Güneş’ten farklı olarak mütemadiyen şekil değiştiren, hilalken dolunay olan, sonrasında küçülen, yok olan ve yeniden ortaya çıkan Ay, eski toplumların gözünde doğum, ölüm ve yeniden doğum döngüsünün simgesiydi.
Dünya’nın yegâne uydusu Ay, insan yaşamının ayrılmaz bir parçası. Kız çocuklarına içinde “Ay” geçen isimler verilmesi, şiir başta olmak üzere edebiyat eserlerinde, şarkılarda Ay sembolizminin sıklıkla kullanılması, bu kurak toprak parçasının insanlar için görünenin çok ötesinde bir anlama sahip olduğunu kanıtlıyor. Evet, ışığını Güneş’ten alan bu küçük uydu, yeryüzünden bakıldığında gizemli bir güzelliğin temsiline dönüşüyor. Ay’ın sembolik anlamı, gerçekte taşıdığı değerin kat be kat üstüne çıkıyor.
Ay, eski insanlar için de en az Güneş kadar önemliydi. Şimdi kendinizi on binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın yerine koyun, Ay gökyüzünü kozmik bir meşale gibi aydınlatmasaydı ne yapardınız? Gözünüzün önünü bile göremezdiniz, öyle değil mi? Doğadaki etobur hayvanlarla, yolunuzun önündeki çukurlarla, uçurumlarla ve envaiçeşit tehlikeyle karşı karşıya kalırdınız. İşte tam da bu nedenle karanlığı dağıtan Ay ışığı, geceleri yolda olanların ilahi rehberiydi.
Ay’ın Değişken Doğası
Pek çok mitolojik anlatıda Ay ve Güneş tanrıları ya da tanrıçaları birbirleriyle bir günün sorumluluğunu paylaşan ilahi varlıklar olarak karşımıza çıkar. Güneş Tanrısı gündüzleri göksel aracına binip yeryüzünü dolaşır, sonra da yerini Ay tanrısına veya tanrıçasına bırakıp yer altına iner. Ay’ı simgeleyen ilah ya da ilahe de geceleri aynı şekilde göğü kat eder ve sabahları Güneş’le yer değiştirir.
Mitolojilerde Ay’ın nasıl kişileştirildiğine değinmeden önce uydumuzun değişken doğasından bahsetmek gerekir. Evet, Güneş’ten farklı olarak Ay sürekli değişir. Bazen hilal olur, bazen dolunay, bazen de kaybolur ve sonra hilal formunda tekrar ortaya çıkar. Sürekli form değiştirmesi eski zamanlarda Ay’ın doğum, ölüm ve yeniden doğum döngüsüyle özdeşleştirilmesine zemin hazırladı. Eski Helenlere göre Ay, kadın yaşamının üç evresini yani genç kızlık, annelik ve yaşlı bilge kadınlık süreçlerini temsil eden bir tanrıçaydı. Her ne kadar günümüzde Ay denince akıllara çoğunlukla dişil güç ve tanrıça gelse de, Ay bazı kültürlerde eril bir figürdü. Mesela Mezopotamya’da Ay, tanrı olarak kabul edilmişti.
Mezopotamya’da Ay Hep Erkekti
Sümerler Ay Tanrısına Nanna, eski Samiler yani Akadlar, Asurlar ve Babiller ise Sin derdi. Sümer mitolojisinde Ay Tanrısı’nın doğum öyküsü ilginçtir ve bu gök cisminin karanlığı aydınlatma özelliğini vurgular niteliktedir. Buna göre, Sümerlerin Hava Tanrısı Enlil, Tanrıça Ninlil’e tecavüz eder ve bu yüzden yer altına sürülür. Hamile bıraktığı Ninlil de Enlil’le birlikte yer altına iner ve Ay Tanrısı Nanna, tam da bu yüzden karanlık yer altında dünyaya gelir. Sizce de yer altı, asli görevi geceleri gökyüzünü aydınlatmak olan Ay Tanrısı Nanna için uygun bir doğum yeri değil mi?
Bu arada Sümer mitolojisine göre, Güneş Tanrısı Utu, Ay Tanrısı’nın oğludur. Geceden sonra gündüzün geldiğini gören Sümerler, Ay’ı Güneş’in atası ve varlık nedeni olarak görüyordu belli ki. Mezopotamya bahsini kapatmadan evvel Nanna’nın, Samilerdeki ismiyle Sin’in kutsal kentinin Güney Mezopotamya’daki Ur olduğunu belirtelim. Sümerlerde her kentin koruyucu bir tanrısı ya da tanrıçası olurdu ve bu şehirde onun adına ziggurat denen görkemli bir mabet inşa edilirdi. Daha geç dönemde Güneydoğu Anadolu’daki Harran da o zaman Sin ismiyle bilinen Ay Tanrısı’nın kutsal kenti oldu.
Anadolu’nun Ay Tanrıları
Anadolu’da yaşayıp da Aydede sözcüğünü duymayan yoktur. Kadim Anadolu inançlarında Ay, erildir çünkü. Geceleri göğü aydınlatan bilge bir dededir. Hititlerde Ay Tanrısı’na Kaşku denirdi. Aslında Kaşku, Hititlerden önce Orta Anadolu’da kent devletleri halinde örgütlenen Hatti halkının tanrısıydı ve Hititler tarafından da benimsenmişti. Bunu Kaşku’nun kaybolmasıyla ilgili mitolojik anlatının hem Hattice hem de Hititçe olmak üzere iki dilde yazılmasından da anlıyoruz. Şimdi Kaşku’nun kaybolmasıyla ilgili bu mite bir göz atalım.
Kaşku gökten düşer ve kendini bir tapınağın üstünde bulur. Fırtına Tanrısı da onun arkasından yağmur yağdırır. Bu mitolojik hikâye belli ki bir ritüelden doğmuştu. Alanında çığır açan dinler tarihçisi Mircea Eliade’nin ‘Kutsal ve Kutsal – Dışı’, ‘Dinler Tarihine Giriş 1’ gibi kitaplarında da belirttiği gibi, mitlerin çoğu sözlü kültürle kuşaktan kuşağa aktarılan ritüellerin sembolik bir dille yazıya aktarılmasıyla oluşmuştur. Ritüeller yani ayinler, doğanın yaratım sürecine katkıda bulunmak ya da bir sorunu çözmek maksadıyla icra edilirdi. Buradaki sorunun bir Ay tutulması olması kuvvetle muhtemel. Eski insanlar Ay tutulmasını bir kayboluş, evrensel düzende bir bozulma olarak görmüş ve düzeni yeniden kurup, Ay’ı geri getirmek için ritüel yapmıştır. İşte Kaşku’nun kayboluşu miti, böyle eski bir ritüelin yansımasıdır.
Anadolu’nun diğer Ay Tanrısı ise özellikle Friglerin büyük saygı duyduğu Men’dir. Aslında Men, M.Ö. 1100 yıllarında, yani Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Trakya üzerinden Anadolu’ya giren Friglerden çok daha eski bir Anadolu tanrısıydı. Bir müddet Marmara’nın güneyinde yaşadıktan sonra Orta Anadolu’ya gelerek, başkenti Gordion olan bir krallık kuran Frigler, bu tanrıyı sahiplenmiş ve Ana Tanrıça Kibele’yle birlikte ona da saygı göstermişlerdir. Men’in özellikle Frigya ve çevresinde tapınım gören bir Ay Tanrısı olduğunu belirtelim.
Mısır’ın Bilge Tanrısı: Thoth
Ay, Eski Mısır’da da aynı Mezopotamya ve Anadolu’da olduğu gibi eril bir güç olarak görülürdü ve en önemli Ay Tanrısı’nın ismi Thoth’tu. Mısır mitolojisinin önemli tanrılarından biriydi Thoth. Bilgiyle, bilgelikle, yazıyla, edebiyatla, buluşlarla, uygarlıkla ilgiliydi. İnsanlara bilgeliği getiren ve büyü yapmayı öğretendi. Eski Mısır sanatında, üzerinde Ay bulunan ibis başlı bir adam olarak resmedilen Thoth, sonraki dönemlerde Helen Tanrısı Hermes’le özdeşleştirildi.
Burada bilgeliğin, uygarlığın, bilim ve edebiyatın Tanrısı Thoth’un neden Ay’la ilişkilendirildiği sorusu akıllara gelebilir. Eski Mısırlılar Ay’da bir bilgelik olduğunu düşünüyordu demek ki. Hilalken dolunay olan, ardından küçülen, sonunda yok olup üç gece ortadan kaybolduktan sonra hilal formunda yeniden doğan Ay’da bilgelik bulunduğunu düşünmekte pek de haksız sayılmazlar, öyle değil mi?
Mısır’da Thoth’tan daha önemsiz iki Ay Tanrısı daha vardı ve bunlar Khonsu’yla Iah’tı. Bu arada Mısır’ın en önemli tanrıçası olan ve Roma döneminde bile tapınım gören İsis’in de zaman zaman Ay’la simgelendiğini belirtelim.
Helenlerin Ay Tanrıçaları
Şimdi sıra Helenlerin yani Antik Yunanlıların Ay Tanrıçalarına geldi. Helenler tamı tamına üç Ay tanrıçasına sahiplerdi. Peki hangileriydi bunlar? Hemen söyleyelim: Artemis, Hekate ve Selene…
Artemis, bir Anadolu tanrıçasıydı ve ikiz kardeşi Apollon’la birlikte bir günün döngüsünü tamamlardı. Neticede Apollon Güneş’ti, Artemis ise Ay… Biri yer altına inince, öteki gökyüzüne çıkardı. Apollon’la Artemis, Helenlerin baş tanrısı Zeus’la Güneybatı Anadolu’daki Likya’nın bölgesinin Ana Tanrıçası Leto’nun çocuklarıydı. Sırf Leto’nun çocukları olmaları bile onların Anadoluluğunu kanıtlamaya yeter. Artemis hem bereketlilikle ilgili bir Ana Tanrıçaydı hem de Ay’ın hanımıydı. Kutsal kenti ise Ephesos yani Efes’ti.
Hekate de aynı Artemis gibi Anadoluluydu. Anavatanı ise en büyük kutsal alanının bu bölgede bulunmasından da anlaşılacağı gibi günümüzde Muğla ve civarına tekabül eden Karya bölgesiydi. Muğla Yatağan’daki Lagina Kutsal Alanı’nın Antik Çağ’dan günümüze kalmış tek Hekate tapınağı olduğunu da belirttikten sonra bu mühim Anadolu Tanrıçasının Ay’la ilişkisine geçelim.
2023’ün haziran ayında Destek Yayınları’ndan çıkan Hekate: Bize Ne Mesaj Veriyor adlı kitabımda da ayrıntısıyla anlattığım gibi, Hekate ilk başta tam bir Ana Tanrıçaydı ve ataerkil Helen kültürünün Anadolu’da hâkim olduğu Milatta Önce 5. Yüzyılda Ay’la özdeşleştirilmeye başladı. Helenlerden önce Batı Anadolu’da gerek dil gerekse kültür bakımından Hititlere benzeyen Hint-Avrupa kökenli Luviler yaşıyordu ve Hekate de büyük ihtimalle bir Luvi tanrıçasıydı. Luvilerin Helenlerden farklı olarak kadına değer veren bir toplum olduğunu biliyoruz. Bunun pek çok kanıtı da var, ancak konumuz bu olmadığı için şimdilik bu kadarını söylemekle yetinelim.
Evet, Hekate Helenleşmeyle birlikte Ay Tanrıçası özelliği kazandığında, Ay’ın karanlık yüzüyle, büyüyle, yer altıyla, gizemlerle özdeş tutuldu. Çünkü Hekate ataerkil Helenlere yabancı bir tanrıçaydı. Kendi başına dimdik ayakta duran, Tanrı ya da ölümlü hiçbir erkeğe sırtını yaslamayan, bekâr ve çocuksuz bir kadın olarak Helenler için tam bir “öteki”ydi. O yüzden de Helenler tarafından küçülen Ay olarak görüldü. Ancak Hekate günümüzde hak ettiği değeri yeniden görmeye başladı. Modern paganlar onu Ay’ın ve buna bağlı olarak kadın yaşamının tüm evrelerini temsil eden Ay ve Ana Tanrıça özellikleriyle seviyor ve saygı duyuyor.
Helenlerin üçüncü Ay Tanrıçası ise Selene’ydi ve Selene de aynı Artemis gibi erkek kardeşiyle birlikte bir günün döngüsünü tamamlardı. Akşam çökünce, gündüzleri altın renkli arabasıyla göğü kat eden Güneş Tanrısı Helios’un yerini, Ay Tanrıçası olan kız kardeşi Selene alırdı. Mitolojiye göre, Selene, Artemis’le Hekate’den farklı olarak bâkire değildi. Zeus’la birleşmiş ve ondan Pandia adında bir kızı olmuştu. Bazı efsanelere göre, çoban Endymion’dan da elli kızı vardı.
Carl Gustav Jung Haklı mı?
Helen mitolojisinde birden fazla Ay tanrıçası, Mısır’da da birden fazla Ay tanrısı bulunduğu dikkatinizi çekti mi? Peki, nedir bu bolluğun nedeni? Şöyle izah edelim: Helen uygarlığı farklı kültürlerin ve toplumların katkısıyla oluştu. Şehir devletleri biçiminde örgütlenen Helenlerde her kentin kendi tanrıları vardı. Zaman içinde evrenin ve doğanın farklı unsurlarını temsil eden bu tanrı ve tanrıçalar aynı panteonun yani tanrılar topluluğunun bünyesinde bir araya gelince benzer alanlardan sorumlu tanrı ve tanrıçalar ortaya çıkmış oldu. Aynısı Eski Mısır için de geçerlidir. Mısır’daki farklı şehirler, Yukarı ve Aşağı Mısır’ın bünyesinde birleşince bazıları aynı alanlardan sorumlu olan ilahlar ve ilaheler Mısır panteonunu oluşturdular.
Ay’ın mitolojilerdeki temsilini anlattığımız bu yazıya son vermeden önce Türk mitolojisinde de Ay’ın eril bir güç olarak görüldüğünü belirtelim. Eril ya da dişil fark etmez, dünyadan bakıldığında, sürekli şekil değiştiren, üç gece ortadan kaybolup, yeniden ortaya çıkan Ay, güçlü sembolizmiyle insanları etkilemeyi sürdürüyor. Edebiyatta, müzikte, plastik sanatlarda Ay sembolizminin hâlâ sıklıkla kullanılmasının temelinde, Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un bilime armağan ettiği Kolektif Bilinçdışı’nın mı etkisi var? On binlerce yıl evvel yaşamış atalarımızın Ay’a atfettiği sembolik anlam, epigenetik vasıtasıyla bize aktarılmış olabilir mi? Bu soruların cevaplarını bulmayı konunun uzmanlarına bırakıp bu yazıyı burada sonlandıralım.