SG-1’in beşinci ve altıncı sezonda sonlandırılması ihtimaline karşı yapımcılar, sezon finallerini başka serilere başlanacak şekilde kurguluyordu. Asıl istedikleri ise hikayeyi bir filmle devam ettirip, kayıp şehir Atlantis’in hikayesine odaklanmaktı. Böylelikle 2004 yılında yapılan galadan çok önce, Stargate Atlantis’in sinyalleri Stargate SG-1 dizisinde verilmeye başlandı. Ancak dizinin popülerliğinin artması ve kadrodaki sürpriz değişiklikler sonucu manzara değişti; hiç hesapta yokken aynı anda yeni bir Stargate dizisinin daha çekilmesine karar verildi. SG-1’in yedinci sezonunda hikaye yeniden şekillendirildi, Stargate evreninde ikinci bir şovun hazırlıkları tamamlandı. Başarılı sayılması için selefinin gölgesinde kalmamalı, yepyeni maceralar sunmalıydı.
Temmuz 2004’te iki saatlik Rising bölümü ile Stargate Atlantis yüksek bir izlenme oranı elde etti ve Sci-Fi Network kanalının en çok izlenen açılışlarından biri olmayı başardı. Bu bölümde, kimisini SG-1’den de tanıdığımız karakterler tanıtıldı. Kadronun az bilinen oyunculardan oluşması ise, karakterler hakkında oluşabilecek ön yargıların önüne geçilmesinde etkili oldu. 5 milyon dolarlık bütçesi ve etkili efektleri ile yeni bir galakside sınırsız macera vaat ediyordu. Bu yeni hikayenin potansiyeli, beş sezon boyunca hayal gücünü hiç tıkamadan izleyiciyi memnun edecek türdendi.
1. Sezon: Kayıp Şehir Yükseliyor
SG-1’den farklı olarak dizi, Dünya’dan birkaç milyon ışık yılı uzaklıktaki Pegasus Galaksisi‘nde geçer. Bu, tamamen yeni hikayeler anlatmak için iyi bir fırsat verir ve klasik başlangıç bölümünün gerçek bir açılış olmasını sağlar. SG-1’den tanıdığımız Richard Dean Anderson ve Michael Shanks de ekiptedir ancak dikkatler daha çok yeni kadroya yoğunlaştırılmıştır. Bu yeni kadronun başı çekenleri John Sheppard (Soe Flanigan) ve Rodney McKay (David Hewlett)‘dir. İkisi birlikte, SG-1’de Richard Dean Anderson’ın Jack O’Neill ile yansıttığı alaycılığı aratmaz. Sheppard fizik gücü gerektiren sahnelerde ön plana çıkarken, McKay hemen her sahneden rol çalmayı başaran, setin yükselen yıldızıdır. Açılış bölümü, hissettirdiği enerji ve heyecanı bu ikiliye borçludur.
Bir diğer dikkat çekici karakter ise Athos gezegeninin liderliğini yapan Teyla Emmagan (Rachel Luttrell)’dır. Luttrel göz alıcı, hemen sevilebilen bir kişi olmasına rağmen canlandırdığı karakter bazen çok fazla arka plana itilir. Bu seri ayrıca, kadın sivil lider Elizabeth Weir (Torri Higginson)‘ın idaresinde oluşuyla da SG-1’den ayrılır. Weir, açılış bölümündeki akışta önemli bir yer edinir. Sheppard’ın sağ kolu olarak görev yapan teğmen Aiden Ford (Rainbow Francks) da bir diğer ana karakterdir. Pegasus Galaksisindeki düşman ırkımız ise, dokunarak insanlardan yaşam enerjisi emen Wraith‘lerdir. İlk bölümlerde üstlendikleri roller oldukça ilginçtir.
Dolu dolu geçen iki saatlik açılış bölümünden sonra gelen hikayeler bazen hayal kırıklığı yaşatmış bazen de tahmin edilebilen bilimkurgu klişelerini içermiştir. Atlantis, SG-1’den oldukça farklı olmasına rağmen haftalık konsept hemen hemen aynı kalmıştır. Sezonun, hatta belki de tüm dizinin dönüm noktası, sezon ortasında yayınlanan The Storm ve The Eye bölümleridir. Heyecanlı hikayeye yeni zorluklar eklenir, görsel efektler eşliğinde klasik bir düşman daha sahneye çıkar. Kolya (Robert Davi), Genii adlı düşman bir grup için çalışan acımasız bir kiralık katildir. Bir grup haydut ile Atlantis’in kontrolünü ele geçirip herkesi ciddi bir tehlikenin içine atar. Tek umut, Sheppard’ın ölümü göze alarak günü kurtarma girişimidir. Atlants’in etkili bir şekilde kullanılması ve gerçek tutkunun gözler önüne serilmesi, macerayı bir adım öne taşır.
