Margaret Atwood ve Kadın Olmak

Margaret Atwood, 1939 yılında Kanada’nın Ottawa kentinde dünyaya geldi. Babası böcek bilimci (etnomolog) olduğu için çocukluk yılları çoğunlukla Kuzey Quebec bölgesindeki ormanlık alanlarda geçti. On iki yaşına kadar okula gidememiş, okuma yazmayı anne ve babasından öğrenmişti. Ancak bu, onu beş yaşından beri hikayeler, şiirler ve oyunlar yazmaktan alıkoyamamıştı. Güzel bir çocukluk dönemi yaşadı, bunu da her zaman böyle anlattı.

Toronto Üniversitesi ve Radcliff Kolleji’nde eğitim gördükten sonra Harvard Üniversitesi’nde doktoraya başladı, ama tamamlama gereği duymadı. Kanada’nın önemli şairlerinden sayıldığı vakitler 70’lere tekabül ederken, filme alınan kitabı ‘Edible Woman’ ile yazmaya daha çok sarıldı. Yazdıklarının çoğu bir ödüle ya da adaylığa layık görülen Atwood, 1987 yılında aldığı Arthur C. Clarke ödülünü, altı sene önce yazdığı distopyasına borçluydu: ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ne.

Margaret Eleanor Atwood

Yıl 1981’i gösterdiğinde Handmaid’s Tale, yani Damızlık Kızın Öyküsü kitabıyla bilimkurguya ve bu tarzı kullanarak kadının toplum içindeki gerçek rolünü sorgulamaya başlamıştı. Bir başyapıt olan Antilop ve Flurya‘nın, Kör Suikatçı‘nın, Nam-ı Değer Grace‘in, Kedi Gözü‘nün ve hatta bilimkurgu ve hayal gücü hakkındaki denemesi Başka Dünyalar kitaplarının yaratımına henüz vakit vardı. Bir dipnot olarak, damızlık kızımızın öyküsünün 1990’da aynı isimle bir filme ve bir diziye uyarlandığını da söylemeden geçmeyelim.

Bu noktadan sonra, yazım hayatı iki paragrafla anlatılamayacak kadar uzun olan Atwood’a, anlatmak istediği önemli bir konu üzerinden yaklaşacağız. Bir aktivist olan yazarımız, Damızlık Kızın Öyküsü ile başladığı asıl macerasında, erkek egemen sistemin kendini özgür sanan toplumlarda dahi baki olduğunun, küçücük bir sistem değişikliği ile tüm dünyanın bilinçaltına kadar işlemiş ‘kadının asli rolünün’; her zaman ve her yerde tekrar tekrar ortaya çıkabileceğini savunmuştur. Distopyasının en karanlık tarafı da hep bu olmuştur, özellikle özgür olduğunu sanan bir kadın için. Antilop ve Flurya ile bambaşka bir dünyadan, bu sonuca ve bu sonucun doğurduğu çöküşle gelen ilginç bir ütopyayla devam edecektir, dip not olarak.

Damızlık Kızın Öyküsü

Atwood’un, bana kalırsa ileri dozdaki karanlık yazını bugün yaşanıyor, geçmişte yaşanmıştı ve toptan bir değişikliğe gidilmediği sürece de, bir yerlerde yaşanmaya devam edecek. Kadının bir çeşit seks robotu, savaşmak ya da ucuz iş gücü için gerekli insan yavrularını basan bir makine, damızlık bir hayvan olarak algılandığı, aslında öyle ya da böyle içinde yaşadığımız sistemi yazmıştır Atwood. Kaldı ki, hayvanların damızlık olarak tanımlanması ya da evcilleştirilmesi ile doğmuştur kadınlara yapılanlar. Şahsi kanaatim tam da tarihin o noktasından hareketle başlayan bozulmanın bu günkü görünümü, antropoloji biliminin de bize sunduğu verilerle tutarlı bir gerçekliği yansıtmaktadır.

Atwood’un, çok kısa bir sürede gerçekleşen bir değişim ile, özgür olduğunu sandığı hayattan alınıp, bir damızlığa dönüştürülen kahramanın hislerini ve hayatını, bize Toronto’daki korunaklı yaşamı içinden mutlak bir hakikat olarak anlatabilmiş olması da, hem onun empati yeteneğinin çok yüksek oluşuna, hem de bana kalırsa ne yazık ki tüm kadınlar gibi bunları gerçekten hissederek yazabilecek verileri ya o an içinde ya da tarihin bir yerlerinde, boğazımıza dayanmış kör bir bıçağı fark etmek gibi, peşimizden gelen uğursuz bir gölgeye takılmak gibi duyumsayarak yazdığına da; her nasılsa İzmir kentinde doğmuş, adı Burcu olan bir kadın olarak eminim. Bu da zaten onun savunusunu kanıtlayan bir şeydir bana göre. Bir ortadoğu ülkesinde yaşamanın tek farkı ise bu bilginin size çok da uzak olmadığını her gün kadın ölümleriyle, nefret cinayetleriyle tekrar tekrar görebiliyor olmanıza rağmen, hiç bir şey yapamıyor oluşunuzdur.

cadı avı

Yıl 2017… İlk önce sınırlar bizi ayrı kıldı. Değişik değişik otantik kültürler, farklı diller ama bize karşı olan tavır, algılanma biçimimiz bin yıllardır hep aynı. Orta çağ bitti sanıyorduk. Cadı diye kestikleri pagan kadınlar artık yoklar ama modernizm dilde de, kültürde de bize onları kötücül bir şekilde anlatmaya hep devam etti. Şifacılık yapan kadınlar, doğanın bilgisine sahip kadınlar, şeytanla anlaştılar denilerek soykırıma uğratıldılar. O zaman da İngilizlerin, Keltleri katledişi ve dillerinden tutun da, kendi yaşayışlarına dair her şeyin ellerinden alınmasıyla harmanlanmış bir süreçti yaşanan. Bir nevi Cihad…

Hindistan’a yapılan Osmanlı akınlarından biliyoruz, sistematik tecavüzle kendileştirmeye çalıştıkları Hinduları. Kaldı ki onlar sonradan Müslüman olacak ve bugün Pakistan dediğimiz ülke oluşacaktı. Müslüman olmak sorun değildi, Pakistan olmak da… Ancak yolun sistematik tecavüzden geçmesi büyük bir sorundu. Kaldı ki bunu Hristiyanlar da yapmıştı zamanında. Zaten şu anda da ve neredeyse tüm kültürlerin dillerinde hala cinselliğin bir cezalandırma, ehlileştirme, kendileştirme politikası olarak görüldüğüne dair kanıtlar alenen ortadadır.

kadına şiddet

Sınırların içinde bile rahat olamadık hiç. Şimdi bizi sıkıştırdıkları apartman dairelerinde, bölünmüş ve ayrışmış olarak yaşamaktayız. Birbirimizi kıskanmak ve yine birbirimizle rekabet etmek zorunluluğumuz ile baş başa, tek tek avlanıyoruz. Her şey o kadar erk ki, entellektüel faaliyet içinde kendini var etmek bile o topluluğun erkeklerinin insafına kalıyor çoğu zaman. Bitmek bilmeyen bir mücadele içinde olmalısınız. Ya toptan kabullenmek ya da hayatınızın sonuna kadar anlatmak, konuşmak, savunmak ve mücadele etmek… İkisinin arasında bir yolun olamayışı; arızalı bir sistemi ve algıyı bütünen sorgulamaktan, o lanet olası bütünlük içinde her şeyin her şeyle olan bağlantısını çözümlemiş olmanızdan kaynaklanır. Tabii ki evden işe, işten eve bir hayat kurmanız, evlenmeniz ve çocuk doğurmanız, işten eve gelince bir de yemek yapmanız filan gerekebiliyor. Bir çeşit makina gibi durmadan çocuk da basmalı…

Hayatı kolaylaştıracak zihniyete sahip olmuş bir avuç adamla ne kadar uzayabilirseniz, o kadar uzayacaksınız. Bu tüm dünyaya yayılmış erkek egemen kültür, dünyanın tüm kaynaklarını öldüresiye sömürmekte, bundan çıkış yolu da kadının hayattan, doğadan, hayvandan yana örgütlenmesinden geçmekte. Fakat o kadar ayrıştık ki, göremiyoruz yapmamız gerekeni. Bulduğumuz en iyi senaryo ise, küresel iklim değişikliği münasebetiyle insanların yok olacağını ummak yaygın bir fikirle…

kadın erkek

Aynı şeyler, aynı sözler… Çözüme inanmayan birine, hiç bir şeyi çözdüremessiniz. Bu sebeple de çözüm hiç bu coğrafyalara uğramıyor. Sistemin bir uyutma aracı olarak geliştirdiği çaresizlik hissini anlıyor ve empati yapabiliyorum. Her ne kadar sistemin bunu hunharca kışkırttığını bilsem de yine de bu seneki 8 Mart’ı bir feminist olarak, kokuşmuş, çürümüş hayatları içinde çalışırken ezmeyi, kendi yetersizlikleri yüzünden hasetlenmeyi, saldırgan bir biçimde gördükleri ilk kadından erkekler yüzünden çektiği tüm acıların hıncını almayı seçmiş, bu seçimini savunan, anlatan, dedikodudan beyni eritilmiş, birliktelik çağrılarına her zaman burun kıvırmış bazı kadınlara değil, bugün öğrendiğim bir habere göre, Musul’da ‘Cinsel Cihat’a, yani şeriat yasalarına göre geçici evlilik ile seks kölesine dönüştürülmek istenen ve her türlü işkenceye rağmen buna boyun eğmediği için infaz edilmiş 250 kız çocuğuna adıyorum.

Hazırlayan: Burcu Güler

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

feminist bilimkurgu ve kadin

Feminist Bilimkurgunun Evrimi

Bilimkurgu, çoğunlukla “erkeksi” bir tür olarak görülür. Oysa devasa bilimkurgu çatısının altı, toplumsal cinsiyet kurallarını …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin