Çizgi roman hayranları, 1995 yılında, Judge Dredd’in sinema versiyonunu izlediklerinde, eminiz bir süre kendilerine gelememişlerdir. 3. sınıf bir bilimkurgu filmi ile uyarlaması yapılmış Judge Dredd’in eli yüzü düzgün versiyonu için tam 17 sene beklemek, yine eminiz ki çok zor olmuştur. John Wagner ve Carlos Ezquerra ikilisinin 70’lerin sonunda yarattığı bu kült çizgi roman serisi, tam anlamıyla bilindik Marvel ve DC Comics kalıplarının zıt kutbunda yer alan, distopik ve protest anlatımı ile kurgusal anlamda yarattığı sistemi ve gerçek zamanda var olan sistemi eş zamanlı eleştirmeyi başarabilen, yine bilindik süper kahraman kalıpları yerine sadece belirli nitelikleri olan sıradan bir karakteri kullanan; kısacası alanındaki enteresan ve farklı eserlerden birisi konumunda. Filmografisi daha taze olan Pete Travis’in yönetimindeki ve 28 Gün Sonra filminin senaristi Alex Garland’ın senaristliğindeki Dredd, kapalı mekanlı ve distopik filmlerin temsilcilerinden.
Öncelikle, eğri oturup doğru konuşmak, eleştiriye başlamadan önce açık açık ne denileceğini izah etmek gerekir. Bu filmi kritize edecek kitlenin bunu iki farklı yoldan yapacağı tahmin edilebilir. Bir taraf iyi bir “aksiyon bilimkurgu” filminde kullanılan bilindik numaralar, metaforlar, konular çerçevesinde uyarlanmış diyecektir; diğer taraf ise distopik anlatım yüzeyinde iyi bir çizgi roman uyarlaması kotarılmış diyecektir. Her ne kadar isminden içeriğine kadar ticari sinemanın basit bir ürünüymüş gibi gözükse de farklı ve iyiye yakın bir anlatıma sahip olmasından dolayı ikinci tarafı seçeceğim ve yazıyı da buna göre şekillendireceğim. Bu yüzden yazıyı okurken bunları göz önünde bulundurabilirsiniz.
Şiddetin, suçun, çeteleşmenin, sınıfsal ayrımın ve kolonileşmenin ürünü olmuş bir mega şehirde, her gün on binlerce suç işlenmekte, bütün kirli işleri yapıp para kazanan çeteler banliyö türü mega gökdelenlerde hüküm sürmekte, güçlünün her zamanki gibi güçsüzü gaddarca ezdiği ve katlettiği bir düzen şehre hakim olmaktadır. Bunun karşısında ise, adaletin bekçileri ve sistemin düzenleyicileri konumundaki “yargıçlar”, bir günde yaşanan on binlerce suçun sadece bir bölümünü önlemeye çalışmaktadır. Bu yargıçların en çetrefillilerinden Dredd, bir gün amiri tarafından sorgu odasında tutulan; yargıç olabilmek için gerekli vasıfları olmayan Anderson ile tanıştırılır. Ama Anderson bir mutanttır ve çevresindeki kişilerin zihnini okuma, onların zihinlerini kontrol etme ve yönlendirme yetenekleri vardır. Amirinin baskısı ve kızda gördüğü yetenek ile Dredd, Anderson’u yanına alır ve onu olay sahasına çıkarır. İlk görevleri, 200 katlı, şehrin en büyük yerleşim yerlerinden olan “Peach Trees” adlı gökdelendeki üç cinayeti çözmektir. Yargıçlar tarafından yıllarca göz ardı edilmiş bu gökdeleni, psikopat mizaçlı Ma-Ma’nın klanı yönetmektedir. Dredd ve Anderson, bu “mega” kapana kısılmışlardır ve 200 katlı gökdelende, Ma-Ma klanı ile yaşam savaşı vereceklerdir.
Filmin konusunu okuduğunuzda aklınıza “Serbuan Maut” filminin geldiğini biliyorum. Ama sadece, yapılar bu filmde biraz daha büyük. Görseller biraz daha CGI destekli. Senaryo biraz daha derin (aslında Serbuan Maut filminin senaryo ile pek ilgilenmediğini söylemem gerek). Tabii ki senaryoda uyarlamasını tek başına yapmış Alex Garland faktörü var. Bazı yerlerde o kadar kan ve vahşetin içinde istemsizce gülmek gelebiliyor içinizden. Bazı yerlerde de “ticari bir filmde sistem göndermesi nasıl olabilir” düşüncesine kapılıp gidiyorsunuz. Belki de bu filmin, ticari sinemanın metinsel anlamdaki gelişimine bir şekilde katkısı olabilir, bilemeyiz. Ama tek bir şey var ki, o da çizgi roman hayranlarının perdede istediğini makul bir ölçüde, hatta bazı bünyelerde makulden de öte alacağını biliyor olmak. Çünkü Sin City’den beri çizgi romanına bu kadar bağlı kalan bir uyarlama görememiştik.
Filmin gerilimli atmosferinin yükünü çeken oyuncuların performansları gerçekten iyi. Yüzüklerin Efendisi serisi ile dünya sinemasının dikkatini çekmiş, nam-ı diğer Hollywood’un genç karakter oyuncularından olan Karl Urban’ın ender başrol deneyimlerinden birisi ayrıca Yargıç Dredd rolü. Hatta en elde tutulur olanı da diyebiliriz. Filmin başından sonuna kadar ses olarak Clint Eastwood tonunu, kostüm olarak Batman – Robocop konseptini kendisine düstur edinmiş başarılı performansı, sadece güzelliğiyle ön plana çıkan Olivia Thirlby’i kurtarmaya yetiyor. Zaten Dredd’in Dirty Harry’den pek bir farkı yok aslında. O da teşkilatın en yeteneklilerinden, pek sevilmeyenlerinden ve karizmatiklerinden. Tabi Terminator: The Sarah Connor Chronicles ile televizyonlarda muhteşem bir biçimde boy gösteren, yine Game of Thrones ile bünyeleri sevindiren Lena Headey’in villain performansını da unutmamak gerekir. Etkileyici olmasa da ismini kullanarak karakterden istenenin fazlasını yapmayı başarmış.
Dredd 3D, yanlış reklam politikası ile vizyona girmiş, 3D’si bilindik standartların üzerinde seyreden post-modern bir western öyküsü. Yalnızca adaleti birkaç yüzyıl sonradan dağıtıyor. Tek ve kapalı bir mekânda geçmesi dolayısıyla başka çizgi romanların 50 tane uyarlamasını yapan Hollywood yapımcılarının da yıllarca gözardı ettiği bir eser ayrıca. Yeniden çevrimi yapılan başarılı filmlerden birisi. Yalnız, Avengers’da gördüğünüz kalabalığı bu filmde de göreceğinizi zannetmeyin.
Hazırlayan: Erşah Odabaşıoğlu