X-Men: Dark Phoenix Gişede Neden Başarısız Oldu?

Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren X-Men: Dark Phoenix (Karanlık Anka), gişede beklenen performansı gösteremedi. Bunun sebebi sinemanın son dönem genel eğilimleriyle de alakalı olduğundan, esasında Dark Phoenix’in başına gelenlerden film sektöründeki herkesin çıkarması gereken pek çok ders mevcut. Dark Phoenix’in yönetmenliğini, Elysium, Marslı gibi başarılı filmlerin de yapımcılığını üstlenen Simon Kinberg gerçekleştirdi. Dark Phoenix’in, Kinberg’in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi olduğunu belirtelim. Bu noktada, Jean Grey karakterinin Dark Phoenix’e dönüşmesi gibi X-Men evreninin en önemli ve sevilen hikayelerinden birinin, yapımcılık yönü başarılı olsa da ilk kez yönetmenlik yapacak bir ismin eline teslim edilmesi gerçekten büyük cesaretmiş. X-Men’in bundan sonraki gösterim hakları Fox’tan Disney’e devredildiği için, Dark Phoenix Fox’un bir anlamda son kurşunuydu, bu yüzden beklentiler çok yüksekti ama maalesef hedefi tutturamadı. Ortada bir hedef var mıydı, o da şüpheli denilebilir tabii ki.

Üstelik, Dark Phoenix’in öyküsü ilk kez de filme aktarılmıyor. Daha önce 2006’da serinin üçüncü filmi olan X-Men: The Last Stand’de bu sefer Famke Janssen, Jean Grey’i canlandırmıştı. O film de eleştirmenlerden ve izleyicilerden genel itibariyle olumsuz geri dönüş almıştı, ama Dark Phoenix ile kıyaslandığında yine de idare etmekteydi. Gösterim tarihi ertelene ertelene en son 2019’da vizyona giren Dark Phoenix’te ise Jean Grey/Phoenix’i canlandıran ve Game of Thrones’la popülaritesi artan Sophie Turner, bilimkurgu filmlerinin güzel yüzü Jennifer Lawrence (Mystique), M. Night Shyamalan’ın yönettiği Split filmindeki oyunculuk performansı unutulmaz olan James McAvoy (Profesör Charles Xavier) gibi yıldız oyuncuların varlığı bile filmi başarısızlıktan kurtaramadı. Başarısızlık derken, film şimdiye dek dünya genelinde normalde gayet iyi bir miktar olan 200 milyon doların üzerinde hasılat yaptı ama yapım maliyeti de hemen hemen bu bedelde olduğu için, Fox şirketi dağın fare doğurduğu bir finansal durumla karşı karşıya kaldı.

Film, Mystique liderliğindeki X-Men ekibinin bir uzay görevi ile başlıyor. Görev esnasında yaşanan bir kaza neticesinde, çocukluğundan itibaren telekinetik ve telepatik güçleri olan Jean Grey uzay boşluğundaki yoğun bir enerjiye maruz kalarak ölümden dönüyor. Fakat Jean artık eski Jean değildir ve bütün X-Men’ler arasındaki en güçlü mutant haline gelmiştir. Tıpkı atom bombasının mucitlerinden Oppenheimer’ın bombanın etkilerini gördükten sonra referans verdiği eski bir Hint kitabındaki mısrada dendiği gibi: “Ben şimdi ölüm oldum, dünyaların yok edicisi.” Dünyaları yok edebilecek güce ulaşan ve artık Phoenix’e dönüşen Jean’in yüzleşmesi gereken sorun ise bu gücü kontrol edip edemeyeceğidir. Çünkü bilindiği üzere güç yozlaştırır, mutlak güç ise mutlak biçimde yozlaştırır. X-Men ailesi içinde büyürken herkes tarafından sevilen Jean’in yeni büründüğü bu karanlık karakter ise onu sevenlerde artık korku ve endişe uyandırmaktadır. Gücün kokusunu alan başka karanlık karakterler ise Phoenix’ten yararlanmak için ona yaklaşacaktır.

