Netflix imzalı Russian Doll dizisinin ikinci sezonunda, zaman yolculuğu yapan kahramanımız Nadia bir arkadaşına şöyle der: “Geçmişe gitmemin tek amacı bazı şeyleri değiştirmek, tamam mı? Hiç film falan da mı izlemedin?” Nadia da bir şeylerin peşindedir. Popüler kültürde, zamanda yolculuk yapan karakterler genelde işleri daha iyi hâle getirmeyi amaçlar ya da en azından dener. Hem Russian Doll‘un hem Amazon çıkışlı Undone‘un ikinci sezon teması bu açıdan benzerdir.
Undone’un ekranlara geri döndüğü gün, Apple TV+ da yeni dokunuşa sahip bir seri katil hikâyesi olan Shining Girls‘ün prömiyerini yaptı. Güney Afrikalı yazar Lauren Beukes‘in aynı adlı romanından (Hayat Dolu Kızlar adıyla dilimize de çevrilmiştir) uyarlanan dizide, zamanda yolculuk yapabilen bir seri katilin peşine düşüyoruz. Dizi, kaliteli anafikir ve temellendirmeler, Breaking Bad mezunu Michelle MacLaren’ın harika yönetmenliği ve başroldeki Elisabeth Moss‘un her zamanki insanüstü yoğunluğu sayesinde, kadınlara musallat olan seri katillerle ilgili pek çok olağan klişe ve tuzağı aşmayı başarıyor. Her ne kadar takip edilmesi zor olsa da, ortaya sürükleyici bir gerilim hikâyesi çıkıyor.
“Bir şeyin henüz olmamış olması, olmayacağı anlamına gelmez.”
Hikâyenin büyük bir kısmı doksanların başındaki Chicago’da geçiyor. Moss, metropol gazetelerinin altın günlerinde Chicago Sun-Times’ta çalışan arşivci Kirby’yi canlandırıyor. Kirby yıllar önce, kimliği belirsiz bir adamın acımasız saldırısından zar zor kurtulmuş ve hâlâ hayatını tam olarak düzene sokamamış bir kadın. Bunun en büyük nedeni ise yaşadığı gerçekliğin rastgele değişimlere uğraması. Örneğin, bir gün önce mamasını verdiği kedisi Grendel‘in artık bir köpeğe dönüştüğünü fark edebiliyor. Tuhaflıklar bununla da bitmiyor. Yıllardır içinde yaşadığı apartman dairesinin değişmesinden tutun da eve geldiğinde kocası olduğunu iddia eden iş arkadaşıyla karşılaşmasına kadar her türlü ilginçliklerle boğuşmak zorunda. Kirby, tüm bu değişiklikleri aklında tutabilmek ve gelişen yeni duruma göre konum alabilmek için yanında bir günlük taşımaya başlıyor. Bunu yapmak zorunda çünkü deli damgası yemek istemiyor.
Maruz kaldığı bu değişikliklerin sebebini öğrenmemiz biraz zaman alıyor, ancak kimin sorumlu olduğu pek de gizlenmiyor. Kötü adamımız Harper (Jamie Bell), çeşitli zamanlara yolculuk ederek kadınları avlamaktan keyif alan bir zaman yolcusu. Sonunda Kirby, ortaya kendi saldırısı ile bağlantı kurabileceği bir ceset çıktığında, bir zamanların maharetli muhabiri Dan (Wagner Moura) ile güçlerini birleştirmeye karar veriyor. Ancak basit bir soruşturma olarak gördükleri olayın boyutları, çağları aşarak çok uzaklara değin uzanıyor. Harper’ın zaman yolculuğu yapabilmesini sağlayan gizemli yeteneği, tahmin edilebileceği üzere ortaya korkunç derecede karmaşık bir olay örgüsü çıkarıyor. Evet, dizi kesinlikle kafa karıştırıcı, ama zaten amaçlanan da tam olarak bu.
Dizide çoğunlukla Kirby’nin kafasının içindeyiz. Ama zaten Elisabeth Moss’un canlandırdığı istismar edilmiş, intikamcı bir karakterin kafasından daha korkunç ne olabilir ki? Hele de ilk iki bölümü Michelle MacLaren gibi gerilim yaratma konusunda yetenekli bir yönetmen çekmişse! Kirby, Harper’ın gerçekte ne yaptığına dair fikir edinmeye başladıktan sonra bile işin fiziğini ve metafiziğini çözemiyor. Olay örgüsünün karmaşık doğası, çoğunlukla dizideki duygusal tasarımın bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Hatta hikâyenin mana ve değeri, sırtını Kirby’nin bakış açısına dayamış durumda.
Seri katil Harper’ı doğrusal olmayan çizgide hareket ederken görüyoruz. Bu da özellikle kahramanlarımız Kirby ve Dan’in kendilerini yarışın çok gerisinde hissetmelerine neden oluyor. Dizi durgun bir başlangıç yapıyor, ancak olay örgüsü akmaya başladığında gözümüzü ekrandan alamıyoruz. Kısacası Shining Girls, beynini yormaktan hoşlananların mutlaka şans vermesi gereken yapımlardan.