodları buna izin vermiyor. Dünya üzerinde insan kalmayana dek yaşamaya mahkûm, zira onlara hizmet etmeye programlanmış. Her üç karakterin yolları yine kesişiyor kesişmesine fakat ilerlemelerinin önündeki engel yine kendileri oluyor. Mecburen bir ortak yol bulunmalı ve herkes kendi hedefine ulaşmalı. Elbette bu, karşılıklı anlaşma sonucu mümkün. Spofforth, Mary Lou ve Bentley’nin yardımıyla hayatını bitirebilecek, karşılığında ise büyük bir titizlikle hazırladığı “insanlığın sonunu getirme projesi” sonlandırılacak. Son derece makul olan bu anlaşma, kitabın sonunu hüzünlü bir atmosfere sokuyor ve Alaycı Kuş, bilimkurgu klasikleri tarihine adını yazdırıyor.
“Aslında yaşamak istemiyordu. Gerçek insan yaşamından korkunç bir şekilde mahrum bırakılmıştı; içindeki bir şey kendisine dayatılan hayatı yaşamaya isyan ediyordu.”
Walter Tevis, romanında pek çok konuya değinerek zengin bir okuma seyri sunuyor. Bentley’nin izlediği filmlerle sinema tarihine selam gönderen yazar, aynı zamanda mitolojik ve dini göndermelerde de bulunmayı ihmal etmiyor. Hatta öyle ki, kitabın en dikkat çeken kısımlarından biri, hâlâ bir grup insanın Hristiyanlığa inanması ve Kitab-ı Mukaddes’i kutsal kabul etmesi. Yok olan bir dünyada âdeta dinin yeniden doğuşuna tanıklık ettiğimiz sahneler, dünya üzerinde tek bir insan dahi kalsa inancın varlığını sürdüreceğinin kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bentley’nin okuma yazma bilmesi sebebiyle Kutsal Kitap’tan okuduğu kısımlar da yine yazarın dikkat çekmek istediği özel noktalar arasında yer alıyor. Biz, Cesur Yeni Dünya, 1984 ve Fahrenheit 451 gibi distopya türünün klasikleşmiş eserlerine referanslarla dolu olan ve yer yer Philip K. Dick’in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? adlı siberpunk başyapıtını da akıllara getiren Alaycı Kuş’un temelde bir İkarus hikâyesi olduğunu söylemek de mümkün. Kitabın içinde de adı geçen karakter, mitolojide üzücü bir hikâyeye sahip. İkarus, kendisini kurtuluşa taşıyacak olan kanatlarla aslında kendi ölümüne doğu uçar. Gurur mudur İkarus’u öldüren, cesaret midir, kibir midir yoksa insan olması mıdır?
Spofforth’un bir robot olmasına rağmen hissedebildiğinden bahsetmiştik. İnsanlardan pek çok üstün özelliği bulunsa da söz konusu aşk olduğunda kendini yetersiz hissetmesi ise onun kırılganlığını vurguluyor. Öte yandan romana adını veren alaycı kuş, duyduğu çoğu sesi taklit edebilmesiyle ünlü bir kuş türü. Yine Susan Collins’in Açlık Oyunları serisinde de karşımıza çıkmış ve üçüncü kitabına adını vermişti. Spofforth’un da 9. Yapım bir robot olarak insanları taklit ettiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla, insansı bir robot olsa da tam anlamıyla insana dönüşemeyen, bir taklitten öteye gidemeyen Spofforth ile alaycı kuş arasında bağ kurmak zor değil. Sonuç olarak Alaycı Kuş, tanıdığımız, bildiğimiz temalar çerçevesinde kaleme alınmasına rağmen gerek finaliyle gerek ilerlediği ilgi çekici hikâye kurgusuyla akıllara kazınan eşsiz bir klasik.