Gişede Umduğunu Bulamayan Bilimkurgu Filmleri #2

Yoğun ilgi gören “Gişede Umduğunu Bulamayan Bilimkurgu Filmleri” adlı serimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız. Gişede umduğunu bulamayan, yapımcısına ve oyuncularına zarar ettiren filmleri listelemek için yapım maliyetleri ve gişe gelirlerinin mukayesesi esas alınmıştır. Bu yolun tercih edilmesinin sebebi ise, yapımcılar tarafından açıklanan resmi gider kalemleri dışındaki rakamların kesin olmaması. Fakat reklam gibi ek giderlerin resmi olarak verilmese de bir maliyeti olduğu göz önüne alınarak listedeki rakamların bu doğrultuda değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, yapımcının dışında dağıtıcı firma ve üçüncü kişilerin gişeden pay alabildikleri durumlar da bulunduğundan, gelirin giderden yüksek olması halinde de zarar edilebilmesi gayet olası.

Velhasıl, büyük beklentilerle vizyona girmesine rağmen gişede hayal kırıklığına uğratan filmleri tanımaya ve inceleme devam edelim.

Solaris (2002)

Polonyalı yazar Stanislav Lem‘in aynı adlı romanından uyarlanan film, dahi yönetmen Andrey Tarkovski‘nin 1972 yapımı filminden farklı bir yorum getirmeye çalışıyor. Bu anlamda serideki en büyük hayal kırıklığı yaşayan yapım olması muhtemel. İlk kez denk gelen okurlar için konusunu özet geçmek gerekirse: Doktor Chris Kelvin esrarengiz bir uzay gemisinde yaşanan şaibeli olayları araştırması için görevlendirilir. Gemiye ulaştığında ve geçirdiği ilk zamanlar her şeyin normal olduğunu düşünür. Fakat gemi mürettebatının akıl sağlığının gittikçe bozulduğunu fark etmesiyle durum değişir. Hassaten, geminin içinde yaşanan sıradışı olaylar ve Solaris gezegeninin etkisi de gerilimi yükseltir.

Bilindiği üzere romanın içerdiği simgeler ve semboller Tarkovski’nin uyarlamasında, yönetmenin kendi yorumuyla ele alınmış ve bu nedenden ötürü halen birçok eleştirmen tarafından tarihin en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira, Stalker örneğinde olduğu gibi uyarlamanın haddizatında yeni bir sanat eseri icra etmek olduğunu bilen yetkin bir ele teslim edilmiştir. Gerçi Lem’in ve hatta Tarkovski’nin bu uyarlamadan hoşlanmadığı bilinir; ama Lem yeni versiyonu görseydi, dava etmeyi dahi düşüneceğinden eminiz. Çünkü, hem bilimkurgu severlerin hem de sinema eleştirmenlerinin gözünde görkemli bir heykelin gölgesi bile olamayacak kadar sinik bir yapımdır. Bu nedenle 47 milyon dolar bütçe ayrılmasına ve George Clooney faktörüne rağmen yalnızca 30 milyon dolar gelir elde etmiştir.

The Chronicles of Riddick (2004)

2000 yapımı Pitch Black‘in devamı olan bu film, anti kahraman Riddick’i kadrajına alıyor. Başına ödül konulunca, son beş yılını avcılardan kaçarak geçiren Riddick, aynı zamanda kendisine bir çıkış yolu aramaktadır. Bu sırada insanlara eziyet uygulayan ve gezegenleri istila eden Necromonge ordusunun zulmü de son derece gaddarca bir şekilde sürmektedir. Öyle ki, direnişle karşılaşılan yerlerde isyanları bastırmak için akla hayale sığmayacak ölçüde şiddet uygulamaktan çekinmiyorlar. Hal böyle olunca, direnen ya da direnmeye çalışanlar Riddick’ten yardım istemeye mecbur kalırlar. Dolayısıyla sürgün Riddick, kurtarıcıya dönüşür.

Yönetmenliğini geçen bölüm incelediğimiz Waterworld filminin de yönetmenliğini üstlenen David Twohy yapmıştır. Başrolde ise Hızlı ve Öfkeli filmlerinin yıldızı Vin Diesel‘i görüyoruz. Filmin Riddick üçlemesinin ikinci filmi olduğunu öncelikle hatırlatmak gerek, bundan ötürü senaryoda bazı açıklıklar ya da ucu açık noktalar bırakılmış olması normal karşılanabilir. Lakin gereksiz yere izletilen ve montajda atılması gereken sahnelerin adeta göze batması, dekorun dikkat çekmemesi adına yerli yersiz yakın plan kayıt alınması ve karakterlerin hikaye içine eklemlenişindeki yapaylık yapımın vasat altına inmesine yol açıyor. Zira, anlatılacak hikaye güzel dahi olsa -ki değil- fakat öyle olduğunu farz etsek bile, anlatımı yeterince iyi yapılmazsa sonuç başarısız olacaktır. Nitekim, 105 milyon dolar bütçesine rağmen, 115 milyon dolar gelir elde ederek bunu ispatlamıştır.

Stealth (2005)

Amerikan Ordusu, sahip olduğu EDI (En Derin İstilacı) adlı yapay zeka sistemi ile komuta ettiği Talon Jet adlı bir savaş jeti geliştirir. Jet, Amerika’nın ulusal güvenliği ve savunması adına Pasifik’te konuşlanan bir uçak gemisi içine yerleştirilir. Bunun sebebi savaş manevralarını faal olarak görev alan pilotlardan öğrenmesini sağlamaktır. Beklenildiği gibi ilk görevi gelecek çalışmalara teşvik edecek denli başarılı geçer. Fakat devam eden çalışmalar sırasında, kendi şahsi düşüncelerine göre hareket etmeye başlayınca, yetkili kişiler üç adet pilotu savaş başlatmasını engellemekle görevlendirilirler. Görev, EDI ortalığı mahvetmeden önce onu durdurmak ve muhtemel bir küresel kıyımın önüne geçmektir.

Stealth, oyuncu kadrosunda Josh Lucas, Jessica Biel ve Jamie Foxx gibi ünlü oyuncuları barındıran iddialı bir yapım. Üstüne üstlük yönetmenlik görevini Mumya serisinin son filmini ve XXX filmini de yöneten Rob Cohen üstlenmiş. Rob Cohen aksiyon filmlerinde başarılı ve hareketli çekimlerde tecrübeli olmasına rağmen, yapay zeka ile ilgili öğeleri senaryoya iyi yedirememesi ve ölümcül tehdit oluşturması gereken düşmanın yapmacıklığı gibi etmenlerden dolayı seyircinin filme uyumunu sağlayamamıştır. Ayrıca ödül alan oyuncuların hemen birçok filmde boy göstermesi sorunu da – ki burada örnek Jamie Foxx- izleyiciyi mutlaka olumsuz etkilemiş olmalı. Bu sebeple gişede istediğini bulamayan yapım, 135 milyon dolar gibi dönemine nazaran büyük maliyete rağmen, yalnızca 76 milyon dolar gişe hasılatı elde etmiştir.

Children of Men (2006)

Detaylı İnceleme

Children of Men, yönetmenliğini Meksika sinemasının gözde isimlerinden Alfonso Cuaron‘un üstlendiği post-apokaliptik bir yapım. 2027 yılının Londra’sında, kadınların bir felaket sonucu doğurganlığı yitirmesiyle oluşan korku psikolojisini ele alıyor. Son doğan bebeğin üzerinden yaklaşık 18 yıl geçmiştir. Ayrıca geleceğe dair de umutsuz ve karamsar bir beklenti egemendir. Ki korku psikolojisini güdüleyen de tam olarak bu. Zira, İngiltere yaşanabilen son ülke olarak krizin eşiğindedir. Lakin kahramanımız Theo’nun başına gelen bir olay umudun yeniden filizlenmesini sağlar.

Children of Men, İngiliz yazar P.D. James‘in 1992 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarlama bir yapım. Hikaye anlatımı, etkileyici kurgusu, başarılı çekim açıları ve senaryonun çok yönlülüğüyle adeta bir başyapıt. Kadınların doğurganlığını yitirdiği bir senaryodan klişe bir ezber çıkarmak yerine daha derin okumalar yapılarak ilerleniyor ve bu da hikayenin etkileyiciliğini pekiştiriyor. Ayrıca çekimlerde kullanılan kompozisyon teknikleri öylesine başarılı ki, bazı sahnelerde karakterleri anlamak için replik kullanılmasına bile gerek kalmamış. Fakat tüm bunlara rağmen, izleyicinin ilgisini çekemeyerek kalitesinin hakkını alamamış. Belki de bunun sebebi genel izleyici kitlesini cezbedecek yönleri bulunmaması ve daha ziyade kemik bir kitleye hitap edecek şekilde yoğun bir lezzet sunmasıdır. Velhasıl, 76 milyonluk bütçesine ve çıkardığı başarılı işe rağmen, yaklaşık olarak 70 milyon dolar gelir elde ederek yapımcısını hayal kırıklığına uğratmıştır.

The Invasion (2007)

Patriot isimli uzay mekiği, bilinmeyen bir nedenle patlar ve parçaları çevreye saçılır. Bu olay büyük yankı uyandırır, zira mekiğin enkazında dünya dışı bir şeyin bulunduğu ve serbest kaldığı söylentileri yayılır. Venom gibi, olağanüstü şartlarda hayatta kalmayı başaran bu simbiyotun varlığı korku salar. Fakat, söylentileri doğru çıkaracak şekilde bir salgının başlamasıyla da iş kontrolden çıkmaya başlar. Adeta zombi virüsü gibi kitleleri etkisine altına alan bu salgının ardındaki gerçek ortaya çıktığında ise, beklenenin çok ötesinde bir tablo belirir.

Robin Cook‘un aynı adlı romanından uyarlanan film, alanında ilk değil aslında. Fakat en kötüsü olduğu söylenebilir kesinlikle. Bunun en büyük sebebi, yabancı istilası ve kuşatılmışlık gibi sembolik alt metinlere kapı açacak anahtar kelimelerin es geçilmesi. Başrolde Nicole Kidman ve Daniel Craig gibi isimler yer almasına ve Kidman’ın gayet iyi bir oyunculuk sergilemesine rağmen film başarısız olmuştur. Mukayese için Jose Saramago‘nun Körlük romanının uyarlamasına bakılabilir. Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles eserin politik göndermelerini ve eleştirilerini filme yansıtarak eserin özünü ortaya koyuyor. Ama James McTeigue ve Oliver Hirschbiegel bunu es geçerek adeta ayaklarına sıkıyor.

Ayrıca yine yönetmenlerin yapımın bilimkurgu yönünü zayıf bırakarak drama kısmına yüklenmesi de başka bir sorun. Buna örnek, uzaylıların gelişini ya da insanları ele geçirişini önceki seriler kadar iyi işleyememesi. Hal böyle olunca izleyicinin bağ kurması da mümkün olmuyor. Diğer yandan, gerilim unsurlarının iyi kullanıldığını ve izleyicisini bu yolla etkisi altına aldığını söylemeden geçmemek lazım. Bu belki de filmi taşıyan ve izlenebilir hale getiren tek etmen ve elbette Nicole Kidman da iyi iş çıkarmış. Sözün özü, 80 milyon dolarlık bütçesiyle iddialı bir yapım olan The Invasion, 40 milyon dolar geliriyle umulanı verememiştir.

Babylon A.D. (2008)

Troop, özel eşyaları taşıyarak geçimini sağlayan eski bir askerdir. Bir gün gizemli bir kişi, Aurora isimli bir kadını Rusya’da bulunduğu tapınaktan alarak, Amerika’ya götürmesi için görevlendirir. Görevinin sonunda ödül olarak da yüklü miktarda para ve temiz bir pasaport vaat eder. Toorop kabul ederek, kadınla birlikte yola çıkar. Ama yolculuk sırasında Aurora’nın sıradışı güçlerini fark etmesinin yanında manastırın da şüpheli şekilde bombalanması kuşkulanmasına yol açar. Olayları araştırdığında ise gizli bir kültün korkunç planını keşfeder.

Babylon A. D., Kanadalı yazar Maurice G. Dantec‘in 1999 yılında yayımlanan Babylon Babies adlı romanının uyarlaması. Yönetmen koltuğunda oturan Mathieu Kassovitz, bu filmin öncesinde Jean-Christophe Grange‘ın aynı adlı romanından uyarlanan Kızıl Nehirler adlı filminde de yönetmenliği üstlenmiştir. Yani, bu konuda muayyen bir tecrübeye sahip olduğu söylenebilir. Film ise, Jason Statham‘lı Transporter filmi ile listenin ilk sırasında yer alan Riddick‘in bir hibriti adeta. Yani kısaca, bir mafya liderinin eski bir askere emanet ettiği kadın ve elbette biraz da kıyamet öncesi gerilimi konu alıyor. Bu açıdan bakıldığında, klişelerle ilerlendiği gayet açık şekilde ortada. Fakat beklenenin aksine, konudan daha fazla öne çıkan başka bir durum düşük gişe performansının sorumlusu olarak görülmüştür.

Özetle bahsedersek, filmin çekim süreci çekim ekibi ve bilhassa yönetmen açısından çok olaylı ve stresli geçer. Zira, yapımcı firma 20th Century Fox, yönetmenin yetkilerini elinden alarak çekim ve montaj kısmında inisiyatif kullanır; hatta bundan ötürü Kassovitz isyan ederek vizyon tarihinden evvel yaptığı paylaşımla bunu dillendirmiştir. Filmin sonunun da yeniden çekildiği bilinir zaten. Dolayısıyla, filmde Vin Diesel ve birçok ünlü oyuncu bulunmasına rağmen, tüm bu olaylar neticesinde başarısız olunmuştur. Yapımına 70 milyon dolar harcanan filmin, gişedeki hasılatı ise sadece 72 milyon dolar civarındadır.

Repo Men (2010)

Yakın bir gelecekte, organ naklinin artık çok daha kolay hale geldiği bir dünya görüyoruz. Union adlı bir şirket, geliştirdiği doku ve organlar aracılığıyla insan ömrünü uzatarak, ferahı artırmıştır. Elbette, bedelini öderseniz! Şayet ödeyemezseniz, başınız büyük belada demektir. Ödemeler aksadığında şirket Repo Adamını gönderip sattığı “malını” alabilmektedir. Repo Adamlar içerisinde en iyisi olan Remy de hayatından memnundur. Ta ki kendisi de organ yetmezliği yaşayana dek. Borcunu ödeyemeyen Remy’nin de karşısına en iyi arkadaşı çıkacaktır.

Yönetmenliğini Altered Carbon ve Revolution gibi yapımlarda da görev almış Miguel Sapochnik‘in üstlendiği yapım,  güzel bir çıkış noktasına sahip. Kapitalist sistem içerisinde böylesi çetin bir ticaretin gerçekleşmesi gayet makul. Bu bağlamda ele alınan fikir güzel. Ayrıca Jude Law’ın ve diğer oyuncuların oyunculukları da gayet başarılı. Fakat iş kurguya gelince film tıkanıp kalıyor. Senaryonun akışında yaşanan sorun, henüz serim aşamasında iken izleyicinin sıkılıp dikkatinin dağılmasına sebep oluyor. Dolayısıyla izleyicinin olumsuz izlenimi ve yorumları henüz ilk gösterimlerde diğer izleyicilerin kararlarını etkileyerek gişede olumsuz bir tablo oluşmasına sebep olmuştur. Ezcümle, 32 milyon dolar bütçesinin karşılığında 18 milyon dolar gelir eden film, yapımcısını hayal kırıklığına uğratmıştır.

Cowboys & Aliens (2011)

1873 yılındayız, yer Arizona. Craig adlı bir adam çölün ortasında nereden geldiğini ve nerede olduğunu bilmez şekilde uyanır. Hafızası silinmiş, geriye yalnızca bileğinde takılı halde bulunan tuhaf aygıt kalmıştır. Bu halde yakınlarda bulunan bir kasabaya sığınır. Absolution adlı bu Western kasabanın sakinleriyse bir anda aralarına karışan bu esrarengiz yabancının varlığından rahatsız olarak onu istemezler. Fakat beklenmedik ziyaretçilerin saldırısıyla istenmeyen yabancı kurtarıcı halini alacaktır.

Yönetmenliğini Zathura’yı da yönetmiş olan Jon Favreau’nun üstlendiği Cowboys & Aliens, eleştirmenler tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirilmiştir. Çünkü, western ile uzaylı istilası gibi popüler konu başlıklarını birleştirme fikri klişelerle boğularak heba edilmiş ve ortaya bir felaket çıkmıştır. Ayrıca, gayet güzel ve yaratıcılığa son derece imkan tanıyan bu fikrin salpa bir kurguyla heba edilmesinin yanısıra görsel efektlerin de berbat olduğu sıklıkça dile getirilen bir detay. Oyunculukların, diyalogların ve görüntülerin yanısıra, karakterler de göze batacak derecede sorunlu. Bunun sebebiyse yine klişelerin payanda edilmesi.

Velhasıl, kadrosunda son James Bond Daniel Craig ve birçok efsane karakterle bağdaşan Harrison Ford varken bile klişelere saplanarak kalan film; Favreau’nun Iron Man 2 ve Zathura’nın ardından yaşadığı üçüncü büyük hezimet. Haliyle durum bu olunca, 163 milyon dolarlık büyük yatırımın karşısında yalnızca 174 milyon dolarlık gişe geliri de pek şaşırtmıyor.

Dredd (2012)

Detaylı İnceleme

Dünyanın Atom Çağına girdiği karanlık bir çağda, dünya üzerindeki tüm şehirlerin yerini yüz milyonlarca nüfusa sahip megapoller almış durumdadır. Kalabalık nüfusun ortaya çıkardığı güvenlik sorunları ve bürokrasinin bunu karşılamakta yaşadığı aksaklıkları gidermek içinse özel bir polis birliği kurulmuştur. Bu birliğin mensuplarına yargıç denmektedir; bunun sebebi de hem polisin hem de mahkemenin yetkilerine sahip olmalarıdır. Aralarında en iyisi de Dredd’tir. Acımasız, soğuk kanlı ve görevini her şeyin üstünde tutan idealist bir asker… Bu sebeple önemli bir görevin Dredd tarafından üstlenilmesi emri verilir. Fakat görev sırasında yaşanacaklar, Dredd’in bile zorlanmasına yol açacaktır.

Çizgi romandan sinemaya uyarlanan film aslında bu teşebbüsün ilk ayağı değil. Danny Cannon‘ın yönetmenliği üstlendiği 1995 yapımı eski versiyonda, Dredd karakterini ünlü aksiyon yıldızı Sylvester Stallone canlandırmıştır. Çizgi roman severler ve sinema eleştirmenleri tarafından ağır eleştiriye maruz kalan yapım, olumlu bir girişim olarak hatırlarda yer almaz. Bu bağlamda düşünüldüğünde yeniden çekilmesinin biraz cesaret işi olduğunu söylemek gerek. Yeni versiyonda ise Dredd rolüne Star Trek serisinin Bones’u olarak da aşina olunabilecek Karl Urban hayat veriyor. Urban’ın yanı sıra Game of Thrones’un Cersei Lannister’i Lena Headey’de kötü karakter Ma-Ma olarak yerini alır.

Film aslında ilk denemeye göre gayet başarılı. Yönetmen Pete Travis çok iyi bir iş çıkarmış ve çizgi romandaki atmosferi kendi yorumunu iyi bir şekilde yedirerek beyazperdeye aktarmayı başarmış. Renklerin kullanımı, aksiyon sahnelerindeki koreografiler ve çekim açılarında yapılan akıllıca tercihlerle ilk filmden kalan olumsuz hali iyi kotarmış. Senarist Alex Garland ise özellikle izleyicinin değişen dünyaya uyum sağlaması açısından metni güzel kurgulamış. Bu noktada bilhassa Dredd’in fanatik ve görevine fetişe varan derecede bağlılığı senaryonun zenginliği olarak öne çıkıyor. Tüm bu etmenler bir araya gelince de, hem aksiyon sahnelerini başarıyla aktarışı, hem de izleyiciyi kendisine bağlayacak başarılı dramatik yapıyı da inşa etmesiyle beklentileri yükseltmeyi başarıyor. Fakat, Children of Men örneğinde olduğu gibi sebebi tartışmaya açık şekilde gişede umulanı veremiyor. 50 milyon dolarlık bütçesine karşın 35 milyon dolar civarı bir gişe geliri elden filmin, bunca emeğinin hakkının kült hale gelmesiyle bir nebze ödendiği söylenebilir. Tıpkı Children of Men gibi…

John Carter (2012)

John Carter

Detaylı İnceleme

Eski asker John Carter, bir gün bulduğu madalyon vasıtasıyla kendisini Mars gezegeninde bulur. Buraya nasıl geldiğini ve ne yapacağını bilmez haldedir. Lakin yalnızlığı da uzun sürmez. Bölge halkıyla talihsiz bi şekilde tanışan Carter, aralarında yavaş yavaş yükselmekte olan savaşın tam ortasında kalmıştır ve savaşın kazananını belirleyecek kişinin kendisi olduğunu fark etmesi de uzun sürmeyecektir.

Yönetmeliğini Wall-E ve Kayıp Balık Nemo gibi Pixar animasyon filmlerini de yöneten Andrew Stanton‘ın üstlendiği yapım, Tarzan‘ın da yazarı Edgar Rice Burroughs‘ın 1917 yayımladığı A Princess of Mars adlı romanın bir uyarlaması. Başrolünde yer alan Taylor Kitsch ve Lynn Collins bu filmle birlikte belki de ilk ciddi rollerini üstleniyorlar, ama ikisinin de performansı vasat altında kalıyor. Bunda senaryonun da etkisi olduğu şüphesiz. Zira, birçok başka filmden amiyane tabirle “arak” sahnelerle döşeli ve derinlikten yoksun bir görünüme sahip. Öyle ki, usta aktör William Dafoe‘nin oyunculuğu bile araya karışıp gidiyor.

Bu durum elbette yönetmenin başarısız olduğunu göstermiyor. Zira, yaptığı başka işlerde ortaya koyduğu yetenek aşikar, fakat bu sefer işler iyi gitmemiş. Nitekim, 250 milyon dolar bütçe ve inanılmaz yoğun reklama rağmen, yalnızca 284 milyon dolar gelir elde ederek yapımcı firma Disney’i hayal kırıklığına uğratır; hatta sırf bu sebepten, Disney’in bir süre Live Action yapımlara dair çekingen kalmasına bile neden olmuştur.

Önceki Sonraki

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

van halsing-kapak

Kafası Karışık Bir Film: Van Helsing

Senarist ve yönetmen Stephen Sommers, geçmiş yıllarda senaryosunu yazıp yönettiği The Adventures of Huck Finn, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et