Bu sorunun ilkokul düzeyinde verilecek cevabı, elbette ki Dünya’nın Güneş etrafında yaklaşık olarak 365 gün 5 saat 48 dakika 45.51 saniyede dönmesidir. Günlerin 24 saat olması da, Dünya’nın kendi etrafındaki hareketini yaklaşık olarak 23 saat 56 dakika 4.04 saniyede tamamlamasıdır. Ancak neden? Eğer ki 1 saniye dediğimiz süreyi, “bu kadarlık” bir değişim olarak değil de, şu kadarlık bir değişim olarak alsaydık, dakika, saat, gün ve yıl kavramlarımız da tamamen farklı olurdu. Neden bu süreyi seçtik?
Bu tercihin temelleri, Sümerler ve Babiller’e kadar gidiyor. Özellikle Babiller’in matematik ve astronomide kullandığı seksagesimal, yani 60’lık sayı sistemi dolayısıyla zaman birimleri de altmış sayısı ve onun çarpanlarına göre şekillenmiştir. Böylece 1 saat 60 dakika, 1 dakika 60 saniyeye bölünmüştür. Ancak tarihsel olarak baktığımızda, saniye, dakika ve saat kavramı 16. yüzyılda üretilen ilk mekanik saatlere kadar halk arasında pek kullanılmamaktaydı. Dolayısıyla bu bölümlenmenin hafta ve gün gibi kavramların şekillenmesinde doğrudan bir etkisi olduğunu söylemek zor.
Gerçekten de, zaman birimlerinin tarihi, saniyeden başlayıp da saat, gün, hafta, ay, yıl diye gidecek şekilde seçilmedi. Zamanı takip etmek isteyen atalarımız, Güneş’in gökyüzündeki iki belirişi arasındaki zamanı “Gün” olarak belirlediler. Gecelerimizi aydınlatan Ay’ın iki hilal evresi arasındaki süreyi ise “Ay” olarak belirlediler. Sonrasında “1 ay” dediğimiz sürenin çok uzun olmasından ötürü, Ay’ın hilal-harici diğer evrelerini de kullanarak “1 hafta” dediğimiz süreyi belirlediler. Eğer astronomiyle ilgileniyorsanız, Ay’ın hilal evresi ile yarım göründüğü “ilk dördün” evresi arasında 7 gün olduğunu bilirsiniz. Benzer şekilde, “ilk dördün” ile “dolunay” arasında da 7 gün vardır. Zaten “dördün” sözcüğü de, 1 Ay’lık süre içerisinde 4 adet parça, yani 4 adet “dördün” bulunmasından gelir. Yani Ay’ın evrelerine bakarak 1 haftalık süreyi belirlemek mümkündür.
Böylece 7 adet gün doğumu bir araya gelerek kabaca 1 dördüne veya haftaya eşit oldu. 4 adet dördün, yani hafta bir araya gelerek 1 ayı oluşturdu. Peki ya yıl? 12 ayın 1 yıl olarak adlandırılması biraz daha uzun sürdü. Tarihsel olarak insanlar, aydan daha büyük bir zaman birimi kullanmıyordu. Ancak tarım ve ticaretin gelişmesi, yıllık döngüleri de takip etme zorunluluğunu doğurdu. Böylece Ay üzerine kurulu takvimden uzaklaşılarak, Güneş Takvimi’ne, sonrasındaysa Roma Takvimi ve Julian Takvimi bir dizi ara takviminden sonra, Gregoryen Takvim’e geçiş yapıldı. Bu takvimde, İsa’nın doğumu 0 yılı olarak alındı ve 1 yıl, 365.2425 güne çekilerek, astronomik harekete daha uyumlu hale getirildi.
Bize soracak olursanız, takvimi sayma biçimimizi bir kez daha güncelleme vakti geldi de geçiyor. İnsanlık tarihini herhangi bir peygamberin doğumundan başlatmak, türümüz tarihinin en önemli başarılarını görmezden gelmek ve onlara yabancılaşmak oluyor. Kursgezagt’ın enfes bir şekilde anlattığı gibi, tarihimizi, tüm kültürleri eşit olarak kapsayacak bir şekilde tarihlendirebilmek için, takvimlerimizi yaklaşık 10,000 yıl geriden, yani ülkemizin Göbeklitepe’sindeki ilk tapınağın inşası ve ilk yerleşik hayatın başlangıcından başlatmak iyi bir tercih. İsa’nın doğumu değil ama türümüzün bu ilk inşaatı, kendimizi vahşi doğadan ayırıp, medeniyetler inşa etmeye başlamamızın da temeli oldu. Bunu “başlangıç” ilan etmek, o günden bu güne kadar yaşanan olayları ve geçen süreyi çok daha iyi anlamamızı mümkün kılacaktır.