Pisagor’dan Sir Isaac Newton’a, Alan Turing’den Einstein’a… Çağlar boyunca insanoğlunun inanılmaz şeyler yapmasına vesile olan beyin; çözülmesi gereken sırları ve karanlık alanları ile özellikle son zamanlarda keşfedilmeyi bekleyen bir kıta gibi. Sisler ardındaki bu gizemli kıta, hiperaktif bir çocuğun merakına sahip binlerce bilim insanını kendisini keşfetmeye çağırıyor. Belki de bu yüzden beyin ve beynin işleyişi ile ilgili popüler bilim kitaplarının artması hiç de şaşırtıcı değil.
Limitless, tam da bu popüler bilim gündeminin ortasında karşımıza çıkıyor. Ülkemizde ilk olarak 2011 yılında vizyona giren ve Alan Glynn’in The Dark Fields (Karanlık Alanlar) adlı romanından uyarlanan Limitless, önemi son yıllarda fark edilen beyni konu aldığı için oldukça ilginç bir film. Aslında diğer bilimkurgu filmlerindekine benzer bir arka plana sahip olmasa da, fikir ve çıkış noktası değerlendirildiğinde bilimkurgu filmi kategorisine alınmayı hak ediyor. Ancak bilimkurgu adına göreceklerinizin hepsi ana fikirden ibaret. Yazar Alan Glynn’in ortaya attığı fikirden veya “beynimizin %100’ünü kullanabilir miyiz?” sorusundan geriye sadece bir kişisel gelişim meraklısının gündüz düşleri gibi kalıyor. Beyninizin %100’ünü kullanmak ister misiniz? Buyrun! Hapı yuttuysanız başlayalım.
Film ve romanın birbirinden farklı pek çok nokta içermesi şöyle dursun, Limitless bizim gündemimizde olmayan ancak dünyanın pek çok ülkesinde sık sık ve hararetle tartışılan smartdrugs (akıllı ilaçlar /beyin kapasitesini arttırmaya yönelik ilaçlar) kavramına dikkat çekiyor. Bu arada zihninizin sınırlarını aşmak istiyorsanız sosyal medyada NZT – 48 ile aynı etkileri gösterdiği iddia edilen ilaç ve takviyelerden uzak durmanızı şiddetle öneririm. Aslında bir önceki cümlemde The Limitless Filmini özetlediğim kanısındayım. Çünkü tüm kurgu -daha sonra başkan adayı olarak göreceğimiz- Eddie Morra’nın NZT – 48 ile tanışmasıyla başlıyor. Film kahramanının da başarısız bir bilimkurgu yazarı olduğunu ekleyeyim, elbette hapı yutmadan önce…
Beynimizin %100’ünü kullanmak… Tanıdık geldi mi? Limitless’ı izlemediyseniz, konunun Luc Besson yapımı olan ve 2014 yılında vizyona giren Lucy ile pek çok ortak yanının olduğunu görebilirsiniz. Ancak Lucy, beynin ve zihnin sınırları gibi unsurları evrim çerçevesinde ele alıyordu. Eğer amacınız “NZT – 48 gibi bir hapa ulaşabilsem hayatım nasıl olurdu?” sorusunu cevaplamaksa, 2011 yapımı Limitless’ı, hatta 2015 yılında yayınlanmaya başlayan diziyi de izlemenizi tavsiye ederim.
Limitless’a dönelim… Limitless, ortaya attığı ve zihinlerde oluşturduğu soru itibariyle bir bilimkurgu filmi olsa da dramaya kayan tarafları da yok değil. Eğer Limitless, toplumsal zekanın artmasının olası sonuçlarını işleseydi işte o zaman tam bir bilimkurgu filmi olabilirdi. Ancak bu haliyle sadece “bilimkurgu soslu” sıfatını hak ediyor gibi. Bu arada filmin uyarlandığı ve Alan Glynn tarafından yazılan The Dark Fields romanının çok daha karanlık bir atmosferde geçtiğini de ekleyeyim.
Her ne olursa olsun Limitless, ortaya attığı soru ve durum yönünden oldukça ilginç bir film. Hatta filmin popülaritesinden faydalanan bazı uyanıkların, sosyal medya kanalları üzerinden NZT – 48 hapı satmaya çalıştıklarına dahi tanık olmuş olabilirsiniz. Bu arada özellikle narkolepsi ve dikkat dağınıklığı tedavisinde kullanılan bazı ilaçların NZT – 48 hapının gerçek hayattaki karşılığı olduğunu iddia edenler de yok değil. Bu tip ilaçların, kişisel sağlığınız için oldukça kötü yan etkilerinin olduğuna dair ciddi örnekler mevcut. Zihninizin sınırlarını zorlamak istiyorsanız NZT – 48 kullanmak yerine, izdivaç programlarını izlemeyi bırakabilir, düzenli spor alışkanlığı edinebilir ve beyninizi faydalı şeylerle beslemeyi deneyebilirsiniz.
Sanırım deha ve zeka hakkında en güzel tavsiye, yakın zamanda Nobel Ödülü’ne layık görülen Aziz Sancar’a ait;
“Çoğu insan zekâya inanır…. Ben çalışmaya inanıyorum.”
Hazırlayan: İsmail Küçük