Bilimkurgu geniş kitlelerce sevilen bir tür hâline geldiğinden beri en çok kullanılan konseptlerden biri uzaylılar olmuştur. Uzaylıların Dünya’yı ziyaret etmesi veya insanların bir uzaylı medeniyetiyle karşılaşması her zaman gerek okuyucu gerek izleyici için doyurucu bir hikâye anlatımı ortaya çıkarmıştır. Uzaylı konseptinin kullanıldığı eserlerin bir kısmı uzaylıları kötü ve işgalci varlıklar olarak göstermiş ve genelde insanların kendilerine karşı verdiği savaşı anlatmıştır. Bu eserlerin en önemlilerinden biri olan ve hatta uzaylı işgali konusunun öncülerinden sayılan Dünyalar Savaşı’nda, Marslıların Dünya’ya gelişi ve insanların umutsuzca onlara karşı koyuşu anlatılır.
Bunun yanında yine uzaylı konseptini kullanan bazı eserler de uzaylıları daha akıllı ve anlayışlı türler olarak gösterir. Bu tür bir eserde çoğunlukla uzaylılarla insanlar arasındaki savaş değil, anlaşma çabaları ve farklılıklar işlenir. Bu tür eserler aksiyon unsurunu barındırmazlar, onun yerine tarafların birbirlerini tanıdığı daha entelektüel bir yoldan giderler. Bu eserlerin en önemli unsurlarından bir tanesi de iletişimdir, çünkü bir uzaylıyla konuşamazsanız orada olmasının önemi azalır.
İletişimin kilit noktası ortak noktalardır. Mesela dünyanın farklı bölgelerinden iki insanın bir adaya düşerek mahsur kaldıklarını düşünelim. Birbirlerinin dilleriyle ilgili hiçbir fikirleri olmasa bile bir şekilde anlaşabilirler, çünkü her ikisi de aynı tür canlıdır ve hayatları genel olarak benzer geçmektedir. Mesela her ikisi de yürümektedir, her ikisinin de besin ihtiyacı vardır. Çeşitli el hareketleriyle acıktıklarında veya yürümek istediklerinde bunu karşı tarafa iletebilirler. Bir uzaylıyla iletişim kurmak ise oldukça zordur, çünkü insanlarla ortak noktaları yok denecek kadar az olabilir. Gerek kitaplarda gerekse dizi ve filmlerde uzaylılarla iletişim kurma çabaları farklı şekillerde vücut bulur.
Örneğin “Star Trek” serilerinde bir nevi hile yapılarak “Evrensel Tercüman” adlı bir makine geliştirilir. Bu makine daha önce hiç karşılaşmadığı dilleri bile İngilizceye çevirebilir, bu sayede uzaylılarla konuşmak için kimsenin çaba sarf etmesine gerek kalmaz. “Star Wars” evreninde çoğu kişi İngilizce konuşur. Droidlerin ve bazı garip uzaylıların kendi dilleri vardır elbette ama biz neredeyse hiçbir zaman baş karakterlerin bu dilleri konuştuklarını görmeyiz. “Bu kadar canlı neden aynı dili konuşuyor?” sorusu ise cevapsız kalır. Buna karşın Frank Herbert’ın “Dune” evreninde ve Isaac Asimov’un evreninde (Vakıf, Galaktik İmparatorluk ve Robot serileri) dil meselesi biraz açıklığa kavuşur. Bu evrendeki çeşitli gezegenler, zamanında insanlar tarafından kolonileştirildiği için aynı dili konuşurlar. Uzaylılar olmadığı için dillerini çözmeye de gerek kalmaz.
“Arrival” filminde bir dil bilimcinin “heptapod” adı verilen uzaylıların dilini çözmeye çalışması anlatılır ki bu film birçok kişiye göre bu konudaki en iyi eserlerden biridir. Bu filmde iletişim yine ortak noktalar aracılığıyla sağlanır. Heptapodların dilini anlamak için önce yürümek gibi basit fiiller kullanılır. Bu hareket her iki türün de yaptığı bir şey olduğundan her iki dilde de bu hareket için bir kelime vardır. İşte bu şekilde dil bilimcimiz uzaylıların dilini çözmeyi başarır. Buna rağmen başka bir gezegenden, belki başka bir galaksiden gelen bir akıllı yaşam formuyla insanların ortak noktası çok az olabilir. Bu konudaki ilginç yaklaşımlardan bir tanesi, iletişim formu olarak olmasa da akıllı olmanın göstergesi olarak geometrinin kullanılmasıdır.
Pierre Boulle’nin “Maymunlar Gezegeni” kitabında kahramanımız Ulysee Merou, akıllı maymunlar tarafından akılsız insanlarla birlikte denek olmak üzere esir alınır. Kendisi orada bulunan diğer insanlardan farklı ve akıllı olduğunu bilmesine rağmen bunu maymunlara anlatamaz, kendisinin Fransızca konuşması maymunların gözünde bir hayvan bağrışmasının ötesinde bir anlam taşımaz. Bu durumda maymunlara akıllı olduğunu göstermek için karakterimiz geometriyi kullanır. Bir yüzeye Pisagor Teoremini çizer. Maymunlar önce bunun bir taklit olduğunu düşünseler de sonra karakterimizin daha fazla geometrik teorem çizmesi ve hatta Güneş Sistemi’ni betimlemesi sonucunda karşılaştıkları türün sıradan bir insan değil, akıllı bir yaşam formu olduğunu anlarlar.
Benzer bir denemeyi H. G. Wells’in “Ay’da İlk İnsanlar” kitabında da görüyoruz. Ay’a iniş yapan iki insandan biri olan bilim insanı Cavor, arkadaşı Bedford’a Ay yerleşimcileri olan Selenelilere sıradan hayvanlar olmadıklarını, akıllı bir yaşam formu olduklarını göstermek için geometriyi kullanmayı ve zemine Pisagor teoremini çizmeyi teklif eder, fakat Bedford’un şiddetli davranışları sonucunda bunu yapmaya fırsat bulamaz.
Gerçekten de akıllı bir uzaylı medeniyetle tek ortak noktamız içinde yaşadığımız uzay olabilir, bu yüzden de bu uzayı tanımlayan bilimsel kavramlar değişkenlik göstermeyen unsurlar olarak kendimizi betimlememizi sağlayabilir. Hatta kim bilir, belki bir gün geometri ve fizik kanunlarına dayanan bir dil bile inşa edilebilir. Yine de, o zamana kadar uzaylılar İngilizce konuşmaya devam edecek gibi görünüyor.
Hazırlayan: Can Elbir