Zaman yolculuğu, bilimkurgu dizilerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Stargate Atlantis de bu akıma ayak uydurmuştur. Sezon sonu Before I Sleep bölümünde geçmişe, ekibin Atlantis’e geldiği zamana dönülerek bir alternatif gerçeklik senaryosu işlenir. Hikayeler bağımsız ilerlerken, arka planda Wraith saldırılarının atlatılamadığı geniş bir hikaye anlatılır. Kaotik sezon finali, SG-1’den izler taşır ve gelecek sezonlar için güçlü temeller hazırlar.
2.Sezon: Artık Karaya Bağlı Değil
İlk sezondaki en büyük sorunlardan biri ekibin istediği zaman Dünya ile iletişime geçememesiydi. Artan Wraith tehlikesine karşı tek başlarına mücadele etmek zorundaydılar. Star Trek: Voyager izlenimi vermemesi için yapımcılar ikinci sezonda oyunu biraz değiştirdiler. Bundan böyle seyahat için yeni bir yol vardır: Daedalus.
Bu gemi hikaye için yeni fırsatlar yaratırken aynı zamanda son dakika kurtuluşları için de bir çıkış yoludur. Diğer taraftan, geminin kaptanı Albay Caldwell (Mitch Pileggi) ile Weir arasındaki anlaşmazlıklar, hikayede ihtiyaç duyulan fikir ayrılığı unsurunu da kurguya ekler. Albayın askeri yaklaşımı ile Weir’in sivil bakış açısı, dizide güçlü bir karşıtlık yaratır.
Bir diğer önemli değişiklik ise, Ford’un gidişi olur. Ford’un eksikliği pek hissedilmezken yerine Ronon Dex (Jason Momoa)’in katılması, ekibin fiziksel gücünü ve hayatta kalma yeteneklerini ciddi ölçüde artırır. Ford, sezon ortasında geri döner ama dikkatler Ronon’ın Atlantis yaşamına uyum sağlamasına çevrilmiştir.
İkinci sezonda dikkat çeken Aurora bölümünde Sheppard, sanal gerçeklik dünyasında eski bir grup Kadim ile tanışır. Bu bölümde, Kadim bilim insanlarının sorgulanabilir etik değerlerine şahit olunur ve sürekli düşmanlardan olan Michael ile tanışılır. Dr. Beckett, geliştirdiği ilacı bir Wraith üzerinde deneyerek onu insana dönüştürür. Adı Michael (Connor Trinneer) konulan bu yeni insan eski Wraithin zamanla gerçek doğasını keşfetmesi üzerinden iyi-kötü kavramlarının göreceliği sorgulanır.
Sezon, Allies bölümüyle büyük bir çekişme içinde sona erer, ancak bu çekişme Stargate Atlantis’in en büyük çekişmesi değildir. Hatta diğer sezon finalleri arasında epey sönük kalacaktır. Michael ve bir Wraith arkadaşı, ekiple ortak bir amaç için anlaşma yaparlar.
Genel olarak ikinci sezon, güzel maceralar içermesine rağmen diğer sezonlara göre biraz daha vasat geçer, ana hikayeye yer açmak için çıkarılabilecek birçok bölüm mevcuttur.
3.Sezon: Çoğalıcılar
Üçüncü sezonun başlamasıyla birlikte Stargate Atlantis, gerçek bir aksiyon dizisi olarak dikkat çeker. SG-1’in final sezonuyla başabaş ilerleyen reytingleri sonunda selefini geçer. Yeniden başlayan hikaye artık daha odaklıdır. Karakterlerin iyice oturmuş olması, senaristleri hikayeyi başka yöne itmeye zorlar. Bunu da eski bir düşmanı yeniden canlandırarak yaparlar.