Pekala nasıl oldu da böylesine epik bir hikaye beyaz perdede bir fiyaskoya dönüşebildi? Her şeyden önce hatırlamak gerekir ki, her hikaye bir dinleyici/okur/izleyici kitlesi için anlatılır. Hele ki Hollywood gibi kapitalizmle sinemanın bu kadar iç içe geçtiği haller için, hedef kitlenin yakalanması ekonomik açıdan çok daha elzemdir. Bu hedef kitle tanımı dönem dönem değişir: Stüdyo sinema sisteminin yükseliş yıllarında orta sınıf beyaz ev kadınları, sonraki yıllarda genç erkekler ve bu yüzden aksiyon, patlama dolu sahnelere ağırlık verilmesi ve bilhassa son on yılda artan farkındalık sonucu toplumlardaki azınlık unsurlarının (etnisite, ten rengi), kadınların ve LGBTİQ+ bireylerin beyaz perdede daha yoğun temsili. (1) Ama sinema seyircisi asla saftirik değildir, ekranda gördüğü şey ağzına bir parmak bal çalmak için mi yapılmış yoksa gerçekten de politik hassasiyetler sonucu ve samimiyetle, bütün bir öyküye doğal olarak kendiliğinden mi yedirilmiş, hemen anlar.

Dark Phoenix gibi bazı son dönem filmlerinde yer verilen “siyasi doğrucu” sahneler adeta hazır bir listeden işaretleyerek kotarılmış durduğundan çok sakil kalmaktadır. Sanki film çekilirken senaryo aşamasında ve sette şu diyaloglar geçmiş gibi: “Güçlü kadın sahnesi var mı, tamam. İyi karakterler arasında en az bir adet ten rengi farklı birine yer verdik, değil mi? Dokunaklı bir gay sahnesi eklemeyi unutmayalım çocuklar, ama erotizme kaçmayın sakın, yaş sınırına takılıp da hasılatımız etkilenmesin!” Dark Phoenix’te, sanki X-Men eserlerinin temel ruhu metafor düzleminde zaten toplumda farklı olanların maruz kaldığı ayrımcılıklar ve onların eşit olma mücadelesi değilmiş gibi, yukarıda özetlediğim yeni moda ucuz Hollywood furyasına kapılmanın âlemi neydi? Filmde Mystique, Profesör Charles Xavier’ı bütün her şeyi erkek egosu için yaptığı yönünde itham ederken, ama son zamanlarda hep kadınların erkekleri kurtardığını hatırlatarak ekibin yeni isminin X-Women olması lazım dediği sahne, bu anlamda zirveydi. Fakat işte her zirvenin ardından düşüş de başlar. Filme dair en çok eleştirilen sahnelerden birisi Mystique’in bu gereksiz çıkışı, ki katılıyorum.

Sadece Dark Phoenix’te değil, Fox’un elinde filme aktarılan diğer X-Men’lerde de en büyük sorun, X-Men’i X-Men yapan esas şeyin, yani her bir karakterin kendi kişisel öyküsünün ve bu karakterler arasındaki sıkı bağların öneminin ıskalanması oldu. Her biri sadece süper güçlere sahip karton karakterler gibi uyarlandı ve filmler de sanki sadece özel efektler yoluyla bu süper güçlerin sergilendiği birer araç konumuna indirgendi. Böyle olunca X-Men’i sadece sinemadan tanıyan kitlelerin filmdeki karakterlerle özdeşleşmesi de doğal olarak çok zorlaştı. Dark Phoenix’te, Jean’in diğer X-Menlerle olan ilişkileri, neden en çok sevilen mutantlardan biri olduğu, bu yüzden karanlık tarafa geçtiğinde diğer ekip üyelerinin yaşadığı travmatik hayal kırıklığı hiç yansıtılamamış. Bu haliyle Dark Phoenix, hiç X-Men markasını kullanmadan da pekala genç bir kızın bilinmeyen bir nedenle süper güçlere sahip olup dünyayı yok etmeye çalıştığı sıradan B sınıfı bir film olarak da çekilebilirmiş dedirtiyor.

