Dar Pencere Hipotezi: Ya Geç Kaldıysak?

Fermi Paradoksuna Çözümler” yazı dizisinin bu bölümünde Dar Pencere Hipotezi‘ni masaya yatırıyoruz. Bilindiği gibi meşhur Drake Denklemi‘ne göre şu an zeki yaşamla dolup taşan bir evrende yaşıyor olmalıydık. Ama sorun şu ki ortada kimse yok! Âdeta evren, büyük bir sessizliğe gömülmüş durumda. Peki ama neden? Bu soru, bilim insanı Enrico Fermi‘nin de aklını kurcaladı ve o ünlü, “Herkes nerede?” sorusunu sorarak bilim dünyasını çözüm üretmeye davet etti. Fermi Paradoksu olarak anılan bu bilmeceye yönelik onlarca hipotez ve düşünce deneyi ortaya atıldı. İşte onlardan biri de Dar Pencere Hipotezi‘ydi. Hipotez, medeniyetlerin yok olmadan önce evrenle iletişim kurmak için sadece küçük bir zaman aralığına sahip olduğunu ileri sürüyor. Gerçekten de uzay ve zaman, zeki türlerin birbirleriyle iletişim kurmasını zorlaştıran ciddi sınırlamalar getiriyor. Öyle ya, medeniyetler uzaya sinyal gönderecek kadar gelişse bile cevabı alamadan yok olup gidebilir. Zira evren çok ama çok büyük ve bu da medeniyetlerin karşılıklı iletişim kurabilmesinin önündeki en büyük engel.

Hatırlanacağı üzere Drake Denklemi’ndeki “L” parametresi, medeniyetlerin uzaya sinyal iletebilecekleri zaman aralığını yansıtıyor. Dar Pencere Hipotezi açısından anahtar parametre de tam olarak bu. “L” parametresi, bir medeniyetin evrenden silinmesine yol açabilecek bir gelişmeye maruz kalmadan önce var olması beklenen süre olarak da tanımlanabilir. Bu, doğal bir felaket (bir asteroit çarpması) şeklinde olabileceği gibi kendini yok etme (nükleer veya biyolojik savaş) şeklinde de gerçekleşebilir. İnsanlık örneğinde, bu varoluşsal tehditlerin hepsi olası görünüyor. Klasik Drake Denklemi’nde, L parametresi bir medeniyetin gerekli teknolojiyi (örneğin, radyo iletişimi) geliştirmek ve bir sinyal iletmek için sahip olduğu süre olarak tanımlanırken, Dar Pencere Hipotezi ayrıca bir cevap almak için geçecek süreyi de hesaba katıyor. Modern bir medeniyetin, kıyametini getirecek bir felakete maruz kalmadan önce var olabileceği süre ne kadardır? Daha da önemlisi bu, “Büyük Sessizlik” olarak adlandırılan fenomenin gerçek nedeni olabilir mi?

evren insan

Hipotezin en erken örneklerinden biri, Frank Drake’in meslektaşı ve Ozma Projesi‘nin de üyesi Alman astrofizikçi ve radyo astronomu Sebastian von Hoerner‘den geldi. Sebastian von Hoerner, 1961’de “Diğer Medeniyetlerden Sinyallerin Aranması” başlıklı bir makale kaleme aldı. Bizden uzak medeniyetlerin varlığını henüz duymamamızın nedeni olaraksa medeniyetler arası mesafeyi öne sürdü. Özetle, teknolojik olarak gelişmiş bir medeniyetin varoluş penceresinin (L), başka bir zeki türle iletişim kurmak için gereken süreye göre çok kısa olabileceğini iddia etti:

“Belirli teknik seviyeye ulaşmış bir medeniyetin ömrü, iki kritik faktör tarafından sona erdirilebilir. Bilim ve teknoloji dediğimiz şey, üstünlük mücadelesi ve kolay bir yaşam arzusuyla (tamamen değilse de büyük ölçüde) ilerledi. Bu iki itici güç, doğru zamanda kontrol altına alınmazsa yok edici olabilir. İlki tamamen yıkıma, ikincisi biyolojik veya zihinsel dejenerasyona yol açar. Özetle, kendi zihin durumumuzdan çok farklı olmayan bir zihin durumunun birçok yerde gelişmiş olabileceğini, ancak sınırlı bir ömre de sahip olabileceğini varsaymalıyız.”

Bu çalışmasında von Hoerner, bir medeniyetin ortalama ömrünün 6.500 yıl ve Samanyolu’ndaki medeniyetler arasındaki ortalama mesafenin de 1000 ışık yılı olacağını tahmin etti. Bunlar tamamen spekülatif olsa da, bir medeniyetin ne kadar süre yaşayabileceği ve iletişim kurabileceği konusunda tahminler yapmak için bir çerçeve sundu. Von Hoerner’in bu çalışmayı yazdığı dönem, sürekli bir nükleer yok olma tehdidinin yaşandığı Soğuk Savaş’ın zirvesiydi ve teknolojik ilerlemeye bağlı olarak insanlığın kendisini yok etme olasılığı söz konusuydu. Ancak, yeni varoluşsal tehditlerin artmasıyla beraber yıllar içinde birçok varyasyon da önerildi. Bunların çoğu aşırı nüfus artışı ve çevresel bir yıkım etrafında yoğunlaştı.

Her zamanki gibi, Fermi Paradoksu’nu çözmeye yönelik girişimler, paradoksun ve önerilen çözümün özündeki varsayımları ortaya çıkarıyor. Bu varsayımlar, Hart-Tipler Varsayımı (insanlığın galaksideki tek ileri medeniyet olduğu görüşü) ya da medeniyetlerin kaçınılmaz olarak kendilerini yok edecekleri düşüncesi gibi, ileri medeniyetlerin üstel bir şekilde (exponansiyel) büyüyeceği fikrini paylaşıyor. Bunun aksine çeşitli araştırmacılar, dünya dışı zekâların bu varsayılan büyüme modelini sürdüremediği ve bu yüzden hiçbirinin galaksiyi (veya büyük bir kısmını) kolonileştiremediği senaryolar öneriyor. 2009’da, Blue Marble Uzay Bilimleri Enstitüsü’nden Jacob D. Haqq-Misra ve Global Felaket Risk Enstitüsü’nden Seth D. Baum, “Fermi Paradoksu’na Sürdürülebilirlik Çözümü” başlıklı bir çalışmada bu noktayı savundu. Haqq-Misra ve Baum, insan tarihi üzerinden çıkarılan dersleri kullanarak üstel büyümenin insan medeniyetlerinin yaygın bir özelliği olduğunu ve çoğu zaman bunun çöküşe yol açtığını gösterdi. Birçok jeoloğun “Antroposen” olarak adlandırdığı bir dönemden geçiyoruz. İnsanlığın gezegene olan etkisi nedeniyle iklim değişikliğinin tek belirleyici faktör olduğu bir çağdayız. Bu eğilim uzay medeniyetlerine uygulandığında, uzaylılardan neden haber alamadığımızı da belki açıklayabiliriz.

“Fermi Paradoksu, sonuçta medeniyetlerin uzaysal genişlemesiyle ilgilidir. Ancak uzaysal genişleme nüfus, çevresel etki ve kaynak tüketiminin büyümesiyle yakından ilişkilidir. Örneğin, göç genellikle kaynak kıtlıkları tarafından yönlendirilir ve bu da büyük nüfus ve/veya çevresel bozulmadan kaynaklanır. Benzer şekilde, daha önce yerleşilmemiş bölgelere göç, kaynak fazlasına yol açabilir ve bu da nüfus artışını teşvik edebilir. Ayrıca genişlemeci politika; uzay, nüfus, çevresel etki ve kaynak tüketiminin büyümesine neden olabilir.”

Bir diğer örnek, astrofizikçi Prof. Adam Frank tarafından yazılan ve “Yıldızların Işığı: Uzaylı Dünyalar ve Dünyanın Kaderi” başlığını taşıyan 2018 tarihli bir kitaptan geliyor. Bu çalışma aynı zamanda, Rochester Üniversitesi, Washington Üniversitesi ve Biyokimyasal-Coğrafya İçin Max Planck Enstitüsü’nden meslektaşlarıyla yürüttüğü “Öte-Medeniyetlerin Evrimi ve Gezegensel Geri Bildirimleri” başlıklı 2018 tarihli bir çalışmaya dayanıyor. Her ikisinde de Frank, Antroposen’in Fermi Paradoksu’na bir çözüm sunabileceğini ve öte-medeniyetlerin kaderlerinin insanlıkla bağlantılı olabileceğini savundu. Bizim gibi dünya dışı uygarlıkların da kendi gezegenleriyle dinamik bir ilişki içinde olması çevresel sistemlerinde radikal değişimler yaratıyor olabilir. Drake Denklemi’ni alıntılayarak Frank şunları vurguluyor:

“Dünya benzersiz değil. Örneğin, Pc  10^-19 kadar düşük olsa bile, öte-medeniyetler içinde istatistiksel olarak bizimkine benzeyenlerin sayısı (Nc~1000) yeterince büyük olacaktır. Bu ortalama özellikler arasında, teknolojik bir medeniyetin ortalama ömrü de yer alır. Bu konunun Drake Denklemi’ndeki son faktör ile ilintili olduğunu ve bu nedenle öte-medeniyetlerle ilgili tartışmada uzun bir geçmişi bulunduğunu belirtmek gerek. Bunun sürdürülebilirlik konuları için önemi açık.”

Kısacası sürdürülebilirlik sorunu, Fermi Paradoksu’nu ele alan araştırmacıların çok yaygın bir varsayımına karşı olası bir argüman sunuyor. Diğer araştırmalar ise evrene sinyal gönderen medeniyetlerin, sinyallerine bir yanıt duymak için yeterince uzun yaşamayacaklarına odaklanıyor. Bu argüman, Claudio Grimaldi ve meslektaşları tarafından “Galakside Genişleyen E.T. Sinyallerinin Alan Kapsamı: SETI ve Drake’in N’si” başlıklı 2018 tarihli bir çalışmada yapıldı. Çalışmada ekip, Drake Denklemi hakkında iki ana varsayımda bulundu: Birincisi, öte-medeniyetlerin galaksimizde (N) sabit bir oranda ortaya çıktığı; ikincisi ise yok olmadan önce belirli bir süre sinyal gönderme yetenekleri bulunduğu (L) yönündeydi. Gönderilen yayınlar, kendisini gönderen medeniyetler yok olduktan sonra bile ışık hızında (c) dışa doğru seyahat etmeye devam edecekti. Yayınlar, radyo sinyallerinin algılanabileceği bir halka (simit şeklinde bir dalga cephesi) oluşturacaktı. Her halkanın duvarlarının kalınlığı (ışık yılı cinsinden ölçülen), medeniyetin radyo sinyallerini uzaya ne kadar süre yayımlayabildiğine karşılık gelecekti.

Bu radyo dalga cephelerinin nasıl seyahat edeceğini modelledikten sonra, araştırmacılar radyasyon kabuklarının Samanyolu’nun boyutundan (yaklaşık 100.000 ışık yılı çapında) daha ince (1) veya daha kalın (2)  olup olmadığına bağlı olarak iki durumun ortaya çıktığını buldu. Bu, teknolojik olarak gelişmiş medeniyetlerin varsayılan ömürlerine (L) karşılık geliyordu ve bu süre, ışığın tüm galaksimizi geçmesi için gereken süreden daha az veya daha fazla olabilirdi, yani yaklaşık 100.000 yıl. İlk durumda, her halkanın duvarı galaksimizin boyutundan daha küçük olacak ve sadece galaksinin küçük bir bölümünü kaplayacak, bu da bir SETI algılama şansını azaltacaktı. Ancak medeniyetlerin ne sıklıkta ortaya çıktığına bağlı olarak, bu halkaların galaksimizi sinyallerle doldurabileceğini ve hatta üst üste binebileceğini buldular. İkinci durumda ise bir halka galaksimizin boyutundan daha kalın olacak, ancak algılama, yayın yapan medeniyetlerin sayısına bağlı kalacaktı.

Sonuçta Grimaldi, Drake ve meslektaşları, her iki durumda da Dünya’ya ulaşan radyo sinyallerinin sayısının aşağı yukarı aynı olacağı sonucuna vardı. Ancak, medeniyetlerin yaklaşık 100.000 yıldan (L) daha az bir süre yaşadığını varsayarak, “Dünya’ya ulaşan yayınların, uzun süre önce yok olmuş uzak medeniyetlerden gelebileceğini, hâlen yaşayan medeniyetlerin henüz ulaşmamış sinyaller gönderiyor olabileceğini” belirlediler. Başka bir deyişle, insanlık ileri bir medeniyetten mesaj aldığında, bu medeniyet çoktan ölmüş olabilirdi. Bu, insanlık için doğrudan sonuçlar doğuruyor, çünkü bir zeki medeniyetin Arecibo Mesajı’nı veya başka bir sinyalimizi duyduğunda biz de çoktan yok olmuş olabiliriz.

uzay

Doğal olarak, bu genel başlık altında yer alan çeşitli teoriler yaptıkları varsayım sayısı nedeniyle kolayca eleştirilebilir. İnsanlığı bir şablon olarak kullanmak, birçok düşünce malzemesi sağlıyor ve ileri öte-medeniyetlerin gelişimi hakkında ilginç teorilerin yapılmasına olanak tanıyor. Ne var ki, bu teorilerin hiçbiri test edilebilir veya çürütülebilir değil. Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, ileri bir medeniyetin ne kadar süre yaşayacağını tahmin etmemiz imkânsız. Elimizde doğan ve ölen medeniyet örnekleri olmadan anlamlı bir çerçeve belirlemek mümkün değil. Bırakın öte-medeniyetleri, insanlık olarak kendimizin bile ne kadar süreyle bu evrende var olmaya devam edeceğimizi kestiremiyoruz. Ayrıca, Dünya dışı ileri medeniyetlerden haber alabilmek için henüz çok erken olduğunu savunan uzmanlar da var. Carl Sagan ve William Newman, bu noktayı 1981 tarihli “Galaktik Medeniyetler: Nüfus Dinamikleri ve Yıldızlararası Yayılım” çalışmalarında ifade etmişti. Ancak bu argüman, Kozmolojik İlke (yani Kopernik İlkesi) ile çeliştiğini vurgulayan araştırmacılar tarafından eleştirildi.

Buna yanıt olarak astrofizikçi ve bilimkurgu yazarı David Brin, insanlığın gelişimine paralel olarak galaksimizde sadece birkaç ileri öte-medeniyetin ortaya çıktığını varsaymanın hatalı olduğu görüşünde. Galaksimizin uzun ömrünü düşünürsek, yaşadığımız şeyin yaygın bir durum olma ihtimali çok daha yüksek. Yine de, potansiyel çözüm yolları arasında, bu teori Ockham’ın Usturası ile uyumlu bir basitlik ve olasılık içeriyor. Dahası, insanlığın bugün karşılaştığı mevcut sorunların zeki türler için yaygın olduğu fikri Kopernik İlkesi’yle de uyumlu. Bir başka deyişle tüm uygarlıklar, belirli bir teknolojik ilerlemenin ardından içinde yaşadıkları doğanın dengesini bozup kendi sonlarını getiriyor olabilir.

Doğru ya da yanlış olsun, Dar Pencere Hipotezi’nin hepimizi uyarıcı bir tarafı var ve asıl üzerinde durulması gereken nokta da belki bu. Zira hipotez, eğer sürdürülebilir bir uygarlık modeline geçemezsek sonunda yok olup gideceğimiz gerçeğini yüzümüze vuruyor. Eğer diğer medeniyetlerden haber alacak kadar uzun yaşamayı umuyorsak, geleceğimizden çalmadığımızdan emin olmak zorundayız. Yoksa bir gün o çok beklediğimiz sinyal, artık üzerinde insanın yaşamadığı ıssız bir Dünya’yla da karşılaşabilir. Hatta belki de evren, hayalet sinyallerle dolup taşan ölü medeniyetler mezarlığından başka bir şey değildir, kim bilir.

Kaynak: Universal Today

Önceki Sonraki

Yazar: Murat Yıldırım

Bilim veTeknik dergisinde popüler bilim yazarlığı ve editörlük yapmışlığım var. Bilimkurgu Kulübü websitesinde yazı yazmaya ve çeviri yapmaya devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım hikayelerim yine Bilimkurgu Kulübü websitesinde, Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor e-dergiside, Kayıp Rıhtım aylık öykü seçkisi ve Lagari Fanzin'de yayımlandı. Elime geçen, hoşuma giden herşeyi okurum ama özellikle bilimkurgu, fantazi ve korku edebiyatına bayılırım. Eğitim hayatımda yolum Istanbul Atatürk Fen Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, University of Iowa ve University of Ottawa'dan geçti. Şu anda hayatımı ultrahızlı lazer laboratuvarlarında THz bandında foton toplayarak kazanıyorum.

İlginizi Çekebilir

Okyanus Dünyaları Hipotezi: Ya Yaşam Kalın Buz Tabakalarının Altına Hapsolmuşsa?

İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et