Çağından kopmak istemeyen, yaşamı ve evreni tanımak, irdelemek isteyen insanoğlu kitle iletişim araçlarının sağladığı olanaklardan yararlanmaktadır. Bu nedenle bilimin ve teknolojinin kendisine yarın neler sunabileceğinin yaklaşık bir öngörüsünü de görmek istemekte ve en doğru kestirimlerde bulunabilme savında olan bilimkurguya eğilmektedir. Bilimkurgu Dünya üzerinde de ancak bilim ve teknoloji-de söz sahibi olabilmiş ülkelerde tanınmaktadır. Gayet açıktır ki iyi bir bilimsel eğitim alamamış ülke vatandaşlarının bilimkurgudan anlamaları olanaksızdır. Başka ülkelerde üzerine ciltler dolusu yazılar yazılan, doktora tezlerine konu olan bilimkurgu ne yazık ki ülkemizde yeteri kadar tanınabilmiş değildir. İngilizcesi “Science Fiction” olan bilimkurgu sözcüğü ilk olarak 1926 yılında ilk bilimkurgu dergisi Amazing Stories (Şaşırtıcı Öyküler)‘i yayınlayan Lüksemburg asıllı A.B.D. vatandaşı Hugo Gernsback tarafından ortaya atılmış, türün okur ve yazarlarınca büyük ilgi görmüş ve o günden beri de kullanılır olmuştur. Ana dili farklı olan ülkelerde bile bu sözcük büyük ilgi görmüş olup, birçok ülkede dergiler ve fan kulüpler “Science Fiction” sözcüğünü sürekli kullanmaktadırlar.
Ülkemizde ise 1973 yılına gelinceye dek bu türü tanımlayabilecek bir sözcük olmadığı için konunun meraklıları isteklerini çeşitli kelimelerle ifade etmeye çalışmışlardır. 1 Ocak 1973 yılında Türk Dili özel Sayısında gazeteci – yazar Orhan Duru, “Science Fiction” sözcüğüne Türkçe karşılık arama denemesinde ‘bilimkurgu‘ sözcüğünden bahsetmiş, bu sözcüğün kullanımının niçin daha anlamlı ve uygun olduğunu açıklamıştır. Bilimkurguseverler tarafından hemen benimsenen bu sözcük kullanılmaya başlanmış ve böylece bazı ülkelerdeki gibi dergiler yarısı Türkçe, yarısı İngilizce bir başlıkla çıkmaktan kurtulmuşlardır. Ama uzun yıllar bu sözcük dile kolay gelen bir şekilde söylenmeye çalışılmış, bu nedenle çeşitli yayın organlarında bazı tartışmalar da yer almıştır. Bazı okurlar, “Dünyada ne kadar okur varsa bir o kadar da bilimkurgu tanımı vardır,” derler. Şaka bir yana biz bazı bilimkurgu yazarlarının bu konuda neler düşündüklerine bir bakalım.
İlk olarak bilimkurgunun ünlü yazarlarından Isaac Asimov‘un bu konudaki düşüncelerini görelim;
“Bilimkurgu, bilimdeki gelişmelerin insanoğlu üzerindeki etkisi ile ilgilenen bir yazı türüdür.”
Bu sözlerinden yirmi beş yıl sonra Asimov, tanımını hala iyi bulmakla beraber bunun üzerinde küçük bir değişiklik yapmayı uygun görerek şunları söylemiştir;
“Bilimkurgu, bilim ve teknolojideki gelişme düzeyine insanoğlunun yanıtları ile ilgilenen bir yazın türüdür.”
Bir başka bilimkurgu yazarı Theodore Sturgeon ise bu konuda şöyle konuşmaktadır.
“Bir bilimkurgu öyküsü insanoğlunun çevresinde örülmüş, insanlara ilişkin bir problemi, insanlara özgü biçimde çözen ve spekülatif bilimsel içeriğinin dışında olması olanaksız bir öyküdür.”
Barry W. Malzberg ise “Collier’s Encyclopedia (1981)”da şunları söyler:
“Farklı bir teknoloji ya da in-sanoğlunun sosyal sisteminin, hayali bir gelecekte, değişik bir bugünde ya da farklı bir geçmişte oluşmasının olası etkileri ile ilgilenen bir yazın türüdür.”
Bu tanımları sayfalar boyunca sıralamak mümkündür. Bu nedenle son bir tanım yapmaya çalışalım ve şöyle diyelim;
“Bilimkurgu, bilimsel ve teknolojik verilerden yola çıkarak, insanın günümüzde, geçmişte ya da gelecek-te karşılaştığı ya da karşılaşabileceği sorunları sınırlanmış bir düşçülükle anlatan bir sanat türüdür.”
Bilimkurgu çağdaş bir yazındır, ama çok daha önceki yıllarda da benzeri ve öncü örnekler görülmemiş değildir. Bunlara şöyle bir göz atarsak ilk olarak karşımıza Türkiye’den bir yerleşim bölgesi çıkıyor. Samsat. Burada yaşamış olan Lucian, M.S. 160 yılında Vera Historia ve Icaromenippos adlı eserlerini çağının bazı kendini bilmez yazar ve filozoflarını alaya almak için yazdığını söyler. Eserlerde Cebelitarık boğazından okyanusa açılan bir geminin fırtınaya yakalanarak Ay’a gitmesi, orada aylılar ve güneşliler arasındaki savaşa tanık olunması yer almaktadır. Bu eserlerin Türkçeleri M.E.B. klasiklerinde yayımlanmıştır. 1516 yılında İngiliz devlet adamı Thomas More‘un De Optirno rei publicate statü deque nova insula Utopia adlı eseri yayımlanır. Ve böylece bugün tüm dillerde gerçekleşmesi zor işler için kullanılan ütopya sözcüğü ortaya atılmış olur. Thomas More aslında eseri ideal bir toplum ve devlet yapısı kurmak için kaleme almış, insanların daha insanca yaşayabildiği hayali bir adayı tanımlamıştır.
Buna çok benzer bir başka eser ise 1627 yılında ünlü İtalyan düşünürü Tommaso Campanella‘nın Civitas solis (Güneş Ülkesi) adıyla yayımlanan eseridir. 1627 yılında ise Francis Bacon‘dan yine bunlara benzer bir eser gelir: Nova Atlantis (Yeni Atlantis). Bu eserde ayrıca buhar enerjisi ile çalışan makineler ve gemiler de betimlenmiştir. Ünlü astronom Johannes Kepler ise 1634 yılında Somnium (Düş) adlı eserinde Ay’a yapılan bir geziyi anlatır. 1650 ve 1662 yıllarında ise Cyrano de Bergerac‘tan sırası ile L’autre monde ou les etats et empires de la lune (Başka bir Dünya ya da Ay’ın devletleri ve imparatorları) ve Historie comique des etats et empires du solei (Güneşin imparatorları ve devletlerinin komik tarihi) adlı eserler gelir. Cyrano de Bergerac eserlerinde yine diğer yazarlar gibi Ay’a gidiş, oradaki maceralar, gramofon, paraşüt gibi yeni buluşlardan da söz eder.
1726 yılında Jonathan Swift’in Gulliver’s Travels (Gulliver’in Gezileri) adlı eseri çağının İngiliz kurumlarının siyasal ve sosyal bir eleştirisini içerir. Ama bunun yanında özellikle kitabın üçüncü bölümünde bilimkurgusal öğelere fazlasıyla rastlanır. Akıllı atların yaşadığı Laputa ülkesi, Dünya’nın çevresinde dönen yapay bir kenttir. Bu kentte yaşayanlar bilimde gayet üstün durumdadırlar. Nitekim Jonathan Swift’in Merih’in iki uydusundan eserinde söz etmesi ve bunların 150 yıl sonra kanıtlanması bilim insanlarını şaşkınlığa düşürmüştür. 1752 yılında Voltaire, Micromegas adlı eserinde ilk Dünya dışı akıllı yaşamı ortaya atar. Yanında bir arkadaşı ile Dünya’ya gelen sekiz fersah boyunda bir yaratık Baltık denizi kıyılarında bir gemide toplanan filozof ve bilim insanlarıyla konuşur.
1817 yılında ise ünlü İngiliz şair Percy‘in karısı Mary Shelley, arkadaşlarıyla giriştiği bir iddia üzerine Frankenstein, or the Modern Prometheus‘u yazar. Burada bir bilim adamının elektrik akımı yardımı ile bir ölüye can vermesi ve ortaya çıkan – yaratılan – yaratığın tehlikeli bir hale gelmesi ve yaratıcısını öldürmesi işlenir. Bu tema daha sonra yıllar boyunca benzer bir biçimde sayısız kereler yinelenecektir. Bilimkurguda apayrı bir yeri olan Jules Verne ise 1864 yılında ilk eserini verir: Voyage au centre de la Terre (Dünyanın Merkezine Yolculuk). Oldukça fazla sayıda eser veren Jules Verne’in çalışmalarına şöyle bir göz atarsak şunları görürüz: De la terre a la lune (Dünya’dan Ay’a) 1865 yılında, Vingt mille lieues sous la mer (Denizler altında yirmi bin fersah) 1869 yılında ve Autor de la lune (Ay çevresinde) ise 1870 yılında yayımlanır.
1872 de Samuel Butler, Erewhon: or, Over the Range (Erewhon ya da Sınırın Ötesi) adlı eserini yayımlar. Bu eserde tıpkı Thomas Morus ve Jonhathan Swift gibi İngiliz sosyal ve siyasal kurumlarını hedef alır. Zaten kitabın adı yazarın düşüncelerini belli eder. Eğer kitabın adını tersine çevirirsek ‘Nowhere’ olur ki, anlamı da ‘hiçbir yer‘ demektir. 1886 yılında ise bir başka ünlü yazar Robert Louis Stevenson‘un daha sonra birçok yazar tarafından izlenecek olan ünlü eseri Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde gelir. Bu eserde keşfettiği bir ilaç yüzünden geceleri içindeki kötülük ortaya çıkan bilim adamının kendi kişiliğiyle yaptığı savaşım anlatılır. 1895 yılında H.G. Wells‘in The Time Machine (Zaman Makinesi) yayınlanır. Bu eser de ileride birçok yazara esin kaynağı olacak ve taklit edilecektir. Burada bir zaman makinesi icat eden bilim adamının geleceğe yaptığı yolculuklar ve karşılaştığı yeni durumlar anlatılmaktadır.
Jules Verne gibi verimli bir yazar olan Wells’in de birçok eseri art arda yayınlanır. 1896 yılında The Island of Dr. Moreau (Dr. More au’nun Adası), bunun ardından The Invisible Men (Görünmez Adam) gelir. 1898 yılında ise The War of the Worlds (Dünyalar Savaşı) gelir. 1899 yılında Tales of Space and Time (Uzay ve Zaman Öyküleri), 1901 yılında ise Tales of First Men in the Moon (Ayda İlk İnsan) yayınlanır. Bu arada bugünkü İsrail devletinin kurucularından biri sayılan ve Yahudilere bir yurt edinme fikrini aşılayan Theodor Herzl‘in 1900 yılında Altneuland (Eski yeni Ülke) eserini de atlamamak gerekir. Jack London‘un zorba bir yönetim altında ezilen insanların öyküsünü anlattığı 1907 tarihli The Iron Heel (Demir Ökçe) adlı eseri de öne çıkanlar arasındadır.
Yazı dizimizin bu ikinci bölümünde sıra, modern bilimkurgunun babası kabul edilen Hugo Gernsback‘ın eserine geliyor. 1911 yılında bir elektrik dergisinde tefrika edilen romanı “Ralph 124 C 41 +”da Gernsback, gelecekteki bir toplumu, karşılaşılan teknolojiyi, yeni buluşları anlatır. Ünlü Çek yazar Karel Capek, 1921 yılında “R.U.R. – Rossum’s Universal Robots” adlı eserini yayımlayarak dünya dillerine yeni bir sözcük kazandırır. Bundan sonra birçok eserde insana yardımcı makine adamlar, yani robotlar gözükmeye başlar.
Aynı yıl Yevgeni Zamyatin “My – Biz” adlı eserini yazar, ama Sovyetler Birliği’nde basılma imkanı bulamayan bu eserin yazarı da siyasal nedenlerle Fransa’ya yerleştikten sonra ancak 1923’te yayımlanabilecektir ve daha sonra yazılacak olan “1984” adlı romana da öncülük etme olanağı bulacaktır. 1922 yılında ünlü Rus yazarı Alexei Tolstoy’un da bir bilimkurgu romanını görüyoruz yayın hayatında. “Aelita” adlı eser de Merih gezegenine giden bir mühendis ile Kızıl Ordu görevlisinin başından geçenler konu edilir.
Bu yazı ilk olarak, Atılgan Bilimkurgu Dergisinin 1. sayısında (Ocak-Şubat, 1996) yayımlanmıştır.