Birçok insan uykusunda kabus görmüştür. Bazı talihsiz olanlarımız ise kabusu bizzat yaşamıştır. İster uyurken ister uyanıkken olsun, kabus rahatsız edici ve ürkütücü bir deneyimdir. Herhalde kabusları da derecelendirmek olasıdır; ama en iyisini yine de yaşayan ya da onunla karşı karşıya kalan anlayacaktır. Uyanınca kabus sona erer ve rahatlarsınız, ancak yaşarken karşılaştığımız kabusları ise imkanlarımız ölçüsünde atlatmaya veya onunla başa çıkmaya çalışarak geçiririz. Hele fiziki bir zararla karşılaştığımızda olağanüstü zorlanır, umutsuzluğa kapılır, hatta intihar etmeyi bile düşünebiliriz. Bereket ki bu tip felaketler ender olarak karşımıza çıkmakta. Benim bahsetmek istediğim çok daha kolay başa çıkılır görünen, ama diğerlerinden farklı olarak neredeyse yaşam boyu sürebilecek bir kabus!
Düşünün ki bir toplulukta ya da aile buluşmasında eş dost oturmuş tatlı tatlı sohbet etmektesiniz. Konular hemen herkesçe malum: “AB’ye girecek miyiz? Girsek mi daha iyi girmesek mi?”, Seçimi hangi parti kazanır?” tarzında genel politik sohbetin yanı sıra tanıdıklarla ilgili yenilikler… Buraya kadar her şey iyi, sorun yok. Ama bir süre sonra konuşmalar bireylere yönelir: “Ne yapıyorsun?”, “Nelerle ilgileniyorsun?” gibi… Sıkça görüştüğünüz kişiler zaten sizi tanıyor ve ilgi odaklarınızı da biliyorlardır; ama yeni tanıştığınız ya da uzun zamandır görüşmemiş olduğunuz dostlar da muhakkak vardır ve eğer bilimkurgu gibi bir şeyle ilgileniyorsanız, o andan itibaren bitmeyen ve bitmeyecek kabusunuz başlar! İlginç ve sıradan yaklaşımlar vardır. Öyle ki herkes sizi anlamamak için özel bir çaba sarf ediyor gibidir. Bu noktada hemen karşılaşabileceğiniz ciddi, yarı ciddi ve hatta tamamen ciddiyetsiz laf atmalara birkaç örnek verelim:
– Valla hiç sorma, yakında Marslılar onu aramızdan alacak kikiki…
– Sıkati onu birazdan ışınlayacakmış ehehehe…
– Selam. Ne var ne yok? Senin küçük yeşil yaratıklar bugün de piyasaya çıkmadı anlaşılan ahaha…
– Sen seversin, geçenlerde falanca yazarın bir kitabını okudum. Adam kılıç büyüsü falan ne varsa kullanmış; okudun mu sen de?
– Yahu hem bilimkurgucuyum diyorsun hem de UFO’lara falan inanmıyorsun. Ne ayaksın la sen?
– Bence en büyük bilimkurgu filmi Yüzüklerin Efendisi. Sen ne dersin usta, daha çok senin ilgi alanına giriyor?
Ve buna benzer daha nice, belki kötücül belki iyicil, ama neredeyse hakaret ve küçümseme dolu yaklaşımlar… İnsanlar belki farkındalar, belki değiller; fakat bilimkurguyu ciddiye alan biri açısından bu yaklaşımlar böyle görülüyor. Sakın “Kabahat sizde, demek ki kendinizi iyi anlatamıyorsunuz” demeyin lütfen. İşte bitmeyen kabus tam burada başlıyor çünkü. Daha önce yüzlerce kez yaptığınız bir konuşmayı bir kez daha yapmak zorunda kalmanın çilesi anlatılamaz, yaşanır. Kolayca fantezi ile karıştırılabilmesine rağmen bilimkurgunun bilimsel gerçeklere dayandığını, geçmişi inceleyip bugünü anlayarak geleceğe göndermeler yapma sanatı olduğunu yüzlerce örnek vererek anlatırsınız. Diyeceksiniz ki “E tamam, daha ne olsun? Fırsat bulmuş kendini anlatıyorsun işte”. Yok, konu aslında öyle değil. Zaten öyle olsaydı kabus değil, ütopya olurdu. Bu konuşmalar hemen her zaman ilginç tartışmalar, bölünmeler, toparlanma ve kendini anlatma savaşı halini alır. Ve sonunda nedense UFO‘ların olduğuna/olmadığına, küçük yeşil adamların varlığına/yokluğuna, başka gezegenlerde hayat olup/olmadığına karar vermeye çalışan bir grup insanın ortasında, derdini bir türlü anlatamayan bir insan halini alırsınız.
Ama bazen (kesinlikle çok ender olarak) kenarda bir yerde birinin sizi müthiş bir dikkat ve ilgiyle dinlediğini fark edersiniz. İçiniz adeta mutlulukla dolar. O an birini kazandığınızı hissedersiniz. Müthiş bir zevk duyarsınız bundan. Ama unutmamak gerek, kabus her zaman sizin yanı başınızda varlığını sürdürür!
Hazırlayan: Mustafa Suyolcu