İstanbul 2099: Geleceğin Sisli Çöllerine 16 Ayrı Yolculuk

“Ey zulümler sahası… Evet, ey parlak alan, ey facialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı saha! Ey parlaklığın ve ihtişamın beşiği ve mezarı olan, Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kraliçesi! Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden, sefahate susamış bağrında yaşatan. Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde, sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.”

Yukarıdaki dizeler, eski edebiyatımızın büyük şairlerinden Tevfik Fikret’e ait. İstanbul’un ufuklarını saran sisten, beyaz bir karanlığa benzettiği o sisin artan ağırlığı altında her şeyin silinmiş gibi göründüğünden bahsederek başladığı “Sis” adlı bu meşhur şiirini 3 Mart 1902’de kaleme almış.(*) Şiirin yazıldığı dönemde, başta padişah II. Abdülhamit var. Varlığı o dönem edebiyatında istibdatla, sansürle anılan, Tevfik Fikret’in kalemini ona karşı keskin bir muhalefet kılıcına dönüştürdüğü, Batı’nın “Kızıl Sultan” lakabını taktığı, günümüzde Türkiye’deki politik kamplaşmada bir tarafınsa “Ulu Hakan” diyerek bağrına bastığı bir tarihi figür. Tevfik Fikret’in, o dönem İstanbul’undaki baskı ortamına, yozlaşmışlığa, egemen değerlerin sefaletine bakarak yazdığı bu şiir, edebiyatımızda da bir ilk. Daha evvel hep güzellikleriyle, mistik bir atmosfer içinde tıpkı bir masal diyarıymış gibi betimlenen İstanbul şehri, ilk kez Tevfik Fikret’in “Sis” adlı bu şiirinde olumsuz ve umutsuz bir bakış açısıyla edebiyatımızın konusu olmuş. Nasıl bu şekilde konu olmasın ki, böyle giderse birkaç yıl sonra çökecek olan –ve öyle gittiği için de bu şiirden 20 yıl sonra çöken!- bir imparatorluğun tuğlalarından gelen çatırtı seslerini, gerçeklere kapalı olmayan kulaklar elbette ki işitiyorlardı. Tevfik Fikret de edebi bir önseziyle duyumsadıklarını bu şiirinde mısralara dökmüştü, 1902 yılının İstanbul’una ve İstanbullularına mısra mısra seslenerek.

Edebiyat adeta bir zincir. Hakikatin aydınlık ışığını tıpkı bir meşale gibi nesiller arasında taşıyor, kimi zaman geçmişin geleceğe, kimi zaman da geleceğin geçmişe göz kırptığı, zaman ötesi anlık bir iletişimi mümkün kılıyor. İşte, günümüzden 80 yıl sonrasının İstanbul’unu anlatan 16 bilimkurgu öyküsünün toplandığı “İstanbul 2099” da, İstanbul’a dair Türk edebiyatında yazılan eserler arasında “Sis” şiiri ile başlayan bir zincirin önemli bir halkası olarak literatürdeki yerini böylelikle almış oldu. Kitapta, bilimkurgu eserlerinde sıklıkla yanıtı aranan, seçilen bir konu ekseninde “eğer böyle giderse ileride ne olur?” sorusu bu sefer İstanbul özelinde irdelenmiş. İstanbul 2099’da sunulan 16 ayrı gelecek profili maalesef hiç iç açıcı değil, ama bundan belki de daha vahimi, bu durum hiç şaşırtıcı da değil, tabii eğer her şey böyle giderse…

Kitaptaki öykülerde, yaşadığı ekolojik ve politik felaketlerin ardından post-apokaliptik bir cehenneme dönüşmüş İstanbul’u görüyoruz. Boğaz’ın sularının artık soluk bir hatıra olduğu, eskiden denizin olduğu yerlerin şimdi çölleştiği, kötü kokuların yayıldığı bir İstanbul… Geçmişte vurduğunda “küçük kıyamet” diye anılmış, bugün ise endişeyle beklediğimiz büyük İstanbul depreminin 2099’da kapıyı çoktan çaldığı, yer çökünce yıkılan gökdelenlerin moloz yığınları altındaki cansız milyonların, veba türevi hastalıklar yayılmasın diye yakılarak gömülmek zorunda kalındığı bir İstanbul… Nükleer santrallerinden sızan radyasyon yüzünden sokaklarında mutant insanların ve hayvanların cirit attığı, böceklerin işgali altındaki “cesur yeni” İstanbul… Yaşayan ölülerin gecesini hatırlatırcasına dirilen Hanedanlığın demir kıskacında, kadınların sadece evleri içindeki birkaç metrekaresini yaşayabildikleri bir İstanbul… Üçüncü dünya savaşı ardından “insandan arındırılmış” tampon bölge ilan edilen, bunun kontrolünün de yapay zekâ ve mekanik robotlar tarafından yapıldığı bir İstanbul… Günümüzden 100 yıl önce “yedi düvelin” emperyalist kuşatmasından kurtulup bir Anka kuşu gibi yeniden doğmuşken, 2099’da bu sefer dünya dışındaki uzaylı emperyalist güçlerin saldırdığı bir İstanbul…

Camiler dâhil olmak üzere, günümüzde her yıl milyonlarca turistin ziyaret ettiği kültürel ve tarihi eserlerinin ya suların altına gömüldüğü, ya bombalarla parçalandığı ve aradan geçen onlarca yıl içinde bunların insanların hafızalarından bile silindiği bir İstanbul… Müziğin ve şarkı söylemenin yasak olduğu, hatta terörist eylem sayılabildiği bir İstanbul… Rejimin, sayısı artan Asyalı ve Ortadoğulu göçmenlere karşı şiddeti ve ayrımcılığı kışkırtmak için insanların uykularında dahi rüyalarını yeniden programlamaya yeltendiği bir İstanbul… O gün şehirde en ufak bir kültürel veya sanatsal etkinlik olmadığı için gazetelerinin kültür sanat sayfaları boş çıkmak zorunda kalan bir İstanbul… Neo-İslami şehir devletinde, kullanılan dil Türkçenin yeniden eskisiyle yer değiştirdiği bir İstanbul… İngilizcenin resmi dil olduğu başka bir İstanbul… Bin yıl önceki göçebe ekonomisine dönmüş, insanların çadırlarda yaşamak zorunda kaldığı, ama bu sefer kadınıyla erkeğiyle Türklerin at yerine bisikletlere bindiği bir İstanbul… Her devre ait bir İstanbul’un sanal gerçeklik paketleriyle simülasyon kopyalarının satıldığı bir İstanbul… Bütün bu 16 ayrı İstanbul, “Seçmeyin, beğenmeyin, almayın” dercesine sıralanmış.

Yukarıda saydıklarım, İstanbul 2099’un kapağını kapattığımda, anlatılan 16 farklı distopik geleceğin zihnimde bıraktığı tortulardan bir demetti. Kitaptaki her bir yazar, bugün de İstanbul’a dair bazen yüksek sesle, bazense –aman, başımıza bir şey gelmesin diyerekten- “kıstırılmış” bir sesle dillendirilmek zorunda kalınan çeşitli kolektif korkuları, bilimkurgu enstrümanını kullanarak seslendirmişler. Öykülerdeki karamsar ton, yazarların bu seslenişlerinin, adeta mitolojide geleceğe dair bütün olacakları söylemesine rağmen kimsenin inanmadığı Cassandra’nın çığlığına dönüşebilecek olmasından duydukları endişeyi taşıyor. Anlatılan, gelecekteki bizlerin hikâyeleri olsa da, seslenilen zaman bizim bugünümüz.

Öykülerde gündeme getirilen en merkezi konu, İstanbul’un yaşayacağı ekolojik kıyamet. Kanal İstanbul gibi mega projelerin, sayısı üçle sınırlı kalmayan yeni köprülerin, nükleer santrallerin İstanbul’daki yeşili ve maviyi 2099’da nasıl yok ettiği gösteriliyor. Diğer bir ana konu ise, şehrin politik yapısının gelecekte gittikçe muhafazakârlaşıp İslami bir renge bürünmesinin varabileceği uç noktalar. Demografik yapıda, Suriyeliler başta olmak üzere göçmenlerin yol açabileceği dönüşüm de bazı öykülerde konu edilen bir husus olarak dikkati çekiyor. İstanbul için bütün öykülerde 2099’da ya yerel ya da ulusal despotların çelik yumrukları altında bir totaliter yönetim öngörülmüş, bazılarında açıktan açığa, bazılarında ise okurun gündelik hayata yedirilen ufak enstantanelerden ve anektodlardan yola çıkarak“ sıkı bir yönetim”in egemen olduğunu sezmesi tasarlanmış. Beklenen büyük İstanbul depreminin olası toplumsal ve çevresel sonuçları da kimi öykülerde yer verilen ana dekorlardan. Toplumsal cinsiyet rollerinin ve dildeki kelimelerin, sunulan gelecek projeksiyonuyla uyumlu şekilde sunulmasındaki ayrıntılar oldukça başarılı. Kitaptaki öykülerde kadın karakterlerin farklı rolleri dikkat çekiyor. Okur, öykülerde onları İslamiyet’te reform isteyen ve bunun için mücadele eden bilim insanları olarak da görebiliyor, orduyu yöneten ve ülkenin başına geçen komutan olarak da. Bazı 2099 İstanbullarında kadınların evin dışına bile çıkması yasak, bazı 2099 İstanbullarında ise kadınlar birbirleriyle evlenebiliyorlar ve camide toplulukların önünde onlara namaz kıldıran imam dahi olabiliyorlar. Sundukları farklı gerçeklikler içinde, her birisi alternatif ve paralel bir kurmaca evren olan öykülerde sosyolojik ve kültürel yan unsurlar başarıyla betimlenmiş, bu da kitaptaki öykülerde anlatılan farklı farklı İstanbulların okur nezdindeki inandırıcılığını artırıyor.

İstanbul 2099 için, aslında günümüz İstanbullularına bir uyarı, onları titretip sarsmak amacını taşıyan bir işaret fişeği diyebiliriz. 2099’da bir tek “son İstanbullu” kalmış olmasın, yeşillikler ve mavilikler yok olup kenti bir “beton baharı”nın ardından esen gri rüzgârlar kaplamasın, şehir ve içindekiler bir radyasyon sisi altında mutasyon geçirerek binlerce yıllık doğal ve kültürel güzellikleri sadece tarihin arşiv sayfalarına hapsolmasın diye. Ve belki de hepsinden önemlisi, özgürlük tıpkı Boğazın suları gibi buharlaşıp kaybolmasın diye…

Doğan Kitap’tan Aralık 2018’de yayımlanan İstanbul 2099’un bünyesinde yer alan 16 bilimkurgu öykü, Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu tarafından derlenmiş. Girişte, ikisinin kaleme aldığı, İstanbul’un kısa jeolojik tarihiyle beraber bilimkurguda distopya türü hakkında da özet bilginin sunulduğu önsöz mevcut. Ardından, 2099 yılı İstanbul’una doğru kurgusal bir zaman yolculuğuna çıkıyorsunuz, 16 ayrı zaman makinesiyle. Bu zaman makinelerinin sürücüleri sırasıyla Aslı E. Perker, Tayfun Pirselimoğlu, Barış Müstecaplıoğlu, Deniz Tarsus, Engin Türkgeldi, Afşin Kum, Sabri Gürses, Mehmet Açar, Doğu Yücel, Cem Akaş, Gülayşe Koçak, Altay Öktem, Murat Uyurkulak, Elif Türkölmez, M. Berk Yaltırık ve Hakan Bıçakçı.

İstanbul 2099’dan geriye doğru bir edebi zincirin ilk halkası olan Tevfik Fikret’in “Sis” adlı şiirinin son mısralarını tekrar hatırlayalım: “Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir; örtün ve sonsuz uyu…” İstanbul 2099, şehrin karanlıkları örtünerek uyudukça gerçeğe dönüşebilecek kâbuslarının bir geçit töreni. O halde İstanbullulara düşen de, uykudan uyanmak. Çünkü artık belki de İstanbul’u gözlerimiz –henüz- açıkken, ekolojik ve politik kıyametler hayatlarımızı çalmamışken dinlemeliyiz…

(*) Tevfik Fikret’in “Sis” adlı bu şiirinin orijinalini buradan, şiirin günümüz Türkçesine çevrilmiş hâlini ise buradan okuyabilirsiniz.

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

pacific-rim-2025-bilimkurgu-filmleri

Konusu 2025 Yılında Geçen 10 Bilimkurgu Filmi

2024 yılını bitirip 2025 yılına girdik. Yine ve yeniden eskiden bilimkurgu filmlerinde ya da romanlarında …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin