fihrist kitap bilimkurgu

Fihrist Kitap Ütopya-Distopya-Bilimkurgu Dizisi

1- Kırılca Adam (The Crystal Man) / Edward Page Witchell

Bilimkurgu dünyasında ilklerin yazarı olarak bilinen Edward Page Mitchell, 150 yıla yakın zaman geçmesine rağmen öyküleriyle ilgileri üzerine çekmeye devam ediyor.

19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 1920’lere kadar uzun bir süre dergilerde yayımladığı ilginç hikâyeleriyle bilimkurgunun bilinirliğini arttıran Mitchell, kendinden sonrakileri de etkileyerek bilimkurgu edebiyatına kimliğini veren isimlerden biri oldu.

H. G. Wells gibi bir bilimkurgu üstadından önce “zaman makinesi,” “görünmez adam,” “hesap makineleri” vb. temalarda güçlü anlatımı olan hikâyeleriyle Mitchell, teknolojinin sınırlarında gezinirken insanın iç dünyasına da ışık tutuyor. Kırılca Adam, Edward Page Mitchell’in Türkçede ilk defa yayımlanan öykülerinden oluşuyor.

2- Ay’daki Adam (The Man in the Moone) / Francis Godwin

Godwin’in Ay’daki Adam’ı basım yılından eserin türüne, içerdiği dil ve zaman unsurlarından kiliseye, dönemin Dünya merkezli sisteminden Kopernik’e kadar çok tartışma yaratan bir hikâye.

Ay’daki Adam yazıldığı zaman, gök bilimsel gözlemlerin gelişmesiyle yüzyıllardır hüküm süren Dünya merkezli evren fikrinin sallantıya uğradığı ve evrende Dünya dışında bir ev bulunup bulunamayacağının, eğer bulunursa da içinde bulunulan çağın hâkim fikirlerinin bu keşfi ne şekilde karşılayacağının tartışıldığı bir zaman. Godwin bu sürükleyici öyküsünü Kopernik Devrimi’nin baş gösterdiği ve erken Rönesans’ın yükseldiği, bilimin alışılmıi rotasını terk edip yenilikçi fikirlere yelken açtığı bir zamanın etkisiyle yazar.

Bu kitap yazıldığı sırada Galileo ve Kepler daha ölmemiştir, Newton ise doğmamıştır bile. Eserin yazıldığı dönemde, dolayısıyla, dünya merkezli evren teoremi daha tam olarak reddedilmemiştir. Buna rağmen öngörüsü yüksek bu metin, o dönemde kitlelerin hayal gücünde neler olup bittiğine de ışık tutabilir. Güneş merkezli sistemin hızla kabul görmesi, bilimsel çalışmaların kültürel alandaki tesirinin bu denli yüksek olması, gerçekten ilgi uyandırıcıdır.

Bir bilgi daha vermek gerekirse, Godwin, “Ay’daki Adam” öyküsüyle edebiyat çizgisinde ciddi bir etki bıraktığı yazar Jonathan Swift’in büyük amcasıdır. Jonathan Swift’in, Güliver’in Gezileri’ni onun Ay’daki Adam’ından esinlenerek yazdığı düşünülmektedir.

1638’de basımı gerçekleşmiş, tarihin belki de ilk bilimkurgu kitabı olarak değerlendirilebilecek çalışma Türkçede ilk defa yayımlanıyor.

3- Distopya / Alparslan Bozkurt

“Her şey, insana rağmen iyiden iyiye dilsizleşti. İnsanın bellek ve unutma üzerine kurulu tüm hikâyesi toplu bir intiharla ortadan kalksa da yeryüzü kendini yaşayabilse yeniden. İnsanın varlığı, varlığın sefaletiydi.”

İstanbul’un yakın geleceğinde bir “kapanma” hikâyesi. Dünyanın ve insanlığın hızından ödün vermeden ilerlediği, uzay çağının tüm ihtişamıyla aşamalar kaydettiği bir zaman dilimindeyiz ve bu hikâye İstanbul’un “kanal” ile yarılması sonrası var olan eşitsizliklerin artmasının ve insanların müthiş bir sessizlikle içe kapanmasının hikâyesi. Küçük ölçekte ise bu hikâye, yalnızlığında boğulmuş, dış dünyada suç ve aşırılıkların artmasının kıskacında kendi içine kapanmış ve bu kapanda kısılmış bir adamın hikâyesi.

Şehir, yükseldikçe ve hiyerarşik aşırılıklar içinde çevresine karşı duyarsızlaştıkça, şiddetini kendini var eden köklerine dahi yöneltir sonunda. İşte bu hikâye, yeni şehrin kaskatı inşası sırasında, kendisini oluşturan en temel unsura, insanına yönelik acımasızlığına vurgu yapar. Oldukça insancıl ve öznel bir dünyadan acının içsel yolculuğu eşliğinde şehri gözlemleriz. Görmeyiz bile şehri, sadece hissederiz. Çünkü şehir artık kapanmıştır içine, şehir tüm gürültüsüne rağmen artık sessizdir. Şehir, yabancılaştırdığı insanlarını iştahla sindirirken umutsuzluğun koyu tonlarına boyamaktadır zihinleri.

Umut ise en büyük sorudur; gerçekten, biz şehirliler, umudumuz var mıdır bu kökleri kurutan yaşam alanından, beklentimiz var mıdır şehirden? Bu kapanmanın sonu var mıdır, açılacak mıdır bu kat kat yığınlaşan şehir bir gün, yoksa patlamaya mı yüz tutacaktır? Ya da bu gürültülü sessizlik, umut kırıntılarını sonuna kadar sömürüp gerçek bir sessizliğe varacak mıdır?

4- Xipehuz: Şekiller (Les Xipéhuz) / J. -H. Rosny aîné

İncelemesini Oku

Kimilerine göre Rosny aîné’den önce “gerçek” bilimkurgu yoktur.

Tarihsel anlamda yerini Jules Verne’den sonra, H. G. Wells’ten önce olarak konumlandırabileceğimiz Rosny aîné’nin eserleri “bilimsel” kurgunun temellerini attığı için önemi büyüktür.

1888 yılında çıkan “Xipehuz: Şekiller” yazarın ilk kitabıdır. Bu kitapta ilk kez dünya dışı varlıkların betimlemesini yaparken insan merkezli algı dışında bir öngörüde bulunarak algıda çığır açmıştır.

Dünyaya saldıran yaratıklar, temelde, biyolojik olarak dünyalı değildirler artık; bizim tarafımızdan ancak şekil olarak ifade edilebilirler. Sadece bu algı sıçraması bile Rosny aîné’nin büyüklüğünü gösterir.

Ama o daha fazlasını gerçekleştirmiş, hikâyenin nesnelliğini ön planda tutarak anlatıda temel bir değişim yaratmıştır. Dolayısıyla Rosny aîné, toplumsal bilimkurgucuların insani duyarlılıkla yazdığı macera hikâyelerinden bir adım daha ileri gitmeyi başarmıştır. Artık bilimkurgu, insani olanın sınırlarını da test etmeye çalışacaktır.

İşte Xipehuz, bu yüzden “gerçek” bir ilktir.

5- Summerfield Vakası (The Case of Summerfield) / William Henry Rhodes

1871’de bir San Francisco yerel gazetesi, “Summerfield Vakası” başlıklı bir hikâye yayımladı. Yazar kendisini, bilinmeyen bir takma ad olan “Caxton” ismiyle gizlemişti.

Hikâye yayımlandığı andan itibaren büyük ses getirdi ve Golden Gate Köprüsü’nün ötesindeki o küçük dünya (San Francisco), merak ve şaşkınlık içerisine sürüklendi. İnsanlar gittikleri her yerde “Summerfield Vakası” hakkında konuşuyorlardı.

Caxton’ın bu yazısı gerçekten mümkün müydü? Potasyum kullanılarak, su ateşe dönüştürülebilir miydi? Ve böylesine bir sırra sahip olan biri, dünyayı yok edebilir miydi?

Hikâyenin alkışlanabilecek tarafı ise fikrin yalın ve direkt bir dil ile yazılmasıydı. Bu yazım şekli hikâyenin inandırıcılığını kat be kat artırmıştı. Böylesine basit ve üzerine düşünmeden yazılmış bir yazı, kurgu olmak için fazla gerçekçiydi. İnsanlar, kurgu ile gerçeğin ne düzeyde karıştığına karar veremediler ve Caxton çok kısa sürede yerel bir üne ulaştı.

Bilimsel bildiri biçemiyle gerçek ve kurgunun arasındaki sınırları bulanıklaştıran William Henry Rhodes, bilginin yoğunluğunu konu akışına uyumlu bir şekilde yedirmesiyle bilim kurguda çığır açan yazarlardan biri olarak görülür. Art arda gelen bilgi yığını, zorlama gibi duracakmış gibi gelir ama gerçek hayat da bu bilgi yığınları arasında doğrultu kazanmaz mı zaten? Özellikle bilim çağı dediğimiz bu son dönem, bu teknik bilgilerin tümden üzerimize gelmesiyle “buyurgan” bir hal almaz mı…

“Summerfield Vakası” bilim ve teknolojinin, dünyamız içindeki yerini hissedebilmek ve sorgulayabilmek adına da kıymetli bir kurgu metni olarak görülmektedir.

6- Tuğla Ay (The Brick Moon) / Edward Everett Hale

İncelemesini Oku

İlk bilimkurgu metinlerinin odaklandığı ana hedefin Ay olması ya da Ay’dan ilham alması, onun zihnimizdeki merkezi konumunu gösteriyor.

Yine Ay’dan ilhamla yazılmış bir kitap olan Tuğla Ay, “yapay uydu” fikrini ilk işleyen metin olarak bilimkurgu dünyasında ve hatta bilim dünyasında bir klasik kabul ediliyor.

Edward Everett Hale, gerek toplumsal, dini ve siyasi anlamdaki düşünceleri ve çalışmalarıyla gerek de yaşadığı dönemde ve kendisinden sonraki dönemlerde birçok önemli insan üzerinde bıraktığı etkileriyle, 19. yüzyıl Amerika’sının çok önemli bir figürü olarak kabul edilmektedir.

Bir grup üniversite öğrencisinin kendini kanıtlama ve para kazanma girişiminden ortaya çıkan komik bir bilim kurgu parodisi gibi başlayan Tuğla Ay, oldukça detaylı ve uzun açıklamalarla ilk yapay uydunun yapımına ulaşır ve burada da durmayarak bu durumun yarattığı küçük çaplı psikolojik çözümlemelerin bir eskizine girişerek okurun hiç de beklemediği, tüm anlatılanlardan oldukça uzak gibi gözüken çarpıcı bir soruyla son bulur.

ABD’nin yetiştirdiği büyük dehalardan biri ve ilk bilimkurgu yazarlarından olan Edward Everett Hale, “Tuğla Ay” kitabıyla Türkçeye ilk defa çevrildi.

7- Son Adam (Le Dernier Homme) / Jean-Baptiste de Grainville

“Last Man” ismiyle ve temasıyla 19. yüzyılın başlarında romantik dönemin en önemli isimleri art arda eserler yayımlamaya başlar. Dünyanın sonu teması her yanı kaplamıştır; karanlık ve distopik bir yıkım içinde şehirlerin ve kötücül hislerin ortasında tek insan kendiyle baş başa kalmıştır. İngiliz romantik akımının büyük isimleri bu temayı çok sevmiştir. İçinde geçmişin karanlığını barındırdığı kadar, gelecek adına mübalağalı bir haykırışın da sesidir bu çalışmalar. Tam da romantiktir…

İşte bu eser, koca bir distopik “son adam” yazını döneminin ilk eseri olmasıyla bilinir. “Le Dernier Homme,” 1805’te Grainville’in ölümü sonrasında basılır ve yazarın kendi ülkesi Fransa’da olduğu kadar, Lord Byron ve diğer romantiklerin İngiltere’sinde de büyük ilgiyle karşılanır. Ruhunda Fransız İhtilali’nin devrimci yıkıcılığını barındırır. Dolayısıyla hem muhafazakar hem de ilericidir. Diğer bir ifadeyle, hem karamsar, hem de tutkuludur. Distopya ve bilim kurgu yazınının temel taşlarından olan bu eser, en temelde edebi bir ağıttır.

Yazarın dile getirdiğine göre, Milton’un “Kayıp Cennet”inden ilham alınarak yazılmıştır bu kitap. Edebi gücünün yanı sıra, kıyamet senaryolarını bünyesinde barındırması bu yüzdendir. Günün sonunda, koca bir distopik bilim kurgu dünyası bu temel taşlar üzerine şekillenmeye başlamıştır. Kıyamet, her zaman olasıdır ve yanı başımızdadır. Kurtuluş ise bir ölüm kadar karanlık, bir ışık gibi anlıktır. Son insan da böyle bir arayıştadır; kıyametini görüyor insan ve arınmak istiyor…

8- Dünyanın Efendisi (Lord of the World) / Robert Hugh Benson

Tanrıtanımazlığın distopyası şeklinde tanımlayabileceğimiz “Dünyanın Efendisi” günümüzdeki laik aşırılığı öngördüğü için Katolik Kilisesi’nin en çok önerdiği eserlerin başında gelmektedir.

Papaz olan Robert Hugh Benson tarafından yaklaşık 120 yıl önce yazılan bu kitap, kehanetlerinin tutarlılığı sebebiyle son Papa Francis’in de en çok önerdiği kitap olarak bilinmektedir.

Benson’ın kurduğu distopyada, Hristiyanlık ve semavi dinlerin artık esamesi okunmuyor, Tanrı’ya inanç duyulmuyor ve yeni “İnsanlık Dini” takip ediliyordur. İnsanlık, aşkın Tanrı fikrini reddetmiş olsa da bir şeye inanma isteğinden hâlâ vazgeçmemiştir; dolayısıyla kendisine bir öncü, bir nevi yeni bir Tanrı arayışındadır. Elbette savaş, Katolik papazı olan Robert Hugh Benson için, “İnsanlık Dini” mensupları ile Katolik direnişçiler arasında gerçekleşir.

Eserde ele alınan, teknolojinin despotik yapıya hizmet edişi de günümüze bakan başka bir konudur. Bu distopik bilimkurgu, dolayısıyla, otoriter gücünü kendi inancı dışında başka inanç tanımayan yapı üzerinde inşa eden bir iktidarın dine karşı dinsel bir acımasızlığını güçlü bir şekilde anlatmaktadır.

Robert Hugh Benson, güçlü ve sarsıcı edebi diliyle, döneminde adından çokça söz ettirmiş bir yazardır. Bu savaş, onun dilinde destansı bir ifade kazanmıştır.

9- Çağdaş Bir Ütopya (A Modern Utopia) / H. G. Wells

Bilimkurgunun kurucu ve en önemli isimlerinden olarak kabul edilen H. G. Wells, “Çağdaş bir Ütopya” ile fikirsel dünya imgesini okuyucuya sunar. Tüm çalışmalarını bir bütünlük içinde yazdığını gördüğümüz Wells, bu çalışma ile daha önceden denediği fakat kendi deyimiyle gerçekleştiremediği çabasını bütüncül bir hâlde bu kitapta hayata geçirmiştir. Dolayısıyla, bu kitabın H. G. Wells dünyasında önemi oldukça büyüktür.

Aslında ütopya, distopya ve bilimkurgunun aynı kökten beslendiğini ve birbirinin devamı olduklarını vurgulasak yanılmış olmayız. Bilimkurgunun kökeninin ütopyacılık yazınlarında saklı olduğunun ispatı gibidir H. G. Wells.

Modern olmaktan çok, “postmodern” bir edebiyat örneği gibidir bu kitap. H. G. Wells, etkileyici diliyle sınırları zorlarken biçimsel olarak da dönemi için devrimci yenilikler getirmiştir.

Ayrıca kitap, dönemiyle doğrudan diyalog hâlindedir. Diğer ütopyacıların bazı düşüncelerini takip ederken, bazılarına karşı durur ve dönemin en önemli konularına dair konuşur. Örneğin ırk ya da kadın hakları konuları, dönemin en ateşli temalarındandır. Kitabın basım tarihi olan 1905 yılı sosyalist, komünist ve anarşistler için de parlayan yıllardan biridir. Marx’ın 1848 yılı için dile getirdiği hayaletler asıl 20. yüzyılın başlangıcındaki bu dönemde egemenliğini kurmuş gibidir. Dolayısıyla Wells’in ütopik dünyası bu ve benzeri can alıcı sorulara yanıt bulmak zorundadır…

10- Doğanın Ölümü (La Mort de la Terre) / J. -H. Rosny âiné

Kimilerine göre Rosny aîné’den önce “gerçek” bilimkurgu yoktur.

Tarihsel anlamda yerini Jules Verne’den sonra, H. G. Wells’ten önce olarak konumlandırabileceğimiz Rosny aîné’nin eserleri “bilimsel” kurgunun temellerini attığı için önemi büyüktür.

Rosny aîne’nin dizideki ikinci kitabı, “yok olan doğa” teması üzerine yazılmış ilk nitelikli bilimkurgu eseri: “Doğanın Ölümü”. Bu kitap, çevreci düşüncenin temellerinin atıldığı 1960’lardan çok önce, 1910 yılında yazıldı; tutarlılığı ve öngörülü ifadeleriyle döneminin oldukça ilerisinde kabul edildi.

İnsani bakışı (antroposen) aşan yazınsal tutumu, Rosny aîné’yi dönemindeki diğer bilimkurgu yazarlarından ayırmaktadır. Bu kitapta da Rosny aîné, insani bir doğayı aşar ve doğanın tarafındaymışçasına bir anlatı yaratır. Ölen, doğanın kendisi midir yoksa doğa içindeki insanlığın varlığı mıdır?

11- Mizora (Mizora) / Mary E. Bradley Lane

Mizora, tarihin ilk “tam” feminist ütopyası. Mary Bradley Lane, bu çalışmasıyla kendinden önceki feminist ütopya denemelerinden fazlasını gerçekleştirmiş, edebî ve düşünsel gücünün yanında kurgusal bütünlüğü olan bir eser meydana getirmiştir.

Bradley Lane bize erkeklerin olmadığı bir coğrafyanın, kadınların kendi kendine üreyebildiği ve kendi medeniyetlerini kurduğu bir toplumun anlatısını sunar. Siyasi bir kaçak olan prensesin, kaçarken Kuzey Kutbu civarında bu kadınlar topluluğunu görmesiyle birlikte, yazar bizi kadınlar ütopyasının derinliklerine davet eder.

Bu tema, feminist yazınıyla az çok bağı olan çoğu kişi tarafından bilindik bir temadır. Evet, Charlotte Perkins Gilman’ın “Kadınlar Ülkesi” adlı, ilk feminist ütopya olarak sunulan 1915 yılına ait kitabından bahsediyoruz. Sorun şu ki, Mizora 1880 yılında yazılmıştı. Ayrıca edebî ve düşünsel derinliği açısından Kadınlar Ülkesi’nden daha nitelikli olduğunu söyleyen araştırmacılar da yok değildir.

Mizora’nın bu unutulmuşluğunun belki en büyük sebebi, yazarına dair neredeyse hiçbir bilgimizin olmamasıdır. Ayrıca yıllar sonraki “kopyacı” ardılı Charlotte Perkins’in tanınır bir aktivist ve feminist sosyolog olması da Mizora’nın unutulmasında büyük pay sahibidir. Mizora’nın 70’li yıllar sonrası tekrar basımı yapılmış ve tarih içindeki önemi keşfedilerek hakkı teslim edilmiştir.

12- Pitsim Garı / Gürkan Kadıoğlu

Büyük Dünya’da neler oluyor?

Pek de iyi şeyler olmuyor diyebiliriz. Büyük Dünya çok büyüdü, kalabalıklaştı; fakat içindekiler azaldı. Zaman her saniye, bir öncekinden daha hızlı akıyor. Sanki bu dünyadaki akım, bir intihar girişiminde bulunmak istiyormuşçasına uzaydaki kara deliğe çekilmek istiyor. Mevsimler daha hızlı geçiyor, şarkılar söylenmiyor, şiirler okunmuyor, oyunlar yazılmıyor…

“Artık hayatın en doğru sloganı, “canım istemiyor!” cümlesinden ibaret.”

Absürt mizahıyla tarihin içinde gezen bir distopya… Pitsim Garı. Esprili bir dilin eşliğinde tarihin akışında farklı coğrafyalara uğruyoruz ve Büyük Dünyalıların içinden seçilmiş “en iyiler”in mücadelesine ortak oluyoruz: Bay Müdahale, Bay Mutedil, Ayran Gönüllü, Düşünemeyen Adam, Topal Solucan, İstifçi Hanım, Bay Velvele ve İhtiyar Melun. Her biri kendi kötülüğü içinde en iyidir ve bizimle birlikte bu fantastik Pitsim Garı yolculuğunda kara mizahın sınırlarını zorlayan aşırılıkları deneyimlerler.

Otobüs, tarih içinde yolların iyon tozunu attırarak hızlı bir şekilde seyir alacaktır, hadi gelin, katılmaz mısınız?

13- Yeni Amazonya (New Amazonia) / Elizabeth B. Corbett

Yeni Amazonya, 1889 yılında hayat bulmuş bir gelecek tasavvuru. Ana karakter uyandığında kendini uzak gelecekte, 2472 yılında bulur ve bu kadınlar dünyasında olan biteni okuyucuya sunar.

Döneminin diğer ütopyalarıyla konuşan bir metin, Yeni Amazonya. 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başı, sosyalist ve planlamacı ütopyaların bolca dillendirildiği ve zaman içerisinde her kesimin kendi ütopyasıyla karşı görüş belirttiği bir dönemdir. Özellikle, Edward Bellamy’nin “2000’den 1887’ye Geriye Bakış” kitabı büyük bir ilgi uyandırır ve farklı yorumları ardı ardına yazılır; büyük bir fikir düellosu meydana gelir. Bu dönemde ütopyalar birbiriyle atışıyordur. İşte Yeni Amazonya, bu yoğun akımın feminist bakışla yazılan sürümüdür ve olay yarattığı söylenebilir.

Bir yandan da siyasi gündemi unutmamak gerekir: Kadınların oy kullanma ve siyasi hayatta aktif bir şekilde yer alma talepleri, gündemin belirleyici temasıdır. İşte böyle bir ortamda gelecek varsayımı, aslında güncel talepleri de belirlemektedir.

Yeni Amazonya, 19. yüzyıl sonlarında yeşeren “feminist ütopyalar” akımının önemli kitaplarından biri…

14- Ay’a Yolculuk (A Voyage to the Moon) / George Tucker

Ay’a Yolculuk, Amerikan bilimkurgusunun ve genel anlamda bilimkurgunun ilk önemli metinlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Jules Verne’in “Ay’a Seyahat”inden yaklaşık 40 sene önce, 1827 yılında hayata gelmiş bir metin olan politikacı George Tucker’ın “Ay’a Yolculuk”u, kendinden sonraki bilimkurgu metinlerine ve sosyal konularda karşılaştırmalar yaparak bireysel ütopyalarını kuran 19. yüzyıl ütopyacılığına da pek çok açıdan öncülük etmiş bir ilktir.

Yeniyi düşünmek, sosyal ya da teknik yenilikleri incelemek ve karşılaştırmak için Ay teması ile konuya başlamak, tarih boyu bir gelenek olmuştur. Ulaşılabilecek en yakın dünya dışı gök cismi oluşu, zamana ve geleceğe dair öğretici ve yön gösterici bir rol üstlenişi, gerek falcılıkta gerekse ilk bilimsel faaliyetlerde daima başı çekmesi üzerinden düşünüldüğünde, hayalimizin sınırlarını zorladığımız anda kendimizi Ay’ın yörüngesinde buluşumuz bir tesadüf olmasa gerek…

Ay, tam da bu yönüyle, ütopyanın ve bilimkurgunun bebek adımlarını attığı yerde en temel figür oluvermiştir.

15- John Carter 1: Mars Prensesi ( A Princess of Mars) / Edgar Rice Burroughs

İncelemesini Oku

Ünlü astrofizikçi Carl Sagan’ı çocukluk yıllarında etkisi altına almış ve onu Mars hayalleriyle, başka bir gezegende yaşamın var olduğuna dair sorgulamalarla büyütmüş bir klasik;

Fahrenheit 451’in ve daha birçok distopya ve bilimkurgu metinlerinin yazarı Ray Bradbury’nin hayranı olduğu bir dizi, John Carter’ın Mars maceraları…

Arthur C. Clarke gibi bilimkurgu dehasına ilham olmuş bir eser; ilk dönem bilimkurgu filmlerinden David Cameroon’ın Avatar filmine kadar çokça yapımı, eseri ve literatürü derinden etkilemiş bir başyapıt.

1912 yılında Edgar Rice Burroughs gibi bir kurgu ustasının elinden çıkan bu kitap, zamanının Mars hakkındaki tüm bilimsel gerçekliklerine riayet edilerek yazılmış bir hikâyedir. Eser, Mars yüzeyinde su kanallarının varlığı üzerine bilimsel spekülasyonların daha yeni yeni yapıldığı bir zamanda yayımlanmıştır; dolayısıyla, Mars’ta yaşamın olması ihtimalini vurgulayan bu hikaye, o dönem için çığır açıcıdır.

16- Erkek Hakları (Man’s Rights: or, How Would You Like It?) / Annie Denton Cridge

1870 yılında, dokuz rüya anlatısı şeklinde yayımlanan “Erkek Hakları”, tarihin ilk feminist ütopya denemesi olarak kabul edilir. Cinsiyet rollerinin değiştiği ve erkeklerin eşitsizlikle boğuştuğu bir dünya olan Mars’ta erkeklerin hak arayışını okuyucuya sunar. Teknolojik gelişmelerden örnekler de rüyaların içerisine bolca serpiştirilmiştir fakat metin için önemli olan cinsiyet odağındaki toplumsal sorunlardır.

Elbet, “Erkek Hakları” nitelik olarak tam bir roman değildir; bu ünvana, feminist ütopyalar literatüründe ilk “tam” feminist ütopya olarak anılan Mary E. Bradley Lane’nin 1880 yılında yayımlanmış olan “Mizora”sı layık görülmüştür. Fakat bu durum, “Erkek Hakları”nın edebi yetkinliğine, Cridge’in düşünsel ve dil becerisine gölge düşürmemektedir. Annie Denton Cridge, James Joyce ve Virginia Woolf gibi yazarların kullandığı “bilinç akışı” tekniğinin öncülerinden biri olarak anılacak kadar edebi yetkinliğe sahip bir yazardır. Aynı zamanda, kocasıyla beraber çıkardıkları ilerici bir gazeteci olan “Vanguard” adlı gazete aracılığıyla, kadın erkek eşitliğini öngören yeni bir dini akım savunusu ile fark yaratmışlardır.

ABD tarihinde en önemli feminist figürlerin başında gelen, hatta 1872 yılında ilk kadın başkan adayı olarak seçimlere katılan Victoria Woodhull’un haftalık dergisinde kendini göstermiş olan Annie Denton Cridge, dönemin hararetli tartışmalarının merkezindeydi.

17- Geleceğin Cumhuriyeti (The Republic of the Future) / Anna Bowman Dodd

Ne bir anne olan ne de evi çekip çeviren” bir kadının erkeğin gözünde değeri nedir?

Kadın, erkekle her anlamda eşit olduğunda, bu iki cins birbirine arkadaşlıktan başka ne his besleyebilir?

O kutsal dediğimiz “annelik” bir pranga mıdır kadınlar için?

Belirgin farkların olmadığı bir dünya yaşamaya değer mi?

Bu sorular eşliğinde ilerleyen “Geleceğin Cumhuriyeti” adlı ilk dönem feminist ütopya, birinci feminist dalganın aslında günümüze ait temalara derinlemesine indiğinin göstergesidir. Anna Bowman Dodd (1858 – 1929), ilk dönem feministlerinin muhafazakar duruşlu figürü olarak literatürde kendine yer bulmaktadır.

1887 yılında yayımlanan bu kısa distopik hikâye ile 2050 yılında New York’ta bir sosyalist dünyanın sorgulamasını yapan Dodd, aşırı eşitlikçi bir feminizmi de sorgulamaya alır. Bu anlamda sorgulamaları bazı noktalarda dindar bir karşı çıkıştan ziyade, liberal bir feminizmi andırır.

18- Uzay Seyyahları (Les Navigateurs de l’infini) / J. -H. Rosny Aîné

Kimilerine göre Rosny aîné’den önce “gerçek” bilimkurgu yoktur. Tarihsel anlamda yerini Jules Verne’den sonra, H. G. Wells’ten önce olarak konumlandırabileceğimiz Rosny aîné’nin eserleri “bilimsel” kurgunun temellerini attığı için büyük önem taşımaktadır.

Rosny aîné literatüründe Türkçeye kazandırdığımız üçüncü kitap olan “Uzay Seyyahları” eleştirmenler tarafından yazarın baş yapıtları arasında her zaman ilk sıralarda bulunmaktadır. Hatta Rosny aîné üçlüsü olarak belirtilen kitaplar, tarihsel sırasıyla “Xipehuz”, “Doğanın Ölümü” ve “Uzay Seyyahları” olarak seçkilerde yer almaktadır. Bunun yanında 83 yıllık yaşamında Rosny aîné (1856 – 1940) birçok bilimsel ve teknolojik yeniliği doğrudan tecrübe etmiş ve bu değişiklikler neticesinde yeni ürünler vermiştir. İşte “Uzay Seyyahları” bu minvalde düşünülebilir; yazarın “dünya dışı mekânlarda gezen seyyahlar” tadında bilimkurgu örneği olarak kendi literatüründe bir ilktir.

“Astronot” kelimesinin isim babası olarak bilinen ve bilim dünyasıyla daima içli dışlı olan Rosny aîné, uzay hakkındaki güncel düşüncelerden beslendiği gibi bilim insanlarına çokça ilham olduğu da bilinmektedir. İşte Les Navigateurs de l’infini, böyle bir bilimkurgu dehasının 1925 yılında yayımlanmış̧ başyapıtı olarak adlandırılır.

19- John Carter 2: Mars Tanrıları (The Gods of Mars) / Edgar Rice Burroughs

John Carter ve Barsoom Dizisi soluksuz heyecanı ile devam ediyor! Kurgu üstadı Burroughs’un bilimkurguyu popülerleştiren ve tüm dünyada büyük hayran kitleleri yaratan 100 yıllık Mars dizisi, kocaman dünyasıyla okuyucuya -sonradan bazılarının gerçek olduğu kesinleşen- sonsuz bir hayal âlemi sunuyor.

John Carter’ın Mars dünyasını okuyucuya aktaran bu dizi için, 20. yüzyıl bilimkurgu yazınında etkilemediği yazar ve yönetmen yoktur desek yeridir. Ray Bradbury, Arthur C. Clarke gibi bilimkurgunun en büyük isimlerinden başlayarak, bilim dünyasının en bilinen figürlerinin başında gelen Carl Sagan’a, Star Wars ve Avatar gibi sinemanın zirve bilimkurgu yapımlarına kadar Barsoom Dizisi çokça kişi ve esere ilham kaynağı olmuştur.

1912 yılında Edgar Rice Burroughs gibi bir kurgu ustasının elinden çıkan bu dizi, zamanının Mars hakkındaki tüm bilimsel verilerine riayet edilerek yazılmış bir hikâyedir. Eser, Mars yüzeyinde su kanallarının varlığı üzerine bilimsel spekülasyonların daha yeni yeni yapıldığı bir zamanda yayımlanmıştır; dolayısıyla, Mars’ta yaşamın olması ihtimalini vurgulayan bu hikâye, o dönem için çığır açıcıdır.

20- Bilimkurgu Manifestosu (Derleme) / Maurice Renard

İncelemesini Oku

Hayatını bilimkurguya adadı ve bilimkurgu onu, o bilimkurguyu şekillendirdi…

20. yüzyılın başlarında, adını “olağanüstü-bilimsel roman” olarak belirlediği bilimkurguyu tanımlamak ve kuramsallaştırmak gibi zor bir görev üstlenen Fransız yazar Maurice Renard, entelektüel açıdan kışkırtıcı ve cesur makaleleriyle hem türün gelişimine hem de dönemin edebiyatçılarına yön vermeyi başarmış az sayıda aydından biridir.

Jules Verne’den Rosny aîné’ye, Edgar Allan Poe’dan H. G. Wells’e birçok yazarı bilimkurgu çerçevesinde inceleyen Maurice Renard, Fransız Bilimkurgusu’nun kendine has dünyasını teorik zemine oturtarak bir disiplin bilinciyle bilimkurguya “hedef” sunuyor. “Olağanüstü-bilimsel roman” olarak nitelendirdiği bilimkurguyu zaman içerisinde “varsayım romanı” olarak da anmaya başlayan yazar, imge olarak Giambologna’nın muazzam bir ifadeyle hayat bulmuş heykeli Uçan Merkür‘ü hayal etmemizi istiyor. Yol gösterici ve geleceğin habercisi ve bir o kadar estetik bir imge olan Uçan Merkür, Renard’a göre tam anlamıyla bilimkurgu yazını ve yazarlarının doğasını simgeliyor.

Yazarın üç makalesinden oluşan ve bir manifesto niteliği taşıyan bu derleme, edebiyatta yaratıcılık peşinde koşan yazarları, türe nüfuz etmek isteyen okurları ve bilimkurgunun kuramsal boyutuna kafa yoran araştırmacıları “bilinmeyen”in peşinde düşünsel bir maceraya davet ediyor.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu ve black metal hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

aporia kapak

Aporia: Modern Bir Antik Yunan Tragedyası

“Bir hayat kurtarmak uğruna başka bir hayat almaya değer mi?” Bu soru, Antik Yunan tragedya …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin