Bilimkurgu edebiyatı sanılandan çok daha eskidir. Günümüz tanımı ve kıstasları içerisinde bilimkurgu kabul edilen ilk eser, Mary Shelley‘in 1818 tarihli Frankenstein‘ıdır. Ancak 2000 yıl önce bugünkü Adıyaman’da bulunan Komagene Krallığı vatandaşı yazar Lucian’ın kaleme aldığı Ay’a yolculuk ve uzaydan gelen dev örümceklerle savaş konularını içeren “Olmuş Bir Öykü” adlı eseri ilk bilimkurgu yapıtı sayılabilir. Hint destanı Mahabharata‘da da bilimkurgu izlerini görmek mümkündür. Vimana adı verilen uçan taşıtlarla yolculuk yapan insanlar, ucundan şimşekler çıkaran asalarla savaşan askerler gibi içeriklere sahip olan ve M.S. 300 yıllarında yazıldığı kabul edilen bu destan da yine eski örnekler arasındadır.
Bunun dışında 1001 Gece Masalları, Güliver’in Seyahatleri, Denizci Sinbad ve hatta Kral Arthur Destanı da içeriklerindeki türlü öğeler dolayısıyla bilimkurgunun sınırları içinde değerlendirilir. Yine de romanın edebiyat sanatının bir öğesi kabul edilmesi sonrası yazılmış ilk eser Frankenstein‘dır. Sinema da tıpkı bilimkurgu gibi tarih boyunca yığılarak ilerlediği için kesin bir şekilde, “İlk şu yaptı,” demek pek mümkün değildir. Buna rağmen Lumiere Kardeşler‘in 1895 tarihli film gösterimlerinin ilk çağdaş sinema olduğu varsayılır. İşte bu tarihten itibaren sayısız bilimkurgu eseri senaryolaştırılmış ve sinemaya aktarılmıştır.
Peki bilimkurgu yazarları, kendi kitaplarından uyarlanan filmler hakkında neler düşündü hiç merak ettiniz mi? Baştan söyleyelim, kimi beğendi, kimi beğenmedi. Hatta çekilen filmi, eserine hakaret kabul edenler bile çıktı.
Jules Verne, “Le Voyage dans la Lune” Hakkında Ne Söyledi?
1902 tarihli Le Voyage dans la Lune, ilk bilimkurgu filmi kabul edilir. Jules Verne ise tarihin belki de en çok tanınan ve kitapları en çok satılan bilimkurgu yazarı. Film, onun aynı adlı romanından uyarlandı.
1905 yılında hayata veda eden Jules Verne’nün, kitabından uyarlama bu filmi izlediğine dair bir kanıt yok. Ancak oğlu Michel Verne, babasının ömrünün son 10 yılını kitaplarının telif haklarını oyunlaştırılmaları için tiyatrolara satmakla geçirdiğini söyledi. Ayrıca sinemayı da “soytarılık” olarak gördüğünü belirtti. “Bir gün kitapları filmleştirilirse, o filmi ya da filmleri asla izlemek istemediğini” de ekledi.
Stanislaw Lem, “Solaris” Hakkında Ne Söyledi?
2006 yılında hayata veda eden Stanislaw Lem, yazdığı birbirinden güzel onca kitaba rağmen en çok Solaris romanıyla tanındı. Bunda elbette, 1972 yılında Andrey Tarkovski ve 2002 yılında da Steven Soderbergh tarafından kitabın filmleştirilmesinin de etkisi büyüktü.
Gelin görün ki, Stanislaw Lem her iki uyarlamayı da beğenmedi. Tarkovski uyarlamasını izledikten sonra, “Solaris’i değil, Solaris görünümlü Suç ve Ceza’yı çekmiş,” şeklinde bir eleştiri yaptı. Hatta sonrasında ikilinin arası bozuldu. 2002 yılında Soderbergh uyarlamasını galada izledikten sonra ise, “Bir gün kitabımdan böyle bir uyarlama yapılacağını bilseydim, romanın adını Solaris değil, ‘Uzayda Aşk’ koyardım,” dedi.
Robert A. Heinlein, “Destination Moon” Hakkında Ne Söyledi?
1988 yılında hayata veda eden Robert A. Heinlein‘ın eserleri çoğunlukla ölümünden sonra filme uyarlandı. Ancak 1950 tarihli Destination Moon adlı öyküsü, aynı yıl beyaz perdeye de aktarıldı.
Senarist ekibinde de yer alan Heinlein, filmi çok beğendiğini beyan etti. O yılların tanınmış ve deneyimli yönetmenlerinden Irving Pichel’in, “En az kendisi kadar büyük bir dâhi,” olduğunu da belirtti.
Stephen King, “The Mist”, “The Running Man” ve “It” Hakkında Ne Söyledi?
Dünya’da kitapları filme en çok uyarlanan yazarlardan Stephen King, film uyarlamaları hakkında türlü görüşlere sahip. Örneğin Frank Darabont’un The Shawshank Redemption uyarlaması için, “İtiraf etmeliyim ki, kitabımdan bile daha güzel,” dedi. Buna karşılık Stanley Kubrick’in The Shining uyarlamasını, “Berbat bir uyarlamaydı,” diye eleştirdi ve hatta Kubrick için de, “Onu dâhi sanıyordum ama aptalın tekiymiş,” açıklamasında bulundu. Biz Stephen King’i ağırlıklı olarak yazdığı korku romanlarıyla tanısak da, bilimkurgudan dramaya, romatizmden fantastiğe kadar çok geniş bir yelpazede eserleri var.
Yazar, 1987 tarihli The Running Man romanından uyarlanan aynı adlı filmi çok beğenmedi. Arnold Schwarzenegger’in başrolde olacağını duyduğunda adeta çıldırdı ve yapımcıyla telefonda tartıştı. Ancak yasal olarak kitabın hakları elinde olmadığı için çok da bir şey yapamadı.
1990 tarihli ilk It uyarlaması içinse, “Beklentilerimin çok çok üzerinde bir yapımdı,” dedi. Ayrıca Tim Curry’nin ‘Pennywise’ performansını, “Dehşet verici ve muhteşemdi,” diye övdü. Ancak 2017 uyarlamasını beğendiği söylenemezdi. “Jumpscare ile seyirciyi korkutmaya çalışan bir film çekilmiş. Günümüz korku sinemasına yakın bir dili var. Eğlenceli bir seyirlikti ama 1990 uyarlaması gibi kült olacağını sanmıyorum,” açıklamasında bulundu.
2007 tarihli The Mist uyarlamasına yaptığı yorum da şöyleydi: “Frank Darabont zaten benim aklımdakini en iyi anlayan ve kitaplarımı en iyi filmleştiren yönetmen. Filmin sonunun kitaptan farklı olduğunu söylediğinde bile sinirlenmek yerine heyecanla beklemeye başladım. Sonunda da Frank yine yanıltmadı, şoke edici bir sonla filmi bitirdi.” Stephen King’in The Lawnmower Man ve Dreamcatcher adlı iki bilimkurgu romanı daha sinemaya uyarlandı. Yazar bu filmlerle ilgili herhangi bir ciddi beyanatta bulunmadı.
Philip K. Dick, “Blade Runner” Hakkında Ne Söyledi?
1962 ve 1981 tarihlerinde Impostor romanı iki kez dizi olarak ekranlara gelen yazarın, “Do Androids Dream of Electric Sheep?” adlı öyküsü de 1982 yılında “Blade Runner” adıyla filmleştirildi. Çekimler sırasında sürekli olarak çok heyecanlı bir bekleyiş içinde olduğunu belirten Dick, sıklıkla da seti ziyaret etti. Demeçlerinde, “Harika bir film geliyor,” diyen yazarımız, maalesef 2 Mart 1982’de ani bir kalp krizi ile hayata veda etti. 25 Haziran 1982’de vizyona giren film, bu erken kayıp üzerine kendisine adandı.
Philip K. Dick belki filmi göremedi, ama sette bulunarak sık sık çekimleri izledi. Sonradan yazarın kızı Isolde Dick, “Yaşasaydı babam bu filme bayılırdı, çünkü onun film zevkini biliyorum. Ayrıca Alien filmini de çok severdi ve büyük bir Harrison Ford hayranıydı,” dedi.
Frank Herbert, “Dune” Hakkında Ne Söyledi?
Belki de kitabından uyarlanan bir filmi en çok seven yazar Frank Herbert‘ti. David Lynch tarafından çekilen 1984 tarihli uyarlamayı galada izledi ve gazetecilere, “Elbette roman kadar derinlikli olmasını beklemiyordum, ancak genç yönetmen iyi bir iş çıkarmış. Görsel bir ziyafet ve çok keyifli bir görsel eser izledim,” dedi.
Ancak film, otoriteler tarafından beğenilmedi. Günümüzde bile David Lynch’in en zayıf filmi olarak görülüyor. Öyle ki, IMDb puanı en düşük Lynch filmi de bu. Bir önceki filmi The Elephant Man bir başyapıt olarak görülmesine karşın, Dune ile Lynch düş kırıklığı yarattı. O dönem Frank Herbert, filmi eleştirenlere de karşı çıktı ve haksızlık yapıldığını beyan etti.
Arthur C. Clarke, “2001: A Space Odyssey” ve “2010: The Year We Make Contact” Hakkında Ne Söyledi?
1968 yılında Stanley Kubrick tarafından çekilen 2001: A Space Odyssey‘in senaryosuna Arthur C. Clarke da bizzat katkı sağladı. Ancak film kendi döneminde fazla anlaşılmaz bulundu ve bunun üzerine Clarke filmi romanlaştırmayı tercih etti. Filme gelen eleştirileri ise, “Tam anlamıyla bir bilimkurgu filmi işte, daha ne istiyorsunuz ki?” şeklinde yanıtladı.
Ancak ilginç bir şekilde filmi beğendiğine ya da beğenmediğine dair doğrudan bir açıklama yapmadı. 1984 yılında serinin ikinci kitabı da 2010: The Year We Make Contact adıyla filme uyarlandı. Bu film hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, yine doğrudan beğendim ya da beğenmedim demedi, ama “İyi bir film olup olmadığını Stanley’e sorun,” şeklinde ilginç bir yanıt verdi.
Anthony Burgess, “A Clockwork Orange” Hakkında Ne Söyledi?
Anthony Burgess‘in distopik bir geleceği anlattığı 1962 tarihli romanı, 1971 yılında Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlandı. Stanley Kubrick, filmi yazara bizzat izletti ve beğenmezse vizyona sokmayacağına dair söz verdi.
Burgess filmi beğendiğini söyledi. Sonrasında yaptığı açıklamalarda da, “Stanley zaten müthiş bir sinemacı, film de tam bir başyapıttı. Filme bayıldım,” dedi.
Ray Bradbury, “Fahrenheit 451” Hakkında Ne Söyledi?
Kitapların yasaklandığı ve yakıldığı bir geleceği anlatan 1951 tarihli Fahrenheit 451 romanı, 1966 yılında efsane Fransız yönetmen François Truffaut tarafından sinemaya uyarlandı. Başlarda kitabının filmleştirilmesine çok hevesli görünen Ray Bradbury, filmdeki son ile kitaptaki sonun farklı olacağının söylenmesi üzerine daha çekimlerine bile başlanmadan filmi eleştirmeye koyuldu.
Filmi izledikten sonra ise, “Bomboş ve saçma sapan bir filmdi,” şeklinde bir açıklama yaptı. Filmin yönetmeni François Truffaut ve yapımcısı Lewis Allen, uzun süre bu açıklamalara yanıt vermedi. Ancak Bradbury filmin aleyhinde konuşmayı sürdürünce, yazarı açgözlülük ve ahlaksızlıkla suçladılar. Hatta Lewis Allen, “Filmi sevmediğini söylüyor ama kendisine ödediğimiz telif ücretini çok beğendi,” dedi. Yazar – Yapımcı/Yönetmen kavgalarının en nahoş olanı bu üçlü arasında yaşandı.
Pierre Boulle, “Planet of The Apes” Hakkında Ne Söyledi?
Pierre Boulle, 1963 tarihli romanının filme çekilmek istendiğini öğrendiğinde çok şaşırdı. Çünkü romanının filmleştirilmesinin imkânsız olduğunu düşünüyordu. Hatta, “Çok iyi eğitilmiş maymunlarınız mı var?” diyerek film ekibini alaya almaktan bile çekinmedi.
1968 yılında vizyona giren filmi izledikten sonra ise, “Başardılar, saygı duymak gerek,” şeklinde bir açıklama yaptı. Ancak kişisel beğenisine yönelik açık bir beyanda bulunmadı.
Andy Weir, “The Martian” Hakkında Ne Söyledi?
2011 yılında yazdığı kitabı, 2015’te Ridley Scott tarafından filme uyarlanan Andy Weir, belki de kitabından uyarlanmış bir filmi en çok beğenen yazarlardandı.
Filmden çok memnun olduğunu belirttikten sonra, “Elbette bir roman ile film senaryosu birbirinden farklı olacaktır. Romanı olduğu gibi filmleştirmeye kalksalardı herhâlde beş saat sürerdi. Bu hâliyle de muhteşem bir film. Ridley tam bir usta,” dedi.
Kip Thorne, “Interstellar” Hakkında Ne Söyledi?
2014 tarihli The Science of Interstellar kitabı, filmin vizyon tarihiyle aynı zamanlarda raflardaki yerini aldı. Kitabın taslağını filmleştirmek isteyen Kip Thorne, taslağı Jonathan Nolan’a götürdü ve ondan senaryolaştırmasını istedi. Filmi çekmesi için düşünülen ilk isim Steven Spielberg’dü, ancak Spielberg o yıl Bridge of Spies filminin çekimini yaptığı için projeyi kabul etmedi ve filmi Jonathan Nolan’ın ağabeyi Christopher Nolan çekti. Öncesindeyse kardeşinin yazdığı senaryoda köklü değişiklikler yaptı. Hatta bu süreçte iki kardeşin arası açıldı. Sonrasında da zaten kardeşler bir daha beraber çalışmadı. Filme sonradan eklenen baba – kız hikâyesi ve filmin sonunun değiştirilmesi gibi olaylar Kip Thorne’un canını sıksa da, iki kardeşin arasını daha da açmamak için doğrudan müdahil olmadı. Filmi izledikten sonra ise, “İlk senaryosuyla çekilseydi daha memnun olurdum, Chris’in saçma fikirlerine bilimsel temel bulmak için uykularım kaçıyordu. Ancak yine de filmi beğendim,” dedi.
Kabul etmek gerekiyor ki, sinema ile edebiyatın yazım dili birbirinden çok farklı. Bu farklılık, uyarlama filmleri daima tartışmaya açık hâle getiriyor. Belki de bu yüzden, bir edebi eseri filmini izlemeden önce okumak en doğrusu. Hem bu sayede yazarı haklı bulup bulmadığımıza karar vermemiz de kolaylaşacaktır.