Stargate meraklıları Çoğalıcıların, istila ettikleri yerlerdeki teknoloji ve enerjiden beslenerek durmaksızın çoğalabilen örümcek benzeri robotik yaratıklar olduklarını bilir. Çoğalıcılar, SG-1’in altıncı sezonunda, insan formuna bürünüp daha tehlikeli bir düşman haline gelnişlerdir. Asuranlar olarak bilinen Pegasus Galaksisi Çoğalıcıları, daha gelişkin teknolojileriyle yenilmez görünmektedirler. İlk olarak Progeny bölümünde barışçıl bir intiba bırakmalarına rağmen, kısa sürede düşman yüzlerini gösterirler. Wraithlerle süren savaşta oldukça fayda sağlasalar da, insanlık için halen büyük bir tehdittirler.
İki kısımdan oluşan sezon ortası The Return bölümünde, Çoğalıcılar ile olan savasın sonuna yaklaşılmışken Jack O’Neill geri döner. Bu hikaye, ona bir kez daha kahraman olma şansı verir. Çoğalıcı tehlikesi sezon finali olan First Strike bölümüne kadar sürer. Büyük bir saldırı hazırlığında olduklarını öğrenen Atlantisliler, son şanslarını değerlendirebilmek umuduyla, Çoğalıcıların gezegenini yok etmeyi amaçlayarak harekete geçerler. Dizinin farklı ve tartışmalı bir başka bölümü de, ekibin galaksileri kurtarmadığı zamanlarda yaşadıklarını anlatan Sunday bölümüdür. Bu bölüm, sevilen ana karakterlerin ölebileceğine de işaret etmektedir. Ancak bu karakterin eksikliği başarılı bir şekilde giderilir; gelecek olaylar geçmişte yaşanmış trajedilerin etkisini azaltacaktır.
Üçüncü sezonda ortalama üstü sayabileceğimiz bir çok bölümle karşılaşıyoruz. Sateda bölümünde Ronon’ın bugüne kadar gizemini koruyan geçmişi, klasik dövüş sahneleri eşliğinde sergilenir ve Ronon’ın soluk bir kıyamet sonrası izlenimi veren talan edilmiş yuvası Sateda gezegeninde geçer. Weir’in alışık olmadığımız şekilde üstün performans sergilediği The Real World bölümünde, farklı bir konu tamamen farklı tekniklerle işlenir. Bu bölümde zihin karıştıran klasik tür yönelimi konusu işlenirken, Weir’in iç hesaplaşmaları ön plana çıkarılır. Konu sıkıntısı yaşamaması gereken Stargate evreninde Irresistible ve Irresponsible bölümleri ise ne yazık ki izleyiciyi hayal kırıklığına uğratıyor.
4.Sezon: Değişim Zamanı
Stargate Atlantis’in bu sezonu, diğer sezonlardan kazandığı ivmeyi kullanarak daha epik bir kapsamla başlar. Zaten yukarıdan gelen emirler altında ekipteki varlığını sorgulayan ve istifayı düşünmekte olan Elizabeth Weir, Çoğalıcılarla girişilen, detaylarını vermekten kaçındığımız bir çatışma sırasında kendini feda ederek ekipten ayrılır. Yerine, o sıralarda sona eren SG-1 dizisinden Albay Samantha Carter yeni lider olarak katılır. Ekibe uyum sağlaması biraz zaman alsa da diğerleriyle kimyası çabuk uyuşur. Jewel Staite, yeni medikal ekip lideri Dr.Keller olarak diziye katılır. Bu yeni üyeler, Çoğalıcı tehdidi de dahil olmak üzere birçok güçlüğü birlikte karşılayacaktır. Bu sırada Wraithler de ana düşman olarak varlıklarını korumaya devam etmektedirler.
Adrift ve Lifeline bölümleriyle başlayan sezon, başka ana karakterlerin katılmasını da müjdeler. Heyecan dolu bölümler, gelecek sezonun temellerini atacaktır. Atlantis ekibi Dünya medeniyetini temsilen, zayıf bir moral hali içinde büyük riskler alarak Çoğalıcılarla savaşa girerler. McKay ve çetesi, kontrol edebilceklerinden daha fazla belaya bulaşır. The Seer bölümünde Wraithlerle ittifak kurmayı bile düşünürler. Bir peygamber Atlantis’in çöküşünü önceden müjdelemiştir ve durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Tüm serinin belki de en destansı mücadelesi, sezon ortası Be All My Sins Remember’d bölümünde ortaya konur. Çoğalıcıları yok etmek için Pegasus Galaksisinin tüm uygarlıkları ortak hareket eder. Yüksek teknoloji efektlerle işlenen bölüm, soykırımın ahlaki doğruluğu üzerine tartışmalara da gebedir. Sonuçta Çoğalıcılar bilinç sahibidir ve yok edilmelerinin çizginin ne tarafında kalacağı tamamen izleyicinin takdirine kalmıştır. İçinde son dakika sürprizlerinin de olduğu birçok heyecanlı sahne barındırır veendişeler bölüm sonunda giderilir.
Harmony ve Trio gibi birkaç ortalama bölümden sonra sezon, dikkate değer 4 bölümlük seriyle sonlanır. SG-1’den tanıdığımız Teal’c (Christopher Judge) Midway bölümünde, kendisi gibi uzaylı bir karakter olan Ronon’a Dünyalılara adapte olması konusunda destek olmaya çalışır. Tahmin edilebileceği gibi, iki inatçı uzaylı arasında sorun çıkar ve çözümü yumruklarıyla ararlar, kazanan için bahisler açılır. Judge ve Momoa bu sezonun en güzel bölümlerinden birine imza atarlar. İki bölümden oluşan The Kindred‘da ise, ekip tekrar Michael ile zıt düşer ve çetin bir mücadele yaşanır.
Sezonun eşsiz bölümlerinden The Last Man‘de Sheppard, Atlantis’ten geriye hiçbir şeyin kalmadığı alternatif bir geleceğe gider. Atlantis harabeye dönmüş, ekip arkadaşları tarih olmuştur. İşlerin tam da kötüye gittiği bir zamanda imdadına McKay yetişecektir.
5.Sezon: Kırık Bağlar
Beşinci sezona hazırlanan Stargate Atlantis ekibi, bunun son sezonları olacağını asla tahmin edemezlerdi. İzlenme oranları çok yüksek değilse de iyi bir seviyenin altına düşmüyordu. DVD satışları da gayet iyiydi. Dizinin iptali sezon başında duyurulduğunda, sezonun ilerleyişi çoktan hazırdı. Hayranları, bu iptalin Stargate Universe’ün gelişiyle çakışmasından oldukça rahatsızdı. Nitekim yeni dizi, birçok Stargate hayranını hayal kırıklığına uğratacaktı.
Son sezon bölümleri, diğer sezonlardaki gibi devam bölümleri olmamasına rağmen heyecan vericidir. İlk bölüm olan Search and Rescue‘da, geçen sezonda gösterilen alternatif gerçeklik konularının heba edildiğini görmekteyiz.
Bir başka tartışmalı konu da McKay ve Keller arasındaki romantik ilişkidir. Nedeni anlaşılamasa da bilimkurgu izleyicileri genellikle uzun süreli ilişkileri izlemekten hoşlanmazlar. Buna rağmen Hewlet ve Staite ikilisi, aşklarını bilimkurguseverlere izletmeyi başarıyorlar.
Dizinin final bölümü Enemy at the Gate‘te ise sonunda korkulan olur ve insanların yaşam enerjisiyle beslenen Wraithler, Dünya’nın koordinatlarını ele geçirmeyi başarırlar. Dünya onlar için adeta bir besi çiftliğidir. Görsel açıdan zengin uçuş efektleri eşliğinde geçen hikaye aslında bir saate sığmayacak kadar büyük. Böylesi güzel bir fikrin finale saklanması ve geçiştirilerek işlenmesiyse hayal kırıklığı yaratmıştır. Sonuç olarak dizi, her şeye rağmen ekibin bir arada olduğu, heyecanın hiç dinmediği ve görsel açıdan doyurucu bir final bölümüyle ekranlara veda etmiştir.
Stargate Atlantis hayranlarının uzun zamandır beklediği devam filmi ise rafa kaldırılmış durumda. İzleyicinin Wraith’lerin sonunu anlatan ve diziyi nihayete erdiren bir devam filmini gişede ilgisiz bırakmayacağı aşikar.
Atlantis’in devam filmi çekilmeyecek olsa da, yapımcılar boş durmayıp bir Stargate üçlemesi için hazırlıklarını sürdürüyorlar. Bakalım zaman neler gösterecek.