Eylül, 1992’de Mae Jemison, Endeavour ile yörüngeye çıkan ilk Afroamerikalı kadın oldu. Bu muhteşem başarıyı elde etme yolundaki rol modelleri sorulduğunda, listenin başındaki isim Star Trek’in önemli karakteri Teğmen Uhura’dan başkası değildi. Bu, bilimkurgunun kadınlara yaratıcı olma, keşfetme, hayal kurma ve Mae Jemison örneğinde olduğu gibi yıldızlara ulaşma konusunda nasıl ilham verdiğini gösteren örneklerden sadece biri.
O günden bu yana otuz yıl geçti; ilk bilimkurgu filmi Le Voyage dans La Lune‘un üzerinden ise bir asırdan fazla… Peki bilimkurguda neler değişti? Daha da önemlisi, bilimkurgu nesiller boyunca kadınları nasıl etkiledi ve değiştirdi?
Mary Shelley imzalı Frankenstein, sıklıkla yazılan ilk bilimkurgu romanı olarak anılır ve 1818’de yayımlanmasından bu yana türü kesinlikle şekillendirmiştir. Buradan yola çıkarak bilimkurgunun yaratıcısının bir kadın olduğu söylenebilir. Buna rağmen bilimkurgu, her zaman erkek odaklı bir tür olarak görülmüştür. Aslına bakılırsa, 1948 yılı itibariyle kadın yazarlar bu türün kabaca yüzde 10’unu oluşturuyordu. Bugünlerde ise spekülatif kurgu alanında eseri yayımlanmış yazarların yaklaşık yüzde 40’ı kadınlardan oluşuyor.
Dünya çapında Harry Potter’la tanınan J. K. Rowling, hâlihazırda 15 milyar dolarlık bir markayı yönetiyor. Elbette Harry Potter bilimkurgu değil, ancak yayımcılıktaki cinsiyet ayrımını tartışırken J. K. Rowling’i anmadan geçmek olmaz. Bu devasa seri tam dokuz kez reddedildi; muhtemelen şu an çok üzgün olan dokuz ayrı yayıncı tarafından. Rowling’in hamlesi ise “J.K.” olmaktı; yani cinsiyetini ilk planda saklayacak bir kısaltmaya başvurmak. Joanne Rowling, takma ad kullanmadığı sürece genç bir çocuğun bakış açısıyla yazan bir kadının ciddiye alınmayacağını biliyordu. Ne yazık ki kadın yazarların ortak kaderi bu. Mary Shelley de satışı arttıracağı düşüncesiyle Frankenstein’ın ilk baskısında yalnızca soyadını kullanmış, ancak 15 yıl sonraki ikinci baskıda tam adını sergilemişti.
Nebula ödülü sahibi James Tiptree Jr., Love Is the Plan the Plan is Death adlı eseriyle imrenilen ödülü kazandıktan üç yıl sonra gerçek kimliğini (Alice Bradley Sheldon) açıkladı. Bunun ardından Nebula ödülleri almaya devam etti. Bu, dönem koşullarında cinsiyetinin ilanıyla kendisine karşı değişen tutumun, onun sadece üç yıl sonra ikinci Nebula ödülünü kazanmasını engellemediğini gösteriyor. Asimov’s Science Fiction dergisinde erkek mahlası kullanması hakkında şunları söylemişti:
“Erkek adı iyi bir kamuflaj gibi görünüyordu. Bir erkeğin daha az dikkat çekeceği, gözlerden kaçabileceği hissine kapıldım. Çünkü hayatım boyunca pek çok kez bir meslekteki ilk kadın oldum.”
Sheldon, 2012 yılında Bilimkurgu Onur Listesi’ne erkek takma adı altında kabul edildi ve bilimkurguya yaptığı katkılardan dolayı ödüllendirildi. 1948 yılına nispetle mesafe kat ettiğimizi düşünmek güzel olurdu. Ancak bir kadın yazarın takma adı ile onurlandırıldığı bir dünyada, kadınların bugün hâlâ bir mücadeleyle karşı karşıya olduğu açık.
Filmlerde her zamankinden daha fazla kadın başrol üretildiği ve genç kadınlar için güçlü rol modellerin (Rey veya Katniss gibi) arttığı bir kültürde yaşıyoruz, ama aynı zamanda geçmişten gelen güçlü kadın karakterleri alıp onları cinsiyetiyle ön plana çıkarmayı da ihmal etmiyoruz. JJ Abrams’ın Star Trek’i yeniden yorumlayışı da bunu sergiliyor; özellikle de Star Trek Into Darkness’ta. Orijinal diziden önemli bir kadını, Doktor Carol Marcus’u yeniden karşımıza çıkaran 2012 yapımı filmde, bu zeki ve cesur moleküler biyoloğun oldukça kısıtlı bir hikâyesi vardı. Benedict Cumberbatch’i Khan Noonien Singh olarak izlerken, Dr Marcus ise filmin dikkatleri çekmek üzere tasarlanan dört saniyesi boyunca göz dolduracak güzel bir kadın olmaya indirgenmişti. Abrams’a karşı adil olmak gerekirse bu yeni bir şey değil. Leia’nın altın bikinisinden Ajan Scully’ye ve bir hikâye oluşturmak için kullanılan rahmine kadar güçlü kadın karakterlere sıklıkla bu muamele uygulanıyor. En iyi 100 filmin yalnızca %43’ünün Bechdel Testi’ni geçtiği bir türden daha fazlasını beklemek zor.
Bilmeyenler için Bechdel Testi, 90’larda oluşturulan ve eserlerin üç yönünü inceleyen basit bir sorgudur:
- Bir eserde en az iki kadın yer alıyor mu?
- Bu iki kadın karakter etkileşime giriyor mu?
- Kadınlar erkeklerden başka bir şey hakkında konuşuyor mu?
Eğer yukarıdaki üç soru için de cevap evet ise o eser testi geçmiş sayılır.
Hayalet Avcıları ve Star Wars: Rogue One gibi filmler bazı ilerlemelerin kaydedildiğini gösteriyor. Mary Shelley’nin kaleminin ilk kez kağıda değmesinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, kadın başrollü bilimkurgu filmlerinde bir artış görüyoruz. Mad Max: Fury Road, Jupiter Ascending, Star Wars: The Force Awakens, Predestination, The Hunger Games: Mockingjay, Insurgent, Contact, Arrival, Resident Evil gibi… Önceki yıllarda gördüğümüzden daha uzun bir liste mevcut. Dahası, spekülatif kurgudan bahsediyorsak, genç yetişkin türünde yazan kadın yazarların erkeklerden daha fazla olduğu da bir gerçek.
Elbette Hollywood mesafe kat etse bile diğer alanlarda hâlâ hayal kırıklığına uğruyoruz. Star Wars’tan Rey karakteri, Disney prensesleriyle birlikte genç kızlar için popüler bir kostüm tercihi hâline geldi. Disney figürlerinin resmi lisanslı tedarikçisi Hasbro, geçmişte Star Wars: The Force Awakens karakter setlerinde kadın başrolün bariz yokluğu nedeniyle eleştirilere hedef olmuştu. Hayranlar memnuniyetsizliklerini #WheresRey (Rey nerede?) hashtag’iyle Twitter’da göstermişti. Üstelik bu bir ilk değildi. The Avengers‘ın Kara Dul’u Natasha Romanoff da karakter setlerinde sıklıkla yer almıyordu. Ayrıca Guardians of the Galaxy tanıtım materyallerinin, filmdeki tartışmasız en ilginç karakter olan Gamora’yı içermemesi de hayranların tepkisini çekmişti.
Kadınlar oldu olası daha adil muamele ve eşitliği savunuyordu. Sosyal medyanın ortaya çıkışı ise seslerini duyurmalarını kolaylaştırdı. Bu çevrimiçi harekete sıklıkla Hashtag Feminizmi adı veriliyor. Hayal kırıklıklarını dile getirecek sosyal mecralar olmadan önce, seslerini yalnızca mektup yazarak veya organize edilmesi zor halka açık gösteriler yoluyla duyurabiliyorlardı. Artık kadınlar, zaman ve coğrafya kısıtlamaları olmadan, inandıkları şeyleri savunmak için daha kolay bir araya gelebiliyor. Ayrıca internet insanların feminizm anlayışlarını geliştirmesi için bilgiye daha fazla erişim sağlıyor. Hashtag Feminizmi, eşitlik mücadelesinde hızlı ve etkili olduğunu zaten kanıtladı. Geçtiğimiz yıllarda internette en çok konuşulan filmlerden biri Mad Max: Fury Road‘du. Mad Max, distopik manzarayı bilimkurgu ile şekillendirerek kendisinden sonra defalarca kopyalanan kurak bir dünya yaratmıştı.
Tıpkı bilimkurgunun bütününde olduğu gibi, Mad Max de uzun zamandır erkeklere hitap eden bir seri olarak görülüyordu. Mad Max: Fury Road bu görüşü tersine çevirdi. Medyanın bize erkeklerin isteyeceğini söylediği her unsuru içeriyordu: Kavgalar, az giyimli kadınlar, bolca araba kovalamacası… Ancak bu sefer az giyimli kadınlar yalnızca göz alıcı birer nesne değildi. Imperator Furiosa, ataerkil bir rejime karşı duran, güçlü kadınların lideri olarak karşımızdaydı. Erkek hakları aktivistleri tepki göstermekte gecikmedi. Filmi “feminist propaganda“, “Hollywood yozlaşması” olarak etiketlediler. Hatta bu yapılana tribünlere oynamak dediler (küresel nüfusun yüzde ellisini kastettiklerini unutarak). Filme adını veren Max Rockatansky’nin ise yalnızca bir dolgu elemanı olarak orada bulunduğunu savundular. Yani kadınların genelde filmlerde bulunduğu konumda… Pek çok kadının pek çok şeyde bulunduğu konumda… Üzerinde düşünmeye değer bir konu.
50 yıl önce bulunduğumuz noktanın çok ilerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Henüz ulaşmak istediğimiz noktada değiliz, ama oraya varacağımızı bilmek güzel. Rey ve Jyn Erso gibi karakterler, genç kadınlara hayallerine ulaşmaları için ilham vermeye devam edeceğimiz konusunda umut aşılıyor. Yörüngede seyahat etmek ya da Avustralya taşrasında su dolu bir kamyonu sürmek değil önemli olan. Önemli olan, bilimkurgunun onlara uğruna çabalayacakları bir ideal vermesi ve gelişimini de hızlanarak sürdürmesi.