Paralel Evrenlerde Kaybolmak: The Flash

Gerek pandemi gerekse başrol oyuncusunun yaşadığı mental problemler sebebiyle gösterim süresi gecikmeye uğrayan The Flash, sıkıntılı sürecine rağmen son yılların en iyi DC yapımı olmayı başardı. Geçtiğimiz aylarda çekimleri aniden iptal edilen Batgirl ve gelecek olan Aquaman and the Lost Kingdom’da Michael Keaton’ın Batman olarak yer alacağı sahnelerin çıkarılması, gözleri kaygılı bir biçimde The Flash’a çevirtmişti. Ezra Miller’ın şiddet ve taciz iddiaları sebebiyle iki kez tutuklanması, filmin gösterim şansını neredeyse mümkün kılmıyordu. Film dağıtım şirketi Warner Bros. Pictures, çareyi reklam kampanyalarında Miller’ı geri planda tutarak bulmaya çalıştı: Hiçbir röportaj vermeyecek ve tanıtım programlarına gitmeyecekti. Çünkü oyuncunun yarattığı skandallar filmin önüne geçmeye başlamıştı.

Mama (2013), IT (2017) ve It Chapter Two (2019) ile gerilim türünde iyi bir çıkış yakalayan Arjantinli yönetmen Andy Muschietti, ilk kez bir “süper kahraman” yapımıyla gişelerde boy gösteriyor. Kız kardeşi Barbara Muschietti, gene yapımcı koltuğunda oturuyor. Eserin senaristliğini ise Transformers: Bumblebee’de çalışan Christina Hodson üstleniyor. Bu üç başarılı kimyanın birleşmesiyle ortaya komik, hınzır ve duygusal bir iş çıkıyor. Muschietti, Michael Keaton’ın 31 yıl sonra tekrar Batman olarak gözüktüğü sahnelerde filmin tonunu (Batman / 1989) Tim Burton dünyasına kaydırıyor. Hâliyle bir dönem geniş kitleleri etkilemiş 89 yapımı filmin hayranları için büyük bir nostalji.

Keaton, uzun yıllar sonra eski rolüne geri dönüyor.

Keaton, 1988 yılında yeni Batman olarak duyurulduğunda kitlelerin büyük tepkisini çekmişti. Night Shift (1982), Mr. Mom (1983) ve büyük çıkış yakaladığı Beetle Juice (1988) ile herkes iyi bir komedi oyuncusu olduğu konusunda hemfikirdi, fakat kısa ve çelimsizliği yüzünden kimse yeni Batman olarak kabullenmek istemedi. Yapım şirketine protesto mektupları gönderiliyor ve medya da çok kötü bir oyuncu tercihi olduğu konusunda durumun üzerine gidiyordu. Tim Burton oyuncusuna çok güveniyor ve büyük bir risk almaktan korkmuyordu. Hem oyuncu hem de yönetmenin kariyerleri için adeta bir kırılma noktasıydı. Çekimler bittikten sonra çıkan fragman ile birlikte tepkilerin yerini büyük bir merak almıştı. Danny Elfman’nın tedirgin edici notaları ve Batman ambleminin içinde gezinen karanlık ortamdaki kamera kadrajıyla açılan film, alışık olmadığımız bir Yarasa Adam ile karşılaşılacağının habercisiydi. 60’lı yıllarda TV’de Adam West’in canlandırdığı “komik” mizaçlı kahramandan farklı olarak, izleyici daha ürkütücü ve tehlikeli bir Batman ile karşılaşmıştı. Kostüm içindeki Keaton’ın tüm heybetiyle ortaya çıktığı ilk dakikalarda sinemaseverler onun iyi bir Batman olduğunu nihayet kabullenmişti…

Gösterişli bir aksiyon sahnesiyle başlayan yapımda, Ben Affleck de Yarasa Adam olarak tekrar hünerlerini gösteriyor. Elinde tehlikeli bir kimyasal bulunan çetenin peşindeki ikiliye kritik bir anda Wonder Woman (Gal Gadot) da yardım ediyor. Klasik kovalamaca sahnesiyle başlayan anları özel kılan ise Flash’ın bir binanın üst katlarında bulunan yeni doğmuş bebekleri kurtardığı anlar… Kahramanımızın hızlanarak adeta zamanı durma noktasına getirdiği o anlarda yönetmen, heyecanlı olduğu kadar mizah unsurunu da öne çıkarıyor. Enerjisi düştüğü için acil olarak bir şeyler yeme ihtiyacı duyan Barry Allen (Flash), bebekler düşerken bir yandan da etrafa saçılan parçalardan yiyecek bulmaya çalışıyor. Hayli abartılı görülen bu sahnelerde Muschietti, izleyicisine filmin tonu hakkında ön bilgi veriyor.

Annesi Nora Allen’i (Maribel Verdu) evlerine giren bir saldırganın saldırısı sonucu trajik bir biçimde kaybeden Barry, bu acısıyla yaşamak zorunda. Diğer yandan da babasının katil zanlısı olarak yargılandığı davada onun suçsuz olduğunun bir yolunu bulmaya çalışıyor. Barry, bir akşam üzüntüden çaresizce sınırlarını zorlarcasına koşarken tekilliği andıran bir boyuta ulaşıp paralel evrenlere geçebileceğini keşfediyor. Annesinin ölmesinden birkaç gün öncesine sıçrama yapan Flash hem annesini hem de babasını kurtarmanın yeni yollarını bulmaya uğraşıyor. Ancak o esnada General Zod’un Dünya’ya gelmek üzere olduğunu gören kahramanımız, bir yandan da Superman ve Batman’a ulaşmayı deniyor, ama bu gerçeklikte iki dostunu da farklı kimliklerle karşısında görüyor. Kaçınılmaz olarak kendisiyle de karşılaşıyor ve gençlik hâliyle baş etmek zorunda kalıyor.

Açılışını klasik bir Justice League atmosferinde yapan Muschietti, kendi başına seriden bağımsız bir iş ortaya çıkarıyor. Eserin her aşamasında senarist Christina Hodson ile sıkı bir iş birliği yapıldığı hissediliyor çünkü Tim Burton’ın sıkı bir hayranı ve 89 tarihli yapımın sineması üzerindeki etkisi büyük. Dolayısıyla Keaton’ın girdiği sahnelerde, senaryodan biraz bağımsız olarak birden bizi eski filmin dünyasına geri gönderiyor. Besteci Benjamin Wallfisch, Danny Elfman’ın ana temasına serbest bir yorum getirerek eseri adeta güncelliyor. Sasha Calle’nin hayat verdiği Supergirl sahnelerinde daha aydınlık bir ışık kullanımı dikkat çekiyor. Güneşten solar enerji emebilen Kara Zor-El, Batman’a karşılık aydınlığı temsil ediyor.

Psikolojik açıdan zor yıllar geçiren Ezra Miller, oyunculuk performansı açısından filmi tek başına sırtlıyor. On yıl önceki gerçeklikte kendisi ile aynı ortamda olan planlarda, devamlılık açısından tutarlı bir oyun ortaya koyuyor. Sasha Calle ise sahnelerini “doldurmayı” biliyor. İyi bir oyuncu yönetimine sahip olan eser, ne yazık ki Flash’ın paralel evrenlere geçtiği ortamda görsel efekt açısından biraz zayıf kalıyor. Örneğin tekillikte gördüğü karakterler plastikten yapılma insanları andırıyor. Hâliyle gerçeklik algımızı bu anlarda yitirebiliyoruz, ama tekillik haricindeki aksiyon sahnelerinde üst düzey bir görsellik hâkim.

The Flash, son yıllarda kan kaybetmeye başlayan DC filmlerinin kaderini belki kurtaramayacak ama kendi başına ayakları yere basabiliyor; bunda Muschietti’nin yönetmenlik başarısının etkisi büyük. Final sahnelerinde Supermen ve Flash’a hayat vermiş eski oyuncuların dijital olarak karşımıza çıkması, sinemanın eski kahramanlarına bir saygı duruşu gibi. Tim Burton, 90’lı yılların ortasında Superman Lives adındaki projeyle ilgileniyordu ve başrolde gerçek bir çizgi roman hayranı olan Nicolas Cage olacaktı. Cage için yeni bir kostüm yapıldı ve prova fotoğrafları çekildi, fakat proje çekim sürecinde sonlandı. Bunu unutmayan film, paralel bir gerçeklikte Cage’e de yer veriyor. Kısacası, bazı beklenmedik sürpriz anlara sahip olan yapımda keşfedilmeyi bekleyen daha bir sürü detay ve an var. General Zod rolü ile on yıl sonra tekrar geri dönen Michael Shannon, yapımda çok büyük bir ağırlığa sahip değil. The Flash, vizyon öncesi bazı problemli süreçler yaşasa da yılın en iyi filmlerinden biri olmayı hak ediyor. Biz izleyenleri geçmişteki kahramanların dünyasına doğru nostaljik bir yolculuğa çıkaran yapımı kaçırmamakta fayda var.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

10 Yeniden Çevrim Faciası

Ne derler bilirsiniz: Taklitler aslını yaşatır. Yeniden çevrimler de genellikle akla ilk filmi getirmekten öteye …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et