Son yıllarda internet üzerinden hizmet veren dijital film ve dizi platformları, TV yayıncılığının en büyük rakipleri durumuna geldiler. Film ve dizileri araya reklam girmeden ve sansürsüz bir şekilde izleme konforunun yanı sıra, sinema sektörünün de bu platformlara kayıtsız kalmaması bir başka güzel husus. Özellikle son bir yıldır bazı büyük film stüdyolarının, kimi yapımlarını direkt online yayınlara görücüye çıkardığına şahit olduk; Netflix, Amazon ve Hulu gibi online yayın hizmetlerinin milyonlarca takipçiye ulaşmış olması, yeni alternatifler arayan film endüstrisinin kısa zamanda dikkatini çekmişti. Maddi anlamda giderek güçlenen dijital yayın kanalları, artık kendi büyük prodüksiyonlarını hazırlamaya ve gösterime girmesi beklenen kimi yapımları satın alabilecek güce eriştiler. Örnek olarak; Will Smith’li Bright ve Noomi Rapace’li What Happened To Monday, Netflix’e özgü yapımlar olmasına rağmen, vasat denilebilecek işlerdi.
Dijital platformlara özgü işlerin üretilmeye başlaması, 80’ler ve 90’lar video piyasasını akıllara getiriyor. Video kaset (VHS ve Betamax) kiralama dükkânlarının popüler olduğu zamanlarda, bu piyasa için birçok film üretildi; video film pazarı için çekilmiş olan yapımların çoğu kalitesiz işlerdi. O dönemlerde beyazperde de popüler olmuş birçok yapımın klonları video piyasası için üretiliyordu. VHS ve Betamax video formatının büyük çekişme içinde olduğu zamanlarda bazı eserler iki platformda birden yer almıyordu; özellikle ülkemizde VHS video oynatıcıya sahip olanlar, yalnızca Betamax olarak yayınlanmış çoğu eseri evlerinde izleyememişti. Günümüzde Netflix ve Amazon gibi birçok platformun popüler olması, eski video piyasasının modernize olmuş hali gibi görülebilir; fakat bu mecralarda yer alan içeriklerin nitelikli olması artık bir zorunluluk.
90’lı yıllarda Kablo TV yayıncılığının yükselişe geçmesi, yeni fikirlerin de ortaya çıkmasına neden olmuştu. 90’lı yılların başlarında interaktif özelliklere sahip Kablo TV üzerine çalışmalar yapılmıştı; kullanıcı, vizyon filmlerini satın alıp anında izleyebilecek ve TV deneyimini kişisel zevkine göre düzenleyebilecekti. Amerika’da bazı pilot çalışmalar yapılmıştı, fakat kullanıcı açısından maliyetli olacağından ve telifle ilgili bazı sıkıntılardan dolayı interaktif Kablo TV deneyimi tüm dünyada yaygınlaşamadı. 90’lı yıllarda Kablo TV’ler için de birçok film çekildi ama her biri sıradan denilebilecek işlerdi. Doğal olarak büyük film stüdyoları da, yakın geçmişe kadar, Kablo ve Uydu TV yayıncılığına prim vermedi; fakat film sektörü, son on yıllık süreçte Dijital Film/Dizi platformlarının izleme alışkanlıklarını ciddi anlamda değiştirmiş olmasına da kayıtsız kalmadı.
Uzun süredir dijital servislerin kendilerine özel içeriklerini keyifle izlemekteyiz: Abonelik fiyatlarının makul denilebilecek düzeyde olması, ortalama Internet bağlantı hızlarında bile medyaları akıcı ve net olarak izleme konforu sunmaları, illegal yayın yapan servislerin önüne geçmeye başladı. İşte son yıllarda salonlarda izleyici sıkıntısı çekmeye başlayan film endüstrisini bu alanlara göz kırpmasına neden olan da bu gelişmelerdir. Müzik endüstrisi içinde aynı durum söz konusudur; Spotify gibi online müzik servisleri sayesinde, uygun bir ödeme karşılığında binlerce müziğe ulaşabiliyoruz. Sinema ve müzik endüstrisine olumlu anlamda katkıları olan internet servislerinin son yıllarda yükselişe geçmiş olması aslında geç kalınmış bir gelişme. Bu servisler yayın hayatına geçene kadar sürede, sayısız film ve müzik illegal yollardan bilgisayarlara indirildi; gerçi çoğu iyi niyetli kullanıcı, ülkesinde istediği film ya da müzik eserine ulaşamadığından buna mecbur kaldı.
Film izleme alışkanlıklarımızın değiştiği bir gerçek. Artık kolay sahip olunabilen “ev sinema sistemleri” sayesinde salonların yolunu tutmak külfetmiş gibi gelebiliyor; ama Guillermo Del Toro’nun The Shape Of Water (2017) gibi bir filmini beyazperde de izleyince de, sinemanın büyüsünü ancak salonlarda tadabileceğimizi tekrar anlıyoruz. Büyük işlerin adamı J.J. Abrams’ın yapımcılığında gerçekleştirilen The Cloverfield Paradox’un beyazperde gösterimi beklenirken ani bir kararla Netflix’e sunulması, günümüz normlarında normal karşılanması geren bir durum. Natalie Portman’ın başı çektiği bilimkurgu yapımı Annihilation da Netflix üzerinden gösterime girecek. Sinema sektörü son bir yıllık süreçte alternatif kazanç kapısını bulmuşa benziyor; çünkü Netflix, Amazon ve Hulu gibi yayınlar ciddi parasal güçlere ve kendi büyük prodüksiyonlarını gerçekleştirebilme noktasına çoktan eriştiler; büyük film stüdyolarının filmlerini satın alma gücüne de eriştiler. Belli ki sinema endüstrisi ilerleyen zamanlarda iki türlü bir yol takip edecek. Büyük bütçeli ve iddialı yapımlar sinema salonlarında gösterime girmeye devam edecek; orta bütçeli ve ortalama gişe garantili yapımlar dijital platformlara satılacak.
Şu an dijital platformların en başarılı olduğu konu diziler. Richard K. Morgan’ın Philip K. Dick ödüllü Altered Carbon’u ve Margeret Atwood’un The Handmaid’s Tale’i (2017 Emmy Ödül Töreni’nde “Drama Dalında En İyi Dizi” seçildi) gibi büyük bütçeli Netflix ve Hulu yapımları, son dönemde karşımıza çıkan başarılı işler. Dijital yayıncılık kendi endüstrisini çoktan yarattı, ama film konusunda kalite anlamında istenilen düzeye henüz gelinemedi. 2017 yılında büyük iddialarla duyurusu yapılan What Happened To Monday, Bright ve Mute, ne yazık ki vasatın ötesine gidemeyen işler oldular. Alışageldik stüdyo sisteminden farklı bir yol izleyen dijital yayınların üretim anlayışı, aslında bağımsız sinemaya oldukça yakın. “Bağımsız Sinema” stüdyo sisteminin dışında, içerik ve bütçe açısından özgürce yaratılmış filmleri temsil eder.
Sinema sektörü, üretilen eserlerin gösterim tercihlerinde bir geçiş dönemine girmiş olduğunun farkında; dijital platformlar üzerinden görücüye çıkmasına karar verilecek eserlerin niteliği zaman içinde yükselecektir. Çünkü online film ve dizi hizmeti veren yayınların, mobil cihazlar ile de uyumlu olması büyük film endüstrisinin de işine gelen bir durum; fakat endişe edilmesi gereken konu, bu platformlar için üretilen eserlerin fabrikasyon bir hal almaya başlayıp, yedinci sanata gerçekten bir katkıları olup ya da olmayacağı; bu sorunun yanıtını ilerleyen yıllarda görebileceğiz.