Muhtemelen izlediğimiz en kabul edilir distopya filmi olan Children of Men, o kadar da uzak bir zaman diliminde değil, 2027 yılında geçiyor. Uzaylılar, doğal afetler ve savaşlardan çok daha farklı bir öyküyle karşı karşıyayız bu sefer: Kısırlık. Doğan son çocuk, 2009 yılında dünyaya gelmiş ve dehşet verici bir olay sonucunda 18 yaşında öldürülmüştür. 18 yıldır çocuk sahibi olamayan kadınlar, sebebini öğrenemediğimiz bir şekilde kısırlaşmıştır. Bir yandan insan neslinin soyu tükenirken, diğer yandan üçüncü dünya ülkeleri fakirlikten kırılmakta, gelişmiş ülkeler iç savaşa sürüklenmekte ve mültecilerle başa çıkmak zorundadır. Tüm bunların içinde apolitik bir insan, Theo (Clive Owen) bir şekilde kendini durdurulamaz olaylar zincirinin tam ortasında buluverir.
Her ne kadar mülteci meselesine bakış açısı sebebiyle pek çok insana izlerken Hollywood klişesi gibi gelecek olsa da (filmin Hollywood yapımı olmadığını da belirtelim), distopik filmler arasında kalitesiyle ve özgün senaryosuyla yerini sağlamlaştırmış farklı bir yapım Children of Men. Dolu alt metinleri, detaylı görüntüleri, belgesel tadındaki uzun plan çekimleri, başarılı oyunculukları ve gerçeğe uygunluğu ile fantastik bir öykü vasıtasıyla günümüz dünyasına politik göndermelerde bulunan başarılı bir film. Filmi izleyenlerin hayran kalacağı pek çok şey var. Michael Caine’in performansı başta olmak üzere filmin kalabalık olmayan ana karakterleri, seyircileri tatmin etmek için seçilmiş gibi duruyor. Yaptığı her işten alnının akıyla çıkan Julianne Moore, filmde kısa süre boy gösterse de kalitesini konuşturuyor. Başkarakter Theo’ya hayat veren Clive Owen ise beklentilerin çok üstünde bir performans sergiliyor.
Filmin biraz derinlerine daldığımızda bizi karşılayan senaryosunun zengin içeriğinden bahsetmemek olmaz. Gerek günümüz dünyasının fikir yapısına, gerekse gelecekte karşılaşmamızın olası olduğu olgulara yaptığı değinmelerle beğeni toplayan Children of Men, P.D. James’in aynı isimli romanından yönetmen Alfonso Cuarón dahil kalabalık bir senarist ekip tarafından sinemaya uyarlandı. Kitap ile film arasında farklılıklar olduğu doğrudur. Ancak bu farklılıkların iyi ya da kötü yönde olması izleyici pek etkileyecek gibi durmuyor. Çünkü Children of Men’i yaparken Alfonso Cuarón’un neyi amaçladığı aşikar. Bu amacına yönelik misyonundan taviz vermiş gibi de gözükmüyor.
Filmdeki politik göndermeler belki her distopik yapımda karşımıza çıkan cinsten ama inandırıcılık, gerçeğe uygunluk ve tatmin edicilik bakımından Children of Men’in benzer yapımlara göre bir üst seviyede olduğunu söyleyebiliriz. Dram dozunu ayarlarken bile seyirciyi yalnızca hüzünlendirmek yerine çarpıcılığı arttırmayı seçen Alfonso Cuarón, aynı zamanda filme eğlenceli karakterler katarak oluşturduğu blur ve gri atmosferi biraz olsun dağıtmayı da başarıyor. Kendi bakış açılarından dolayı olsa gerek, müslümanları bir kez daha terörist olarak gösteren filmin bunu yansıtırken seçtiği yol nedense sizi pek rahatsız etmiyor. Bunun nedeni, yönetmenin bir yandan müslümanları kötü gösterirken diğer yandan onların ezilmişliklerini ve acziyetlerini de ön plana çıkarıyor olmasıdır belki de.
Seyirciyi etkileme konusunda en başarılı öge hiç şüphesiz görüntülerin ta kendisi. Her işini ayıla bayıla izlediğimiz, yaşayan en büyük sinematograflardan biri olan Emmanuel Lubezki’nin imzasını görüyoruz Children of Men’de. DVD ekstralarında, Lubezki’nin yarattığı muhteşem açıların ve görüntülerin nasıl başarıldığını izlediğimizde şaşkınlığımıza engel olamıyoruz. Filmin açılış sahnesindeki patlamadan tutun, kahramanların araba ile kaçarken isyankarlarla çatışmasına ve en önemlisi Theo ile Kee’nin mülteci kampındaki silahlı saldırı sırasında o apartman merdivenlerinden indikleri sahneler başta olmak üzere film, yönetmenin başarısını gölgeleyecek sinematograf ustalıklarını barındırıyor.
Uzun planları tek bir açıdan yakalamakta uzman olan Emmanuel Lubezki’nin bu metodu hiç çekinmeden kullandığı Children of Men, milenyum sonrasında sinemaseverlerin hafızalarına kazınmış sekanslar sıralaması yapılsa zirveye oynayacak bir Theo-Kee sahnesi barındıracak kadar da güçlü. O sahne başlarken çevre seslerini yok eden yönetmen, sadece tiz bir müzik eşliğinde seyirciyi de soyutluyor ve siz daha ağlayıp ağlamamanıza karar veremeden filmin en uzun planını sonlandırıyor.
Klasik müzik denince akla gelen isimlerden tarafından bestelenen müzikleri başta olmak üzere ses düzenlemeleriyle de seyirciden tam not almayı başaran Children of Men’de neredeyse her şey kusursuz. Vizyona girdiği 2006 senesinde en iyi kurgu, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi görüntü yönetimi kategorilerinde Oscar’a aday gösterilen ama nedense kıymeti, bu ve benzeri komitelerce anlaşılmamış bu distopya, tüm bunları egemen güçlerin gövde gösterilerine izin vermemesi sebebiyle bastırılan yüzlerce filmden biri olması sebebiyle yaşadı. Kim ne derse desin, yeni akım sinemanın yüz aklarından bir film var karşınızda. Hakkında yapılan her türlü olumsuz eleştiriye kulaklarınızı kapatmanızı ve olabildiğince duru şekilde akan 105 dakikalık bu filme kendinizi vermenizi şiddetle tavsiye ediyoruz. Başlaması ve bitmesi arasında geçen zamanı hissetmeyeceksiniz, en durgun kısımları bile sizi etkilemeye yetecektir. Bırakınız yönetenlerden bir kez daha nefret etmiş olun, bırakınız çocukları sevdiğinizi bir kez daha anlayın. Bırakınız bu sefer sinema konuşsun.
“Çocukların sesleri olmadan, dünya ne garip bir yer.”
Hazırlayan: Burak Hazine