David (Colin Farell), karısı tarafından bir başka adam için terk edildikten sonra, yeni bir ilişkiye başlasın diye bir otele gönderilir. David tıpkı evli olmayan diğer insanlar gibi kırk beş gün içinde kendine bir eş bulmak zorundadır. Eğer bu süre içinde uygun bir kadın bulamazsa ya vahşi bir ormana sürülüp orada avcılara yem olacaktır ya da otele kaydolurken belirlediği (ıstakozu seçer) bir hayvana dönüştürülecektir. David uzun süre kendine uygun bir eş bulamazken, otelde kalacağı süreyi uzatacak biçimde ormanda yaşayan insanları da avlayamaz. Sürenin son günlerinde otelin “taş kalpli” acımasız kadınına (Angeliki Papoulia) yaklaşır ve onunla birlikte olmayı ister, zira kendisini de kalpsiz bir erkek olarak sunmuştur. Ancak çok geçmeden kadın, köpeğe dönüştürülmüş abisini öldürerek David’deki vicdanı açığa çıkarır. David hayvana dönüştürülmemek için kadından kurtulur ve onu otelin garsonu yardımıyla uyuşturarak dönüşüm odasında dönüşmeye bırakır.
Otelden kaçıp ormandaki gruba sığınır. Orada ise uygarlık dünyasının zıddı olarak evlenmek yasaktır; insanlar yalnız başına yaşamaktadır. Cinsellik gibi yakın ilişkiler yasaklanmaktadır. Bunları ihlal edenler ise ya öldürülmekte ya da “kızıl öpücük” ve “kızıl ilişki” gibi işkence yöntemleriyle cezalandırılmaktadır. David orada tanıştığı bir kadınla (Rachel Weisz) yakınlaşmaya başlarken grubun lideri onların ilişkisinden rahatsızlık duyar ve aşık olduğu kadını kör eder. David gene de birlikte yaşamaya çalışsa da çok geçmeden grubun liderini öldürür ve sevdiği kadınla uygarlığa dönüş yapar, ama orada birlikte olmalarının koşulu uyumluluktan geçtiği için son eylemini yapıp kendini kör etmeye karar verir.
Lanthimos’un Istakoz (The Lobster) filminde, “Köpekdişi” (Kynodontas, (2009) filminde olduğu gibi uygarlık sorununu oldukça farklı ve distopik bir tarzda ele aldığını söylemek mümkündür. Köpekdişi’nde daha dar ve bir aile sınırlarında işleyen kültürel yapı Istakoz’da günümüze benzeyen bir gelecek etrafında şekillendiriliyor. Lanthimos’un filmlerinde etkileyici unsur, basitmiş gibi görünen konuları olası en uç sınırına kadar götürmesidir diyebiliriz. Istakoz filminde toplumsal ilişkilerin iki yakası, olası en uç sınırına kadar götürülerek çarpıcı hale getiriliyor. Çekirdek ailenin toplumsal yapıdaki kurumların en temellerinden birisi olması, toplum içinde de evliliğe özel bir önem atfedilmesini sağlıyor. Bu bağlamda uygarlığın hazza bağlanma pratikleri olduğu kadar hazdan kaçındırılma pratikleriyle de ilintili olduğunu söyleyebiliriz.
Modern ve uygar insan neyi arzulaması, neyden kaçınması gerektiğini bilen, zevki/keyfi büyük ölçüde yapılandırılmış bir insandır. Istakoz’daki uygarlık ise boşluk ve monotonluğun hakim olduğu bir toplum yapısına sahip. David ve diğerlerine yönelik mastürbasyon yasağı, bu yasağı ihlal edenlerin ellerinin tost makinesinde yakılması, “iki elin” (dolayısıyla eşin) değerini anlaması için bir elin bağlanması, evlenmeyenlerin bir hayvana dönüştürülmesi, bu “kader”den kaçınmayı sağlayan sınırlı özerkliğin (“yabanileri” avladıkça otelde sonsuza kadar kalma fırsatı) sistematik bir avcılığa bağlanmış olması, olayın distopik çehresinin yanı sıra aslında yoğun bir gerçekçi özellik taşıyor.
Yalnız ve yaşlı ölme korkusu, çeşitli haz pratiklerinin gelenek dışı ve üremeye yardımcı olmadığı için yasaklanması, ancak “avcı” olarak ve rekabet ederek hayata kalabileceğini düşünen günümüz insanı, filmdeki distopik dünyanın yapısıyla oldukça benzeşiyor. Örneğin filmde çocuklara biçilen “rol” ele alındığında bütünleştiricilik olarak bir ideolojik tasarım ortaya çıkmaktadır. Çocuk figürü, uygar dünyada bir araya gelen kadın ve erkeğin yaşadığı zor dönemlerde çiftlere “eklemlenir”. Böyle bir eklemlenme için oteldeki çiftlerin kuruma yaşadıkları sıkıntıyı bildirmeleri yeterlidir.