Belki de bu yüzden, filmdeki bu ruh eksikliği yıldız oyuncuların duruşuna da yansımış. Her biri sanki rolüm tamamlansın da aradan çekileyim havasında, diğer yer aldıkları yapımlardan yeteneklerinin büyüklüğünü bildiğimiz için potansiyellerinin çok altında bir performans sergilemişler. Yine de bu eleştiride çok ileri gitmemekte fayda var, yoksa alimallah Game of Thrones’un finalinin aldığı eleştiriler karşısında takipçilerine “harcanan emeğe saygı gösterin” diye ayar verip çemkiren Sophie Turner’ın hışmına uğramayalım. X-Men çizgi romanları serisinde Phoenix karakteri ile dünya ilk kez 1976’da çıkan 101. sayıda, yazar Chris Claremont’un kaleminden tanışmıştı. (2) 1980 yılında çıkan 135. sayıda ise, 2019 çekimi film Dark Phoenix’teki ana öykü olan, kozmik karanlık bir enerjinin Jean’e entegre olup onu dönüştürmesi teması işlenmişti. (3) Dark Phoenix efsanesinin yaratıcısı Chris Claremont da yeni filmin başarısızlığının sebebi için, Marvel’ın aynı yıl içinde üç diğer büyük filminin de vizyona girmesinden ötürü bir zamanlama hatası olduğuna işaret ediyor:

“Önce Captain Marvel, sonra Avengers Endgame. Daha sonra Dark Phoenix ve sırada Spiderman: Far From Home. Bu yüzden tek ve büyük bir BOOM yerine ard arda boom boom boom boom olunca filmin ana öyküye sadık kalıp kalmadığı, (X-Men) konseptine sadakati vb. hususların analizi de karmaşık bir hal aldı.” (4)

Claremont, bu filmde Jean Grey / Dark Phoenix karakterini canlandıran Sophie Turner hakkındaki soruya ise, Turner’ın başarılı bir performans gerçekleştirdiğini söylemesinin ardından hayli diplomatik bir yanıt vermiş: “X-Men: Dark Phoenix’in nesi vardı, sadece Sophie. Peki ya Avengers’ın? 28 tane A sınıfı yıldız oyuncu.” Bu noktada, filmin tek yıldızı Sophie Turner gibiymiş tarzı bir cevap vermesi doğrusu hiç yakışık almamış. Sonuç olarak, Dark Phoenix Fox’un yıllar boyunca beyaz perdeye taşıdığı X-Men filmlerinin sonuncusu olarak kötü bir izlenimle seyircilere veda etmiş oldu. Disney’in bu durumdan ötürü yeni bir X-Men filmini hemen çekmek istemeyeceği ve bir müddet seyircilerin hafızasındaki kötü izlerin silinmesini bekleyeceği düşünülmekte. Fakat iyi haber, artık X-Men’in de diğer Marvel sinematik evrenine dahil olduğu. Bu sayede belki de, eski X-Men filmlerinin başarısızlıklarını unutturacak orijinal yeni öyküler de ortaya çıkabilir. Sinemada X-Men, tıpkı anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğabilecek mi, bekleyip göreceğiz.

Dipnotlar:

  1. Hollywood Reporter
  2. Marvel
  3. Marvel
  4. Independent

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

ahsoka

Birinci Sezonuyla Ahsoka

Ahsoka Tano’nun hayatını anlattığımız yazıda, seçtiği hiçbir yolun kendi olma mücadelesinin önüne geçmediğinden bahsetmiştik. Ahsoka …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin