Falling Skies ve Terra Nova, hemen hemen aynı dönemde yayın hayatına başlamış iki merak edilen yapımdı. Ancak Terra Nova‘nın ömrü uzun sürmedi ve ilk sezonun ardından iptal edildi. Bilimkurgu hayranları Falling Skies için de buna benzer bir akıbet bekliyordu ama korkulan olmadı ve dizinin sonraki sezonları onaylandı. Her ne kadar bu sevindirici bir haber olsa da, Falling Skies için işler pek de iç açıcı değildi. Zira diziye getirilen eleştiriler ayyuka çıkmış ve izlenme oranlarında da belli bir istikrar yakalanamamıştı. Falling Skies, düzenli olarak düşen rating’lerine rağmen beş sezon boyunca yayın hayatına devam ederek final yapmayı başardı. Dizi boyunca süren eleştiriler final bölümünde de kendini gösterdi ve çoğu izleyici dizinin sonuna yönelik memnuniyetsizliğini belirtti. Bu yazıda, tüm hikâyeyi kucaklayan genel bir bakış yakalamaya ve günahıyla sevabıyla diziyi masaya yatırmaya çalışacağız.
Her şeyden önce yapım, “zalim” İngilizlerin yerine uzaylıların konduğu modern bir Amerikan Devrimi anlatısı olarak dikkat çekiyor. Yaratıcısı Robert Rodat ve baş yapımcısı Steven Spielberg‘ün zekice kurguladığı bu konsept, belki de diziyi beş sezon yayında tutmayı başaran en önemli etkenlerden biri.

Hikâyemiz, uzaylıların Dünya’ya gelişinden altı ay sonrasında başlıyor. İnsanlığın başta aptalca güvendiği işgalci uzaylılar tarafından resmi, askeri ve teknolojik altyapıların büyük bir kısmı yok ediliyor. Milyonlarca insan ölüyor ve geri kalan az sayıdaki Amerikalı, daha ziyade bir direniş işlevi gösteren gevşek yapılı bir ordu kuruyor. Amaçları uzaylıların ezici askeri ve teknolojik gücünü yenmek değil; gitmelerini sağlamak için onları taciz etmek. Dizi, eski ordu komutanı Dan Weaver (Will Pattob) tarafından yönetilen bir grup sivil savaşçıya ve 1775 tarihli efsanevi Anayurt Ordusu‘na gönderme niteliğindeki İkinci Massachusetts’e (2nd Mass) odaklanıyor. Komutan yardımcısı ise eşini uzaylı saldırısında kaybeden ve hayattaki üç oğlunu koruyabilmek için didinip duran eski tarih profesörü Tom Mason (Noah Wyle).
Hemen belirtmeliyiz ki özel efektler, bir kablolu televizyon dizisi için oldukça tatmin edici düzeyde. Aynı zamanda yapım, seyirciyi ekran başında tutmak için yeterli miktarda aksiyon, gizem ve entrika örgüsüne de sahip. Buna karşın, hikâyenin haddinden fazla yavaş ilerlemesi, konunun bütünlüğünden uzaklaşılıp bir aile içi drama yoğunlaşılması ve hatta birkaç bölümde anlatılabilecek olayların koskoca bir sezona yedirilmesi gibi hamleler, dizinin en büyük handikapları arasında gösterilebilir.

Falling Skies, üst üste bindirilmiş temalara sahip bir yapım olarak ilerliyor. Bunlardan ilki, artık bir Hollywood klişesi hâline gelen aile içi dram teması ve beklenildiği üzere seyirciyi ziyadesiyle yapımdan soğutmaya yetiyor. Çekirdek aile, özellikle de “oğulların gelişiminde babanın rolü” teması, neredeyse dizinin tamamına hakim durumda. Diğer bir tema ise askeri ve sivil otoriteler arasında devam eden gerilim. İkinci Mass, dünya dışı canlı formu “skitter’lar” (E.T.’yi büyük bir örümcek olarak düşünün) ve “mek’ler” (devasa robotsu muhafızlar) arasındaki çatışmalarda, yaklaşık 200 sivili koruma görevi üstleniyor ve dizide çoğu zaman, grup içinde güvenlik ve özgürlük konseptinin karşı karşıya gelişine vurgu yapılıyor.
Söz konusu olayların doyurucu bir işleyişle ele alınması avantaj gibi görünse de, bu durum aynı zamanda dizinin temposunu da düşüren bir strateji olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan, yapımda “güce aç ordu” tasvirine bel bağlanmaması da göze hoş gelen ayrıntılardan biri. Ayrıca aksi karakterimiz Weaver aracılığıyla, tüm bunlar makul argümanlar olarak ileri sürülüyor. Hatta Tom Mason karakteri tamamen bu işleyiş üzerine kurulu. Örneğin Profesör, tam donanımlı bir savaşçı ruhuna kavuşabilmek için “akademik naiflik” olarak adlandırdığı ruh hâlini derhâl terk etmeyi yeğliyor. Bu aynı zamanda Devrimci Savaş temasına da uyuyor. Zira Mason’ın henüz gençlik çağlarındaki üç oğlunun da asker olmayı öğrenmesi bu temanın en bariz anlatımı. Oğlanlar tüfek taşıyor, vazifelerini yapıyor ve kendilerinden büyük bir amaç için fedakârlıkta bulunuyor. Kadın karakterlerin tamamıysa güzel, feminen ve güçlü. Dahası her birinin de savaşçı olarak önemli roller üstlendikleri görülüyor.

2. Mass’in “insanlık”, “dünyanın özgürlüğü” gibi evrensel kavramlar adına mücadele ettiği vurgulansa da, alttan alta tipik Amerikan milliyetçiliği ve kahraman ordu propagandasını beslediği de göze çarpıyor. Öyle ki karakterlerimiz, bir ülkenin idealleri için savaşan kahraman vatanseverler olarak sunuluyor. Bunların da ötesinde, Amerika’ya ait semboller ve hatta General Robert E. Lee‘ye dair göndermeler dizinin neredeyse bütününe hakim. Karakterler her fırsatta Amerika’yı Amerika yapan özelliklerden dem vuran tiplemeler olarak yansıtılıyor.
Bunu tüm Amerikan sinemasına sirayet etmiş bir anlatım şeklinde değerlendirip görmezden gelmeye çalışsak da, kimi zaman katlanılmaz boyutlara ulaşması sinir bozucu olabiliyor. Hatta karşımızdaki en iyi bilimkurgu yapımlardan biri bile olsa, yapımın genelindeki aşırı milliyetçilik evrensel bakış açısına leke sürebiliyor. Sonuçta her türlü milliyetçiliğin aşırısı, sanatın evrenselliğine ters düşen bir anlatım. Dolayısıyla belli bir dengenin korunması şart.

Özellikle yapımın ilk birkaç sezonunda din ve Tanrı kavramlarına da bolca yer verildiğini görüyoruz. İnsanlığın uzaylılarla karşılaşması ve söz konusu uzaylıların Dünya’yı istilaya girişmesi dini inançları sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda tanrıya olan güvenin zedelenmesine de yol açıyor. Dizide bu durumun, insanlık için dehşet verici bir sonuç olarak gösterildiğine de tanıklık ediyoruz.
Sonuç olarak Falling Skies, toplam 52 bölümüyle zaman zaman aksiyon dolu ve gizemli bir atmosfer yaratabilmesine rağmen bilimkurgu hayranlarından çok Amerikan milliyetçilerini mutlu etmişe benziyor.