Suç unsuru ve suçlu tipi, bilhassa son dönemde bilindik kahraman tiplemesinin önüne geçmeye başladı. Öyle ki, Joker gibi kötü karakterlerin geçmişlerine mercek tutan filmlerin etkisi epey hissedilir hale geldi. Bunun kahraman üzerinde de etkisi oldu elbette. Anti-kahraman diye isimlendirilen, yani kan döken ve vahşileşebilen kahramanlar da son dönemde revaçta. Bunların en popülerleri ise Marvel‘ın karakterleri Deadpool ile Punisher. Öncelikle, kahraman ile aralarındaki farkı anlamak için klasik formla kıyaslamak gerek. Örneğin Daredevil “asla öldürme!” derken, Punisher’ın bu hususta tercihi gayet açık biçimde ortadadır. Ayrıca kahraman, Superman misali steril ve legal olma zorunluluğu taşırken, anti-kahraman bu vasfı taşımaz. Fight Club’ta Tyler Durden‘a dönüşen sıradan bireye aynadır adeta. Yasaların ötesine geçmeye çabalar ve bunun için her şeyi yapabilecek hale gelir.
Öte yandan ilgili yükselişin sebebini kahraman figürünün gerçeklik ile arasındaki ilişkiye bakarak yorumlamak da mümkün. Zira Amazon‘un The Boys adlı yapımı da aynı noktadan hareket etmekte. Yaşadığımız hayatta süper güçlere sahip kişiler var olsaydı, sahiden bu kadar temiz olabilirler miydi? Olamazlardı kuşkusuz! Çünkü fazla güç yozlaşmayı, mutlak güç mutlak yozlaşmayı getirir. Nitekim, iyilik ile kötülüğü ayıran çizgilerin belirsizleştiği bir çağda, bu denli zıt renklerin karşıtlığını işlemek de hikayeyi talep eden kişilerde olumsuz etki bırakır. Dünya grinin tonlarında yaşayan insanlarla doludur ve arzularının tatmini ölçüsünde ya da arayışlarının benlik ilişkisiyle şekillenir. Yani, yaşadığımız dünyanın karşılığı kirli ama özgün karakterlere sahip kişilerdir. Kendi adaletini sağlamaları da bu yüzden normal karşılanır zaten. Çürümüşlük ve iltimas artık tek geçer akçedir. Bu sebepten ötürü, adaleti savaşçılar getirir maalesef.
Romanın olay örgüsü klasik çizgilerde ve bunlara detaylıca girmek okura saygısızlık olacağından daha farklı bir yol izleyeceğiz. Yine de küçük çaplı spoiler olacağını da ekleyelim. İlk olarak neden Cingöz Recai‘yle bağlantı kurulduğu sorusu akıllara gelecektir. Türk Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Peyami Safa’nın “Server Bedii” adıyla yayımladığı karakterin ismidir kendisi. Fransız yazar Maurice Leblanc’ın ünlü Arsen Lüpen karakterinden esinlenen Safa, ortaya Cingöz Recai’yi çıkarmıştır. Yakışıklı, kılık değiştirme yetenekleriyle her durumdan kolaylıkla sıyrılan, çapkın ve bir o kadar da kendine has ahlaki öğretiye sahip renkli bir kişiliktir. Sinemaya üç kez uyarlanan karakterin en çok bağdaştığı isimse Yeşilçam’ın belki de en büyük aktörü Ayhan Işık‘tır.
Romandaki Recai ise, “Kaypak” Jim DiGriz ismiyle maruf bir hırsız. Recai gibi kılık değiştirme konusunda marifet sahibi olmasının yanı sıra, sisteme dair derin bilgiye ve eleştirel bakışa da sahip. Fakat Jim, çapkınlıktan ziyade eylemsellikten zevk alan yapısıyla ön plana çıkıyor. Hollandalı Filozof Johan Huizinga‘nın 1938 yılında yayımladığı Homo Ludens, yani “Oynayan İnsan” adlı kitabında tanımladığı modern çağ insanı tarifiyle bu doğrultuda koşutluk göstermektedir. Oynayan, yaşamı oyun olarak gören ve ciddiyetine, plana göre gittiği ölçüde inanan hafif deli bir karakter anlayacağınız. Tıpkı Nolan’ın Joker’inin oyunla ilgili yaklaşımı gibi. Aslında hepimiz düzene ve tertibe dair belirli ve tekdüze bir yaklaşıma sahibiz ama istiyoruz ki planı başkası yapsın da biz yalnızca kopan kıyameti izlemeyle yetinelim. Buna pasif cellatlar olmak mı dersiniz?
Romanın yazarı Harry Harrison da ayrı bir inceleme konusu. Mizah ile eleştiriyi oyunun temel parçaları olarak okura sunuyor. Alışılmış kalıpları da yıkıyor bu sırada. Mesela, onun evreninde her karakter Shakespeare oyunlarından fırlamış gibi teatral bir duruşa sahip değil; böyle dair zorunluluk da taşımıyor. Absürdün sınırlarına iskele dayayan ve ardındaki kokuşmuşluğu yaşayışlarıyla aşikar eden sıradan tipler. Zaafları, planları, hayalleri, arzuları ya da istemleri günlük hayatın olağan akışından bağımsız olarak şekillenmeyen, dev aynasında gösterecek denli karikatürize bir akışa sahip. Buradan hareketle okur bilir ki, Jim DiGriz’in maceraları devam edecek, fakat yine de olanların ve olacakların tahayyülü alışılanı yıkmaya yetecektir. Ayrıca çizer olmasının faydasını da çizdiği karelerde görürüz. Sahnelerin geçişleri, romanın belki de en başarılı noktasıdır.
Bir de anarşist bir tavır katar karakterlerine. İşleyişin, güç dengelerinin, yönetici sınıfın, aristokrasinin ve elbette kadın-erkek ilişkilerinin içinde hareket eden Jim’in gözünden bizim de sorgulamaya girişmemize vesile olur. Hatta bir noktada yaptığı hırsızlıklara dair sorulan soruya verdiği cevap tam olarak Joker’in yürüttüğü saldırgan ama akıl çelen kurnaz felsefesini anımsatır aşina olanlara.
“Ama şu para meselesi. Bunu onayladığımı söyleyemeyeceğim. Özel Birim ihtiyacın olan parayı sana verir. “Aynı para,” diye atladım. Özel Birim parayı nereden buluyor? Gezegenlerdeki hükümetlerden. Peki hükümetler nereden buluyor? Vergilerden tabii. Ben de doğrudan bankadan aldım. Sigorta şirketi bankanın kaybını karşılar, sonra da o yılki gelirini düşük göstererek daha az vergi öder. Sonuç senin söylediğinle tamamen aynı!”
Velhasıl, Harry Harrison’ın 1961 yılında yayımladığı roman, 1995 yılında Metis Yayınları tarafından Paslanmaz Çelik Sıçan adıyla yayımlanır. Ardından serinin ikinci kitabı Paslanmaz Çelik Sıçan’ın İntikamı da 1997 yılında Metis Bilimkurgu Serisi‘ndeki yerini alınır. Fakat on iki kitaplık serinin geri kalanı Türkçeye çevrilmez ne yazık ki. Yine de seriyle tanışma imkanı sağlandığı için büyük bir iş yapıldığı açık. Zira, ilk iki kitapla başlanarak edinilen hevesle dil öğrenimine dair arzu sağlamak bile mümkün. Ayrıca kitabın sorgulamaları, yer yer anlatım ve hikaye akışındaki sorunlar nedeniyle aksasa da türe dair olumlu ön kabullere sahip tüm okur adayları için iyi bir başlangıç noktası olacaktır.