İlişkiler süreksizleştiğinde, aniden beliren çocuk, anneye ve babaya sakin olmalarını, uzlaşmaları gerektiğini, dahası eğer kendilerini ilişkide “merkezi” bir noktaya yerleştirirlerse ilişkinin “başarısız” olacağı konusunda bir göstergedir. Tıpkı yaşadığımız çağda olduğu gibi çocuklar evliliğin bitmesine karşı bir emniyet supabı olarak işlev görür. Belli bir heyecan yoksunluğunun ve keşif arzusunun bitmiş olmasının değil, dahası bunun olanaksızlığının itirafı gibi işlev görürler. Böylece çocuk modern dünyada salt varlıklarıyla ilişkinin bağdaştırıcı nesnesi gibi görünürken aslında tam da bu niteliklerinden dolayı bunun olanaksızlığını göstermektedirler.
Denetleyici uygarlığın karşıt noktasında ise ormanla anlam bulan vahşi doğa yer alır. Uygarlıktaki zorunlu olan her şeyin yasaklandığı, bir tür anti-tez olarak doğal çehre, olası ideal insanın yalnız insan olduğu, olası ilişkinin sadece mastürbasyon olduğu, dansların, yaşamların tek kişilik olduğu, distopyanın en az diğeri kadar karanlık tarafını gösteriyor. Bu yüzden Lanthimos için esas sorunun normlara yönelik bir uyumsuzluk değil, aslında uygarlığın bütün bozucu etkisiyle insanı tahakküm altına alan doğası olduğunu söylemek mümkün. Lanthimos için insanın iyicil yönüyle ilişkili önemli belirtiler yoktur, yani insan yalnız başına daha iyi veya kötü görünmez ama belirli grup ilişkileri içindeki insanlar sonul aşamada denetleyici, kısıtlayıcı ve acımasızdır.
Bu durum ironik biçimde insanların yalnız yaşamalarına ilişkin zorlanımın bir grup eliyle oluşturulmasında görünür. Hem Köpekdişi’nde hem de Istakoz’da betimlenen toplum, antropolojik, özsel olarak olumsuzdur. Bu yüzden toplumsal ilişkilerdeki distopik yön toplum içindeki ilişki dinamikleriyle anlam bulmaz. Yani belirli biçimlerde bir araya gelmiş, belirli ekonomik temelde üretim ilişkilerinde etkileşim süren insanların toplumsal ilişkileri yoktur, daha ziyade kötücül doğasıyla belirli etkileşimlere giren insanlar var gibidir.
Lanthimos sadece verili bir geleneksel anlamı sınırlarına kadar götürmek istiyor. Bu olası sınırlarına götürüş ya da sınırlar arasında belirgin bir çizgi çekme isteği, söz konusu yasakların çok daha geniş bir tahakküm politikasıyla olan bağını belirginleştiriyor. İnsan türünün ihtiyaçlarıyla (bir ideolojik çerçeve içerisinde üreme ve soy devamı olarak yapılandırılan), bireyin hazza dayalı ihtiyaçları (bunlar da kendi türsel ve toplumsal ilişkisinden koparılıyor) birbirinden koptukça, birey ve toplum karşıtlığı açık bir görünüm kazanıyor. Her iki biçimde de, yani uygarlık çerçevesinde sistematize edilmiş, tahakküm kurulmuş otelde ve kentteki toplum yapısı; uygarlığın üreme gibi edimlerine bir başkaldırıyı, toplumdan uzaklaşmayı ifade eden orman toplumu arasında dolaysız bir çatışma çıksa da, sağlayamaya çalıştıkları tahakküm açısından bu iki yapı ortaklaşıyor; birey üzerinde sınırı belirsiz dilediği gibi genişleyen ya da daraltılan bir tahakküm kurma çabası.
Birey ise bu iki toplumsal yapıyı (yani salt görüngü düzleminde ortaya çıkan ama aynı zamanda kendini dolaysız şiddet ile var eden yapıları) kendisinin ürettiği bir yapı olarak görmemektedir. Bu yüzden birey için her türlü baskıdan kurtulmanın yolu kendi “türsel” varlığının haz odaklarına yoğunlaşmaktır. Dahası, yaşanılan toplumsal yapıyla bir uzlaşma adımı olarak David sevdiği kadın kör edildikten sonra önemli bir fedakarlık yapar, tıpkı bir araya gelmesi gereken insanların benzer kusurlara sahip olmasının gerekmesi gibi, gözlerini kör eder. David’in trajedisi ise arzularıyla dışında, yapılanması ile içinde olduğu toplum kurallarına görünüşte isyan ederek ulaşmış olması. Bu türden bir fedakarlık, bir arzunun doyurulması için bir duyudan vazgeçmek, “gönüllü körlük”, olumsuz anlamda bir ideolojik konumun da göstergesi aslında. Belirli bir toplumsal-tarihsel gelişim çizgisi içinde kültürel olarak oluşmuş kurallara dayanan bir yapı olarak uygarlık, kendi kurallarının “doğal” görünmesini ister elbet. Çünkü doğal görünmediğinde temelinin sarsılacağı da aşikardır.
Lanthimos’un Istakoz’u ise, bizim de yaşadığımız bu olan bitenlerin doğal olmadığını gösteren güzel bir film.
(Bu yazı ilk olarak Eleştirel Pedagoji dergisinin 48. sayısında yayımlanmıştır.)