Farklı Bir Lezzet Arayanlara: No One Will Save You

Insurgent (2015), Jane Got a Gun (2015), The Babysitter (2017), Underwater (2020) gibi bilimkurgu, Western ve korku türündeki yapımların senaryolarını yazan Brian Duffield, No One Will Save You ile ikinci yönetmenlik denemesiyle karşımıza çıkıyor. Gene yapımın senaryosu kendisine ait ve klasik bir uzaylı istilasını farklı bakış açısıyla anlatmaya çalışıyor. Unbelievable (2019) ve Dopesick (2021) mini TV serilerinde oyunculuğu ile dikkat çeken Kaitlyn Dever, çok az diyaloğa sahip yapımı tek başına sırtlıyor. Geçmişinde yaşadığı trajik bir olay neticesinde travma içinde olan Brynn (Kaitlyn Dever), kasabanın âdeta istenmeyen insanı konumunda; üstüne üstlük bir de dünya dışı tehditlerle karşı karşıya kalacak olması psikolojik durumunu iyice bozuyor.

Dijital platformlar Hulu ve Disnep Plus’ta yayımlanan yapım, gücünü şüphesiz başrol oyuncusundan alıyor. En yakın arkadaşı Maude’u (Evangeline Rose) ve kısa süre önce annesini kaybeden Brynn, geçimini terzilik yaparak sağlıyor. Aralarındaki bir tartışmadan ötürü arkadaşının ölümüne sebebiyet veren başkarakterimize tüm kasaba âdeta sırt çevirmiş durumda. Derin bir yalnızlığın içinde olan Brynn, salonunun bir köşesine hayalindeki “mutlu” kasabanın örnek maketini yaparak içsel bir çıkış bulmaya çalışıyor. Bir akşam evine gizemli bir varlığın girmesiyle kendini korkunç bir mücadelenin içinde buluyor. Dahası, dünya dışı canlıyı öldürmeyi başarmasıyla birlikte kendi geçmişiyle de yüzleşeceği korkunç olaylar baş gösteriyor.

Birbirleriyle telekinezi yoluyla iletişim kuran dünya dışı varlıklar, insanları boğazlarına yerleştirdikleri bir parazitle kontrol altına alıyor; insanların zihinlerini ve sinir sistemlerini ele geçirip âdeta birer kuklaya dönüştürüyorlar. Brynn’in, travmatik geçmişini resimler ve yazılar yoluyla evinin bir odasında canlı tutması bu varlıkların dikkatini çekiyor. İki farklı tarafın da istenmeyen sınıfları temsil etmesi, gelişen süreçte Brynn ve korkunç varlıkları kesiştirecek tek orta nokta oluyor. Zihin okuma yeteneğine sahip gri renkli varlıklar, gemilerinde Brynn’ın psikolojik iç dünyasına girerek onu âdeta bir kobay olarak kullanıyor. Korkunç olaylarla başlayan süreçte başkarakterimizin geçmişine yapacağı yolculuk, iç meseleleri ile hesaplaşacağı farklı bir serüvene evriliyor.

Brian Duffield, Perili Ev ve Sesiz Sinema geleneğini Uzaylı İstilası konseptinde deneysel olarak kullanıyor; varlığın Brynn’ın evine ilk kez girdiği anlarda telekinezi yoluyla eşyaları hareket ettirmesi, Poltergeist’in (1982) biçimsel yapısıyla benzerlikler gösteriyor. Beş yıl önce gösterime giren A Quiet Place yapımında sese duyarları istilacı yaratıklardan gizlenmek için insanlık işaret dilini öğrenmek zorunda kalıyordu. John Krasinski’nin yönettiği filmde, gerilimin dozu karakterlerin yüz ifadeleriyle aktarılıyordu. Dolayısıyla A Quiet Place, 2020’deki devam yapımıyla birlikte son zamanların en az diyaloğa sahip işlerindendi. Duffield, bir iki sahnede çok az konuşma kullanarak oyuncusunun beden diline ve yüz mimiklerine dayanan riskli bir iş ortaya çıkarıyordu.

Neredeyse diyalogsuz yapım, Kaitlyn Dever’in sahici oyunculuğu sayesinde üstlendiği riskin altından kalkmasını biliyor. Eser, uzaylıları sinema tarihinde ve komplo teorilerinde resmedilen tipik tasarımla vücut bulduruyor. Gri Uzaylı olarak adlandırılan büyük siyah gözlü, ince vücutlu ve uzun boyunlu tasvirlerin filmde göründüğü sahneler izleyicilere, “biz bu filmi daha önce görmüştük”, hissiyatı yaşatabilir. Fakat Duffield, filminde referanslarını gizlemekten kaçınmaktan çekinmiyor. Final sahnelerinde uzay aracının evin içine yansıyan güçlü ışığı Brynn’ı kendine çekiyor; bu sahne Steven Spielberg‘in Close Encounters of the Third Kind’ın (1977) ilk sahnelerinde küçük çocuğun kaçırıldığı sekans ile büyük benzerlik gösteriyor. Yönetmen, yeni bir sinema dili inşa ederken sinemaya olan sevgisini de referanslarıyla iletiyor.

Joseph Trapanese’nin besteleri kurgu ile tam bir uyum içinde; Aaron Morton gece sahnelerinde etkileyici renk paletleri kullanıyor. Morton, kilit sahnelerde kırmızı ışık kullanarak gerilimli anlarda tansiyonu tepe noktasına taşıyor. Başarılı yönetim ve oyunculuğun yanında Gabriel Fleming, -deyim yerindeyse- saat gibi işleten bir kurguya imza atıyor. Fleming, bir saat otuz üç dakikalık yapımda dinamik kesmelere başvurup sahne geçişlerinde uyumlu bir ritim yakalıyor. Hâliyle çok az diyalog içeren film durağan olmaktan kurtuluyor. Eserin deneysel yapısı izleyiciyi ikiye bölme potansiyelinde. Sinemada dünya dışı tehdit içeren yapımlardan hoşlanan kitleleri kolayca kendine çekecektir. Hulu yapımı olduğu için, dijital platform için tasarlanan bir film, ama sinemasal anlamda eksikleri olmayan bir proje. Yedinci sanatta farklı tat arayan film sevdalılarının mutlaka şans vermesi gereken bir eser.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

Slingshot

Slingshot: Hiçbir Kuvvet Seni Kendinden Uzağa Atamaz

“Yalnızlığı sevdiğimden yalnızım sanıyordum, oysa sadece yalnızmışım.” Yalnızlık, izolasyon, klostrofobi, paranoya, neyin hayal neyin gerçek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin