Batman çoğu süper kahramanın aksine bir bilimkurgu karakteri değildir. Ancak ilk kez ortaya çıktığı 1939 yılından beri bilimkurgudan ayrı düşünülmemiştir. Aslında Batman, insanlık tarihi kadar eski bir geleneğin mirasçısıdır. İnsanları koruyan maskeli kahramanların hikayeleri tarihin her döneminde anlatılmıştır. Robin Hood, bu kahramanların en net örneklerinden sayılabilir. Zaten Batman’in yardımcısı Robin, bu karakterden esinlenerek yaratılmıştır. Gündüzleri zengin, şımarık ve çevreyle ilgisiz bir kimliğin arkasına saklanan, geceleri ise maske takıp suçla savaşan kahramandan söz ediyorsak Batman kadar Zorro‘yu da hatırlayabiliriz. Batman, Zorro’nun modern bir uyarlaması olarak ortaya çıktığı için onu anlamak Batman’i de anlamamızı sağlar. Zorro pulp, western, polisiye ve macera hikayelerinde karşımıza çıkar. Suçu bitirmeye çalışır, kötülerle savaşır, iyilere yardım eder, insanları kurtarır…
1938 yılında yayın hayatına başlayan Action Comics dergisinin ilk sayısında karşımıza çıkan Superman, süper kahraman türünün ilk temsilcisidir. Karakterin Amerika’da çok sevilmesi o zamanki adı National Comics olan DC‘yi bu türde daha fazla çizgi roman üretmeye yönlendirmiştir. Şirketin yöneticileri, yazar ve çizer Bob Kane‘den ikinci bir Superman yaratmasını istemiştir. Kahraman denince Bob Kane’in aklına ilk gelen, hayranı olduğu Zorro olmuştur ve onun modern bir uyarlamasını üretmeye karar vermiştir. İspanyolca tilki anlamına gelen Zorro’dan esinlenerek kahramanına Bat-Man adını koyan Bob Kane’in ilk tasarımı bu günkünden oldukça farklıdır. Ancak yazar Bill Finger‘ın projeye dahil olmasıyla Batman bu günküne oldukça yakın bir görünüşle okuyucunun karşısına çıkar. Batman’in yaratıcısı Bob Kane olarak bilinse de Bill Finger’ın karakterin yaratılışına katkısı ondan az değildir. Ayrıca Batman’in aletleri, Batmobil ve Batcave gibi teknolojik bilimkurgu unsurlarını hikayelere ekleyen Bill Finger’dır. Batman’in kullandığı teknolojik aletler günümüze kadar artmıştır. Bruce Wayne’in Endgame hikayesinde ölmesinden sonra yerine geçen Jim Gordon’un kullandığı robotik zırh ile hikayelerde faydalanılan bilimkurgu zirve yapmıştır.
Aslında başından beri tüm Batman hikayeleri bir bilimle ilgili kurgulardır. Bu bilim psikolojidir. Küçük bir örnekle açıklayalım. Gotik edebiyatın üstadı Amerikalı yazar Edgar Allan Poe‘nun 1840 yılında yazdığı İş Adamı adlı öyküsü kafa yaralanması sebebiyle davranışları değişen bir adam hakkındadır. İlk bilimkurgu yazarlarından olan Poe’nun öyküsü o dönemde bilinmeyen bilimsel gerçekleri barındırır. Nörologların günümüzde kanıtladıkları bilgilerin kullanıldığı öykü, nöroloji ve psikoloji içeren çağının ötesinde bir bilimkurgudur. Batman’in en büyük düşmanı olan Joker ise bazı kimyasallara maruz kalması sonucunda fiziksel ve psikolojik değişimler geçirerek bu hale gelmiştir. Saçlarının yeşil, teninin beyaza dönmesi ve yüzünde yaraların oluşmasının dışında kimyasallar beynini etkileyerek onu bir suç dehasına dönüştürmüştür.
Batman’in şehri Gotham‘ın okuyucular tarafından en çok bilinen mekanlarından bir tanesinin Arkham Akıl Hastanesi olması karakterin psikoloji ile ilişkisini gösterebilir. Batman’in tüm düşmanlarının psikolojik bir kökeni vardır. Yazılmış en iyi Batman hikayelerinden olan Arkham Tımarhanesi’nde bu konu başarılı bir şekilde anlatılır. Çizgi romanın yazarı Grant Morrison bununla da kalmayıp Gotham’ın tuhaf kostümler giyen akıl hastalarına birini daha dahil eder. Bu kişi Batman’in kendisidir. Batman’in kendi psikolojisi üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek başlı başına bir konudur.
Seksen yılı aşkın bir batman külliyatı hakkında konuşurken, aslında birden çok Batman olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Batman’i yazan her yazar onu farklı yorumlayıp farklı hikayeler yazmıştır. Karakterin bu günkü başarısının sırrı budur. Örneğin yukarıda bahsedilen Arkham Tımarhanesi’nin yazarı Grant Morrison’a göre Batman psikolojik sorunları olan bir adamdır. Frank Miller -ki kendisinden daha sonra da bahsedeceğiz- Batman’i çok farklı yorumlamış, onun farklı yönlerini öne çıkarmış ve unutulmaz eserler ortaya koymuştur. Bunu farklı filmlerde Batman’i canlandıran oyunculara benzetebiliriz. Örnek olarak, karaktere altmışlı yıllarda hayat veren ve kısa zaman önce kaybettiğimiz Adam West‘i, Nolan’ın Dark Knight üçlemesinden Christian Bale‘ı ve Batman v Superman filminden Ben Affleck‘i alalım. Bu üç oyuncunun Batman’i de birbirlerinden oldukça farklıdır. Örneğin sürekli gülen Adam West Batman’i ile Superman’i öldürmeye çalışan Ben Affleck Batman’inin aynı karakter olması hayret vericidir.
Karakterin filmlere göre bu kadar değişiklik göstermesinin sebebi karakterin çok yönlülüğü ve her filmde Batman’in farklı bir yönünün yansıtılmasıdır. Adam West, altın çağın ruhunu yansıtan bir Batman’dir. Christian Bale, Morrison’ın yorumundan etkilenmiştir. Affleck ise birebir Frank Miller’ın Batman’idir. Kafanız karıştıysa üzülmeyin. Şimdi baştan başlayıp Batman’in evrimine bakacağız. Kahramanımızı bıraktığımız yere, Bob Kane dönemine dönelim. Kane ilk zamanlarda magnum opusu için pulp tarzda dedektif öyküleri yazıyordu, meşhur öldürmeme kuralı henüz icat edilmemişti ve Bill Finger bilimkurgu unsurlarını yavaş yavaş hikayelere ekliyordu. Bu ilk hikayeler noir tarzına yakın oldukça karanlık maceralardı ancak Comics Code adı verilen sansür mekanizmasının uygulanmaya başlamasıyla bu tür hikayeler yazılamaz hale geldi ve Batman büyük bir değişim geçirdi.
Her şeyden önce Batman hikayelerinde çok önemli bir yer tutan öldürmeme kuralı icat edildi. Batman’in insan öldürmemesi çok sonraları Alan Moore -kendisini V for Vendetta ve Watchmen gibi efsanevi bilimkurgu çizgi romanlarından hatırlayabilirsiniz.- tarafından yazılan Killing Joke hikayesine ilham kaynağı olacaktı. Comics Code’dan sonra yazılan bu müthiş Batman hikayesi karanlık yapısıyla dikkat çekse de bu kuralın konma sebebi Batman’i yumuşatma ihtiyacıydı. Artık kanlı suç hikayelerinin yazılamaması sebebiyle Batman hikayeleri tamamen bilimkurguya kaydı. Batman artık sulu ve saçma hikayelerde uzaylılarla savaşıp farklı boyutları geziyordu. Bat-Mite gibi bir karakterin üretilmesi bu dönemi oldukça güzel özetler.
Bilimkurgu, bu dönemin hikayelerinde, günümüzdeki gibi başarılı bir şekilde kullanılamadı. Oldukça absürt hikayeler yazılıp çizildi. Bir zamanlar ikinci Superman olarak görülen karakter popülerliğini kaybetmeye başladı. Artık Batman çizgi romanları o kadar az satıyordu ki yayıncılar karakteri öldürmeyi düşündü. Ancak Adam West’in başrolde oynadığı Batman filmi ve arkasından gelen dizi popülerliğini geri kazandırdı. Durmadan gülen bir Batman, soğuk espriler yapan Robin ve dans eden Alfred böyle bir dönemin ürünüdür. Dizide bütçe yetersizliğinden dolayı bilimkurgu unsurları fazla kullanılamadı. Bunun yerine Batman saçma suçlar işleyen kostümlü suçlular ile savaşıyordu. Dizi çizgi romanları da etkiledi ve Batman’in (hem bilimkurguya hem Batman’e hakaret olan) bu ilk bilimkurgu maceraları sona erdi. Batman’in dizinin etkisinde devam eden dönemi dizi bittikten sonra bile devam etti. Fakat dizinin unutulmaya başlanmasıyla satışların yeniden düşmesi ve Batman’in popülerliğini tekrar yitirmeye başlaması DC’yi kaliteli hikayeler arayışına yöneltti.
Frank Miller’ın 1986 yılında yazdığı Dark Knight Returns çizgi romanı Batman’in dirilişi oldu. Bu çizgi roman Batman ve Bilimkurgunun muhteşem birlikteliğiydi. Çizgi romandan bahsetmeden önce o dönemi iyi anlamalıyız. Comics Code’un kaldırılması ile çizgi romanın modern çağı başlamıştı. Günümüzde de devam eden bu döneme verilen diğer isim ise “karanlık çağ” idi. Bu dönem Spider-man‘in siyah kostümü giymeye başladığı, DC evreninde umudun simgesi olan Superman’in öldüğü bir dönemdi. Bu dönemi başlatan çizgi roman ise çok yakından tanıdığımız Watchmen‘di. Frank Miller Dark Knight Returns’ü süper kahramanlara çok farklı bir bakış açısı getiren Watchmen’den esinlenerek yazdığını her zaman söylemiştir. Dark Knight Returns karanlık çağı başlatan ikinci çizgi roman olarak kabul edilir.
Distopik bir gelecekte geçen çizgi romanda Batman emekli olduktan on yıl sonra geri döner. Frank Miller’ın Batman’i vahşi ve saldırgan bir avcıdır. Bu çizgi romandan sonra bugün efsane olarak görülen Batman hikayeleri yazılmaya başlanır ve karakter günümüzdeki popülerliğine kavuşur. Kaliteli hikayeler sayesinde Superman’i bile geride bırakır.
Frank Miller birkaç yıl sonra yine çok başarılı bir çizgi roman olan Batman: İlk Yıl hikayesini yazar. Daha sonra Grant Morrison, Batman’in baş yazarı olur. Grant Morrison’un hem çok başarılı hem çok kötü çizgi romanları vardır. Büyük bir bilimkurgu hayranı olan Morrison hikayelerinde zaman yolculuğu ve paralel evrenler gibi bilimkurgu unsurlarını kullanmayı çok sever.
2011 yılında Flashpoint isminde Flash odaklı bir hikaye ile DC evreni sıfırlanır. Bütün çizgi romanların ilk sayıdan başladığı Yeni 52 döneminde bayrağı Scott Snyder devralır. Önceden Gotham Kapıları ve Kara Ayna gibi beğenilen Batman çizgi romanları yazmış olan Snyder’in yakın zamanda dilimize kazandırılan Uyanış gibi başarılı bilimkurgu çizgi romanları da vardır. Modern zamanlarda animasyonlarda, filmlerde ve oyunlarda Batman’in yüksek teknolojisini çok sık görüyoruz. Snyder de yazdığı on ciltlik Batman serisinde karakterin kullandığı teknolojiyi sık sık gösterdi. Örneğin Jim Gordon’un robotik zırhı bu seridedir. Batman serisi dışında pek beğenilmeyen Yeni 52 döneminin kapatılıp Rebirth döneminin açılmasıyla bayrağı Tom King devraldı. Rebirth Yeni 52’nin öncesine yani öze dönüş amacı taşıyor. Tom King’in Batman serisinin henüz birkaç cildi çıksa da oldukça umut vaat ediyor. Yazar, Batman’i yüz sayı boyunca sürdürmek ve karakterin insani yönüne odaklanmak istediğini açıkladı. Bu sırada Snyder ana seri dışında Batman hikayeleri yazmayı sürdürüyor ama yakın zamanda Last Knight adlı post-apokaliptik bir hikaye yazıp Batman macerasına nokta koyacağını açıkladı.
Gördüğünüz üzere Batman ana serisinde bilimkurguyla derin bir ilişki içerisinde bulunmuş. Kimi zaman bir bilimkurgu kahramanı olmuş, kimi zaman bilimkurgu hikayelerinin kahramanı olmuş. Bilimkurguseverler tarafından yazıldığı dönemlerde bu etki yoğun olarak hissedilmiş. En azından araç-gereçlerinde hep bilimkurgudan yararlanılmış. Ve son olarak psikoloji biliminden hiç kopmamış. Ama bu işin sadece tek bir boyutu. Çizgi roman aleminde aynı karakter aynı anda birden çok dergide görülebiliyor. Batman de bu sayede pek çok macerada bulundu. Örneğin alternatif bir evrenden gelen öz kızı uzun süre Huntress kimliğiyle kendisine yardım etti. Günümüzde çizgi roman evrenleri, Marvel filmleri sayesinde oldukça popüler. Ancak bu evrenlerin kökenleri kahramanların ilk kez yaratıldığı dönemlere dayanıyor. Şirketlerin kendilerine ait kahramanlara ortak maceralar yazması ortaya çıkan ortak evren kavramı zamanla genişliyor.
Marvel ve DC evrenleri hem bilimkurgu hem fantezi unsurlarını bir arada bulunduruyorlar. Ancak DC evreninin önde gelen süper kahraman ekibi Justice League genelde bilimkurgu temalı maceralara atılıyorlar. Ayda üssü bulunan ekibe üye olan Batman’in ekiple beraber galaksinin dört bir yanını gezmişliği yok değil. Ekibin üyelerinden biri olan Green Lantern, galaksiler arası bir uzay polisi ve pek çok gezegenden yardım çağrısı alıyor. Justice League hikayelerinin dışında tüm DC evrenini ilgilendiren hikayeler de genellikle bilimkurgu temalı oluyorlar. Crisis, Multiverse, Darkseid War ve Flashpoint bunlara örnek verilebilir. Yakın zamanda yazılan Darkseid War kahramanların uzaydan gelen bir işgale karşı savaşması hakkında. Flashpoint ise geçmişte bir olayın değiştirilmesi sonucu ortaya çıkan paradoksu anlatıyor.
Sonuç olarak Batman hem başrolde hem de ekip üyesi olarak pek çok bilimkurgu hikayesinde yer almış bir kahramandır. Batman’in ana karakteri olduğu bir bilimkurgu hikayesi okumak isteyenler, Dark Knight Returns’ü okuyabilir…