Elysium ve Sahte Cennetin Mültecileri

Sinema yarından bahsettiğinde sıklıkla bugünü anlatır. Çünkü “yarının” düşleri bugünün korkularıyla ya da umutlarıyla örülüdür. Bir kaçınma ile anlam bulan düşlem, ister istemez bu kaçınmanın karşıt kutbunda yer alan arzu nesnesini de ima eder ve izleyici gösterilmeyeni ve arzulananı dolayımlı bir şekilde sezerek geleceğin şimdiden yaratılmasına yardımcı olur.

Disrict 9’dan da tanıdığımız Neill Blomkamp, Elysium’da geleceği distopik bir karamsarlıkla ele almış ve yarının dünyasını “bölünmüş bir dünya” olarak hayal etmiştir. Zenginlerin Dünya’nın etrafında konumlanmış bir uzay üssünde, bir tür cennetimsi mekanda sefahat, kalanlarınsa karın tokluğuna ya da barbarlığa teslim edilmiş halde yıkılmış dünyada yaşam sürdüğü 2154 yılı bizlere kutuplara ayrılmış bir manzara sunuyor.

Elysium 1

Filmde toplumda eşitlik, refah ve özgürlük gibi değerlerin olmadığı bir gelecek tasavvuru hikâyenin merkezine oturuyor ve bunların tüm vatandaşlara eşitçe dağılımı da hikâyenin çatışma düzeyine çözülmesi gereken sorun olarak yerleştiriliyor. Filmin başrollerinde her daim bir “suçlu” damgasını üzerinde taşıyan, iyi olmak için didinen ama maruz kaldığı radyasyonla kendini “fedaya” girişen Max (Matt Damon) ile, hükümeti bir darbeyle ele geçirmek isteyen, “şahin” bakan Delacourt’u (Jodie Foster) görüyoruz. Sevdiklerini iyileştirmek ya da daha iyi bir ortamda yaşama istenciyle dünyadan Elysium’a iltica etmek isteyen yarının mültecileri, kullanılan paralı askerler eliyle ve ölümcül teknolojiyle umuda yolculuklarını ölümle noktalıyorlar.

En temel haklara dahi sahip olamamanın ağırlığıyla Elysium onlar için bir kaçış noktası, vaat edilmiş cennet oluveriyor. Robot teknolojisinin bir hayli ilerlediği geleceğin post-apokaliptik dünyasında robotlar insanlığın hizmetine koşulmamışlar. Bu yüzden robotlar kahramanın radyasyona maruz kaldığı yerin tamiratıyla değil, bizzat “analizci” ya da insanlık isyan ettiğinde üzerlerine salınan askerler olarak tahakkümün simgesi oluveriyorlar. Böylece üzerine robot elbisesini giyinip kendini aşan kahramanımız, robot-insan olarak dünyaya bir denge getirmeye çalışıyor. İnsani yoksunluk ile robotik araçsallaştırmaya direniş başlatıyor. Böylece hem insan olmanın sorumluluğunu taşırken robot olmayı da iyicil anlamda yeniden yorumluyor. Bilgiyi elde ederek, vaat edilmiş cennetin tam da merkezine gidip ortalığı yıkarak bunu yapmaya çalışıyor. Kahramanın fedakârlığı metinler arası bir ilişki kurmayı mümkün kılıyor ve onu aslında insanlığa “dengeyi” getiren modern Mesih olarak tanımlayabiliriz. Bu yüzden film geleceğin kıyamet sonrası dünyasını bütünüyle insanlığın son bulduğu biçimde tasavvur etmiyor, yıkım sonrası kaosu yeni bir denge ve diriliş için bir araç olarak görüyor, yıkımı liberal sol değerlerle dengelemeye çalışıyor diyebiliriz.

Elysium 2

Güney Afrikalı yönetmenimizin anlattığı gerçekliği “yarında” aramanın lüzumu yok elbet. Yaşadığımız dünyada da bir kaymak tabakanın en zirveye yerleştiği piramitvari bir hiyerarşi görmemiz mümkün. “Umut yolcuları”nın da sıklıkla denizde boğulduğuna şahit oluyoruz. Hatta Türkiye, Suriye’de savaş ve katliamın sürmekte olduğu bugünlerde belki de geleceğin dünyasını simgelerken, Avrupa ve Amerika herkesin varmaya çabaladığı Elysium gibi anlam kazanmakta. Bu yüzden Blomkamp’un filmi bugünün dünyasının sorunlarını ve dengesizliklerini anlatıyor. Utangaç da olsa, kurtuluşun bir kahramana bağlandığı klasik anlatıyı temel de alsa, kurtuluşun vaat edilmiş cennetin vatandaşı olmakta değil, tersine herkesin en temel haklara sahip olmasında yattığına işaret ediyor.

Teknolojinin tahakkümün aracı olduğu bir dünyayı bize sunarken, en temel ihtiyaçlara bile bağımlı, karnını doyurmaktan yoksun insanların yaptığı tercihlerin” önünde sonunda nasıl bir tercihsizlik/zorunluluk olduğunu gözler önüne sermeyi de ihmal etmiyor. Kâr realizasyonu için didinen, hükümetle kirli ilişkiler içindeki şirket, çalışanlarını ölüme göndermekten çekinmiyor. İktidarsa manipülasyona sonsuz biçimde açık. Bu yüzden geleceğin dünyasında var olmak aslında isyan etmekle aynı şey anlamını taşıyor ve film bu konuda iktidar yapısının da en azından reformlarla düzeltilmeye muhtaç olduğunu ortaya koyuyor.

Elysium 3

Elysium, kötü oyunculuklara rağmen, fena olmayan görselliği ve yıkımı-dirilişi seyrettirerek izleyicinin ilgisini çekmeye başarıyor, günümüzün kurak iklimini/çorak ülkesini gelecekte tasarımlıyor; ancak bu geleceğin tam da böyle olmamasına dair bir istencin yansıması olabilir.

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgu özgünlük

Bilimkurgu Sinemasında Özgünlük

Bilimkurgu sineması, Georges Meiles (Le Voyage Dans La Lune – 1902) ve Fristz Lang (Metropolis – …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin