siyah hatiralar denizi

Kafkaesk Bir Bilimkurgu: Siyah Hatıralar Denizi

Mehmet Açar’ın sinema eleştirmenliği yönü epeyce bilindik. Özellikle TRT2’nin her akşam yayımladığı filmleri Alin Taşçıyan ile incelerken gösterdiği ilgi ve alaka sinemasever olarak pek çok insanın duygularını paylaştığını gösteriyor. Sinemanın yedinci sanat olarak rolü önemli ve değerli yorumlarıyla hem yayımlanacak filme dair alınacak keyfi arttırıyor hem de eleştiri konusunda önemli ipuçları veriyor. Bunun yanı sıra Açar’ın romancı ve öykücü bir yanı da bulunuyor. Kendisinin bugüne kadar beş tane eseri yayımlandı. Bunlar kronolojik sırayla; bilimkurgu öykülerini içeren Anarşik Rehavet (1998), Siyah Hatıralar Denizi (2000), Akhisar’lı Hasan Tütün’ün Maceraları ya da Hayatın Anlamı (2005), Çok Uzaklarda Bir Yaz (2009), Kayıp Hasta (2017).

Çoğunluğu bilimkurgu olan eserlerinde sosyal bilimlere özel bir yer veriyor ve toplumsal dönüşümleri teknoloji eksenli olarak başarıyla irdeliyor. Ayrıca ortaya koyduğu anlatılar, metinlerarası göndermeleriyle, postmodern teknikleriyle ve sinematografisiyle öne çıkmayı başarıyor. Bunu yazının devamında detaylandıracağız. İşbu yazıda ilk kez 2000 yılında İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanan Siyah Hatıralar Denizi’ni ele alacağız. 2005’te İthaki ve 2018’de ise Doğan Kitap etiketiyle de ayrıca okuruyla buluştu. Ayrıca Açar’ın eserleri arasında en bilineni ve aynı zamanda ilk romanı olma özelliğine sahip.

“Gidemeyeceğimiz yer yok. O inanışla, özgüvenle dopdolu, yola çıktık başka dünyalara. Peki ne yapacaktık o dünyalarla? Ya biz onların efendisi olacaktık ya da onlar bizim: Yetmezlik içindeki zihinlerimizde tek düşünce buydu!” diyerek Stanislaw Lem’in efsane yapıtı Solaris’ten bir alıntıyla açılıyor. 22. yüzyılda geçen yapıt, bir memurun Kafka’nın Şato romanını anımsatan bir görevle Kuzeydenizi kıyılarındaki Nordzest isimli şehre gönderilişiyle başlıyor. Bahsi geçen görev iki şüpheli intiharın soruşturmasıyla ilgili ve gizemin kilidini çözecek mevzu da bahsi geçen ölümlerin ardındaki sırların çözülmesiyle ayyuka çıkıyor. Bu noktadan itibaren mistik bir havaya bürünerek göndermelerle dolu oldukça durağan ama aynı ölçüde etkileyici bir serüvene dönüşüyor.

Kurgunun geçtiği gerçeklik aynı zamanda pandeminin etkilerinin henüz tam olarak sona ermediği günümüzle de koşutluk kurulabilecek nitelikte özellikler taşıyor. AIDS benzeri bir salgın yüzünden sekiz milyar insanın büyük bir bölümü ölüyor, geri kalanlar ise bağışıklık kazanmış olarak yaşamlarına devam ediyor. Tek arzuları ya da başka bir deyişle geleceğe dair bütün planları, kolonileşmesi vesilesiyle tükenmek üzere olan Dünya’dan başka bir gezegene yerleşmek. Bu kaotik ve kâbus atmosferiyle sarmalanmış gelecekte ulus-devlet anlayışına bağlı yapılar terk ediliyor, ahlak ve etik gibi kavramların tanımları yeniden yorumlanıyor ve elbette mülkiyet ortadan kalkıyor. Bütün yetki Birleşik Federasyonlar Parlamentosu (BFP) adında üst düzey bir oluşuma devrediliyor, değişen toplumsal yapıyı gözetme, kollama, denetleme işi bu parlamentonun kontrolüne bırakılıyor ve olaylar bu denetleme mekanizmasına bağlı olarak gelişiyor.

Kahramanımız tam da böyle bir gerçekliğin içerisinde yaşıyor ve görevi gereği BFP’ye bağlı Soğuk İstasyon adlı bilimsel araştırma merkezi üyelerinden ikisinin şüpheli intiharlarını araştırmak üzere görevlendiriliyor. Yolda hatıralar arasında geziniyor ve henüz bu aşamada Lem’in ölümsüz eseriyle arasındaki bağlantılar kuruluyor. Vardığı şehirde yalnızca tek bir otel var: Ennoia. Yunanca ‘Kader’ anlamına gelen bu otele yerleşiyor. Gözlemlemeye, soruşturmaya buradan hareketle devam ediyor. Ancak işin ilginç ve bir o kadar da karmaşık olan tarafı, otelin sanıldığı kadar basit olmayışı. Solaris gezegeni misali bilinç sahibi olan, uykuları sırasında misafirleri inceleyen ve onlara anılarından hareketle halüsinasyonlar gösteren bu otel bir bakıma Lem’e verilen bir selam. Öte yandan The Shining’i de anımsatarak aynı kasveti içerdiği konusunda ipuçları veriyor. Hatta öyle ki, zamanı bile aşan bu gizem dolu macerada insan bilincinin ne denli derin ve karışık olabileceği defaatle kanıtlanıyor.

Mehmet Açar’ın Siyah Hatıralar Denizi ismini verdiği yapı ise metnin kilit noktasını oluşturuyor. Romanda kongre üyeleri her şeyi bilimsel bir bakışla incelemeye çalışıyor ve “bilim her şeye kadirdir” minvalinde bir açıklamayla yaklaşıyor. Üstelik aynı kişilerin Kundera’nın deyimiyle yaşamı başka yerde aramalarına eleştiri getiriyor. Zira yaşam burnumuzun dibinde, mevzu onu korumak ve kimileyin salt bilimsel bilgiden ibaret yaklaşımla bunu ele almak kişinin eksik kalmasına yol açabilir. Burada bahsi geçen şey bilimin araç olması ve sonsuz açgözlülük için kullanılması. Oysa dünyanın herkese yeteceğini düşünen bir grup insan, BFP’nin bu tutumuna karşı geliyor ve anarşist özgürlükçü, yani liberteryen bir yaklaşımla öne çıkıyor. Bu hususta Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’ini anımsatan ve bozulan bir şeyin veya daha doğru deyişle yoldan çıkan bir idealin tekrardan kendini bulmasının yolunu geriye, aslına, özüne dönüşle mümkün olduğunu aktarıyor. İnsanlığa dair eleştirilerini de bu vesileyle yapıyor.

Özetle, birçok usta isme göndermelerle bezeli girift bir metin olan Siyah Hatıralar Denizi, okuması meşakkatli olsa da şiirsel üslubuyla okurunu yakalayan zevkli bir yapıt.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

Poor Things kapak

Bir Uygarlaşma Hikâyesi: Poor Things

Yorgos Lanthimos, “çağımıza nasıl “yamuk bakmak” gerekir, bu bakışın sonuçları neler olur?” sorularını ilginç biçimde …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et