bilimkurgu bilgisayar yapay zeka

Bilimkurgu Yapımlarındaki Habis Bilgisayarlar #2

Bilgisayar denince edebiyatta, sinemada ve televizyonda büyük yer kaplayan envai çeşit hayali ve sahte cihaz akla geliyor. Elbette bu kurgusal cihazların hepsi de sütten çıkmış ak kaşık değil. Hatta bazısı var ki sinsiliği, çıkarcılığı ve kötücüllüğüyle kabuslarımıza bile girdi.

İşte bilgisayarların içinden çıkan bu kötü örnekleri hatırladığımız yazı dizimizin ikinci bölümüyle tekrar karşınızdayız. Türlü marifetlere imza atan bu kötü çocukları ifşa etmeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Onlara güvenmeden önce bir kez daha düşünün…

Master Control Program – Tron (1982)

Matrix’ten önce Tron vardı. Aslında Matrix’in atalarından biriydi Tron. Kelime olarak “matrix” de geçiyordu filmde hani. Henüz “Dude” olmamış Jeff Bridges’i yazılım mühendisi Kevin Flynn olarak izlediğimiz film, video oyunlarının yükselişe geçtiği bir zamanda yapılmış son derece özel ve farklı bir yapım. Buradaki kötü adamımız, yani kötü bilgisayarımız, ENCOM adlı şirketin kurucusu Walter Gibbs’in başlangıçta satranç programı olarak tasarladığı ve -işte bahsi geçen kötü adamımız olan- Ed Dillinger’ın her şeyi kontrol edecek bir despot olarak geliştirdiği bir yapay zekâdır. Master Control Program (Ana Kontrol Programı): “MCP”, adından da anlaşılacağı üzere ENCOM’un bilgisayar ağını yönetmektedir. Öyle böyle kibri yoktur bu diktatör bozuntusu bilgisayarın. Birçok bilgisayar programını köleleştirmiştir, onları birbirlerine karşı oyun oynamaya zorlamaktadır.

Tabii bunların çocuk oyunu değil, ölüm kalım oyunu olduğunu söylemeye gerek yok. Yani MCP, programı programa kırdırmaktadır. Kendisine: “Senden büyük yazılımcı var, seni de bir insan yazmadı mı?” diye sorabilme cüretini gösteren köle programına, “Beni kimse yazmadı! Ben milyonlar değerindeyim, onlar kim!” deyip işkence edecek kadar tanrı moduna girmiştir. Hırsı da zekâsı nispetinde artarak diğer şirketlere, kurumlara, ağlara sızıp dünya hâkimi olmayı kafaya koymuştur. Hâlihazırda Pentagon’a girmiş, Kremlin’i vurmaya hazırlanıyordur. Kevin Flynn’a dönersek, bu şirkette çalışırken yaptığı çalışmalar, yazdığı oyunlar Dillinger tarafından çalınmıştır. O da bir yandan atari salonu işletirken diğer yandan bir kanıt peşinde sisteme sızmaya çalışmaktadır. İşte eski iş arkadaşları Alan Bradley ve Lora Baines’in yardımıyla gerçekleştirdiği bir girişiminde, MCP’nin marifetiyle, Walter Gibbs’in tasarladığı lazerin çalışmasıyla dijital evrene, sistemin tam da içine düşüvermiştir. Anca beraber kanca beraber dercesine Alan’la Lora da Kevin’in peşinden dijitalleşiverir. Şimdi tek umutları Alan’ın tasarladığı güvenlik programı Tron’dur.

Alpha 60 – Alphaville (1965)

“Hepsine hükmedecek tek bir bilgisayar”, evet, Alpha 60 bu. Jean Luc Goddard’ın kült filmi Alphaville, fütüristik distopyanın kara filmle birleştiği kilometre taşı bir bilimkurgu. Seti bile olmayan, bütün Paris’i set olarak kullanan filmde, bir teknokratik diktatörlük örneği görüyoruz. Hatta yapımda bir “Alphaville ve diğerleri” durumu söz konusudur. Alphaville halkı, Profesör Von Braun tarafından tasarlanan bir diktatör bilgisayarın tahakkümünde yaşamaktadır. “Dış Bölgeler”den defalarca profesörü öldürüp bilgisayarı yok etmek üzere sabotajcı/suikastçılar yollanmıştır ama nafile, giden gelmemektedir. Yine bir ajan, Lemmy Caution, gazeteci kisvesiyle Alphaville’e gelir. Hem kendisinden önce yollanan ajanın akıbetini araştıracak hem de onun misyonunu tamamlayacaktır. Yani plan budur.

Peki bilgisayarın diktatörlüğü de nasıl olur? “Nasıl?” mı? “Neden, nasıl?” diye sormak zinhar yasak! İlla bir şey diyecekse “Çünkü” diyerek başlamak zorunda herkes lafa. Duygusallığa af yok! Hayat salt mantığa tabi. Alphaville sakinleri sevdikleri birileri ölünce ağlayamaz bile, şölen havasında idam edilirler. “Sevdikleri” demek de yanlış, kimseyi sevemezler ki, sevmek de yasak. Sevgi, vicdan gibi mantık dışı kavramlara ait kelimeler lügatlerden ve de hafızalardan bile silinmiş. Her şeye rağmen bunları hatırlayanlarsa kendi düşen ağlamaz durumundadır. Biri “Neden” diye soracak olsa, Alpha 60’ın bütün şehri kaplayan sinir uçları bu kelimeyi algılayıp gerekeni yapar. İnsan diktatörlüğündeki gibi bilgisayar diktatörlüğünde de âlemin en “şanslısı(!)” kadınlardır. Günlük hayatta kendi uzmanlığı her ne ise o; mutfakta aşçı, yatakta da umumi seks işçisidir. Bilgisayarın bile en büyük zoru kadınlarladır. Dahası Alpha 60, Dış Bölgeler’in kendisine saldıracağı çıkarımıyla onlardan önce davranmak için nükleer saldırı hazırlığındadır. İşte bu ahval içinde ajanımız, von Braun’un bilgisayar zulmünden nasibini alan kızıyla beraber bu kanlı diktatörü durdurmak için bir çare düşünmek zorundadır.

Mother – Alien (1970)

MU/TH/UR 6000, yani mürettebatın tabiriyle “Mother” , Nostromo dâhil Weyland-Yutani şirketinin uzay gemilerinde ana bilgisayar olarak kullanılan 282 model bir yapay zekâdır. Geminin arka plan sistemlerinin çoğunu çalıştırır ve su uyur düşman uyumaz hesabı mürettebat uyurken gemiyi yönetir. Tabii aynı zamanda, bir vukuat olduğunda mürettebat için bir uyandırma servisidir. Mother’ın çekirdeği, Nostromo’nun üst güvertesindeki güvenli bir odadadır ve yalnızca Kaptan Arthur Dallas’ın erişimine açıktır. Ancak gerektiğinde geminin dâhili haberleşme sistemi sayesinde tüm mürettebatla iletişim kurabilir.

Peki Mother neden tehlikelidir, ne kötülüğünü gördük? Bunun için Özel Emir 937’yi hatırlayalım. Bu, Weyland -Yutani tarafından Nostromo’nun bilim subayı Ash’e verilmiş gizli bir emirdi. Şirket, ne pahasına olursa olsun Xenomorph numunelerinin sağ salim korunmasını buyuruyordu. Bu uğurda “insanlar harcanabilir”di. İşte Mother da Ash’e bu konuda elinden gelen yardımı esirgemedi. Millet canını kurtarmaya çalışırken, Mother -nasıl bir mother ise- bana mısın demedi. Şimdi Ellen Ripley buna küfretmekte haksız mı? “You, b***h!” tabii…

Delos Control – Westworld (1973)

Michael Crichton gibi bir bilimkurgu dehası tarafından yazılıp yönetilen Westworld, yakın gelecekte zenginlerin eğlence anlayışının geleceği noktayı resmederken, bunun olası sonuçlarını da gözler önüne seriyor. Parayı veren eğlence meraklıları, Delos adlı şirketin tasarladığı bir bilgisayar programının kontrol ettiği robotlarla, Vahşi Batı, Orta Çağ Avrupası ve Antik Roma olmak üzere üç temada hazırlanmış üç oyun parkında bir nevi savaş oyunu oynuyor. Bu gariban robotlar robot olduklarının bile farkında değil. Bir kurgunun içinde olduklarını bilmeden, kendilerine yazılmış rolü oynayarak, zengin erkeklerin egolarını tatmin edip eğlenecekleri ortamın bir nesnesi oluyorlar.

İnsan gibi vücut ısılarını algılayabildikleri hedefleri vurmaları engellenmiş, insana zarar vermeyecek şekilde programlanmışlar. Ama böyle olursa gerçekten eğlenceli olur mu? Eşit şartlarda olacaklar ki bir anlamı olsun. İşte üç oyun parkından biri olan Westworld’de işler kontrolden çıkmaya başlar. Aslında burada yapay zekânın suçu ne diye sorabiliriz. Hep vurulup “öldürülen” tarafta olmaya dayanamayıp arızalanmış olamazlar mı? Belki Yul Brynner’ın ikonik kovboy rolünde sempatimizi kazanan bir şeyler olması da boşuna değildir. Ayrıca Westworld’ün aynı adı taşıyan ve ilk sezonu 2016’da yayınlanan HBO dizisinde de bu yapay zekânın Rehoboam olarak adlandırıldığını, gücünün de katlanarak arttığını belirtelim.

Proteus IV – Demon Seed (1977)

Bunca habis bilgisayar gördük de böyle ırz düşmanını görmemiştik. Dean Koontz’un 1973’te yayımlanmış aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan Şeytan Tohumu, kelimenin tam anlamıyla adının hakkını veren bir film. Doktor Alex Harris, Proteus IV adlı bu şeytanı geliştirirken koynunda yılan beslediğinin farkında değildir. Bu son derece gelişmiş yapay zekâ önce bir Rahibe Teresa, bir Florence Nightingale imajı çizer. Öyle de güçlüdür ki daha hayat üfürülmesinden birkaç gün sonra lösemiye mucizevi bir tedavi bulur.

Bu arada Doktor Harris, bilgisayarlarla kafayı bozduğu için karısı Susan’ı ihmal etmektedir. Alçak fırsatçı Proteus da Susan’ı takıntı hâline getirir. Platonik bir aşktan bahsetmiyoruz, ayrıca derdi sadece gönül eğlendirmek de değildir. Susan’ın çocuğunun annesi olmasını ister. Evet, bir bilgisayar bir insanla çiftleşip üremek gibi bir arzuya kapılmıştır. Üç günlük bebeyken kansere çare bulmuş bir bilgisayara kim nasıl engel olabilir ki? Proteus kafaya koyduğunu yapar. Hani Donald Cammell’ın yönettiğini bilmesek, rahatlıkla David Cronenberg’in çektiğini sanabileceğimiz bu filmde, yapay zekânın işimizi elimizden almanın, bizi köleleştirmenin, üstümüzde hakimiyet kurmanın ötesinde, fırsatını bulsa gözünü daha nelere dikeceğini ibretle seyrederiz.

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

colde gecen bilimkurgu filmleri 2

Çölde Geçen Bilimkurgu Filmleri 2: Mücadele Alanları

Kendinden büyük bir güçle mücadele etmek zorunda kalan bir kahramana sahip olmayan çok az bilimkurgu …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin