Mülksüzler: İkircikli Bir Anarşist Ütopya

Mülksüzler, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden usta yazar Ursula K. Le Guin‘in anıtsal nitelikteki bir bilimkurgu romanı. 1974’te “The Dispossessed: An Ambiguous Utopia” orijinal adıyla yayımlanan eser, Türkçe’ye “Mülksüzler: İkircikli Bir Ütopya” olarak Levent Mollamustafaoğlu tarafından çevrildi. Roman, Urras adlı bir gezegen ile onun kıraç ve çorak uydusu olan Anarres‘te geçmektedir. Aslında Urras ve Anarres, Tau Ceti yıldız sisteminde yer alan ve ikisi de birbirinin uydusu sayılabilecek olan ikiz gezegenlerdir. Anarres, isminin de çağrıştırdığı üzere, yaklaşık 200 yıl önce yapılan bir anlaşmayla gönüllü olarak kendilerini Urras’tan sürgün eden anarşistlerin dünyasıdır. Urras’ı, tüm yozluğu ve eşitsizlikleriyle geride bırakarak Anarres’te yasaksız, sınıfsız ve hiyerarşi barındırmayan bir komünal düzen kurmuşlardır. Yapılan anlaşmaya göre, bu göçten sonra Anarreslilerin Urras gezegenine yerleşmeleri yasaklanmıştır. Anarres’te yürürlükteki tek yasak da budur ve sadece iki gezegeni birbirinden ayıran sınır vazifesi gören ve ticari alışverişi sağlayan uzay limanındaki duvarda “Buradan öteye geçemezsiniz” yazılı uyarı levhası bulunmaktadır.

Urras ise pek çok devlete ayrışmıştır, bunların arasında birbiriyle gezegende nüfuz kurmak için çarpışan iki süper güç ön plana çıkmaktadır: Kapitalist A-Io ve sözde proletarya iktidarına sahip Thu. Romanın yazıldığı soğuk savaş koşulları göz önüne alınacak olursa A-Io’nun ABD’yi ve Thu’nun da SSCB’yi simgelediği açık bir göndermedir. Romanda, Urras’ta yer alan az gelişmiş bir devlet olduğu belirtilen Benbili’de, Thu taraftarlarınca desteklenen bir devrim patlak verir ve A-Io ordusu bu devrimi bastırmak için Benbili’yi işgal eder. Bu olayın ABD’nin 60’larda başlayan ve 70’lerde devam eden Vietnam işgaline bir gönderme olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Ursula K. Le Guin de 2017’de Mülksüzler’in yeni bir baskısı için kaleme aldığı tanıtım yazısında(*) romanının yazılış sürecini anlatırken, o yıllarda artık hiç bitmeyecekmiş gibi duran Vietnam Savaşı’na karşı duruşundan bahsederek, sürekli savaşla ve şiddetle iç içe olan gündemden bir çıkış yolu arayışı esnasında barış temalı eserleri okumaya yöneldiğini ifade etmiştir. Bu yönelişinde yolu Kropotkin ve Paul Goodman gibi şiddet karşıtı anarşist ideologlarla kesiştiğinde, şimdiye dek kimsenin bir anarşist ütopya yazmadığını fark ederek bunu gerçekleştirmek amacıyla Mülksüzler’i kaleme aldığını belirtmektedir.

Anarres ve Urras

Mülksüzler romanının geçtiği kurgusal evrenin bizim gerçek dünyamızda üzerine bastığı sacayaklarını bu şekilde özetleyebiliriz. Romandaki ana olaylara ve bende uyandırdığı düşüncelere geçmeden evvel, biraz da orijinal isminin çağrışımları üzerinde duralım. Orijinal adı “Dispossessed”, İngilizcedeki olumsuzluk ve yoksunluk eki “-Dis” ardından gelen “Possessed” kelimesinden oluşmaktadır. “Possessed” kelimesinin birincil anlamı “Possession” yani “mülk, sahip olunan şeyler” kelimesiyle benzerlik kurarak “Mülk sahibi olanlar” ifadesini karşılamaktadır. Buna “-Dis” eki getirildiğinde, başarılı bir çeviriyle “Mülksüzler” anlamı ortaya çıkmaktadır. Fakat bazı edebiyat yorumcuları, Le Guin’in bu romanında “Possessed” kelimesiyle onun İngilizcedeki diğer anlamına da bir gönderme yapmış olabileceğini düşünmektedirler.

“Possessed” aynı zamanda, “ruhu ve varlığı şeytani bir varlık tarafından ele geçirilmiş” anlamına da gelmektedir. Mülksüzler’de işlenen kapitalizm karşıtlığı ile beraber okunduğunda, “Dispossessed”, “Mülkiyetin şeytani biçimde varlıklarını ve ruhlarını esir etmesinden kurtulmuş olanlar” olarak da pekâlâ anlaşılabilir. Aynı zamanda “Possessed”, Dostoyevski’nin Türkçe’ye “Ecinniler” adıyla çevrilen politik romanının İngilizce konuşulan ülkelerdeki yaygın kullanılan adıdır. Bu hâliyle Mülksüzler’i, Ecinniler romanına karşı Ursula K. Le Guin’in bir selam yollaması, ona verdiği bir cevap olarak da yorumlayan düşüncelerin olduğuna işaret edelim.

13 bölümden oluşan romanda olay örgüsü atlamalı olarak bir Anarres’te bir Urras’ta geçmektedir. Sadece ilk ve sonuncu bölümlerde yazar, olanları bize hem Urras’ta hem de Anarres’te geçtiği hâliyle göstermektedir. Bu biçimsel seçim, oldukça başarılı bir şekilde okuyucuya da adeta iki farklı politik düzenin egemen olduğu gezegenler arasında bir zihin yolculuğu yaptırmaktadır. Zaten romanda da, Le Guin romanlarında sıklıkla kullanılan ana bir tema olarak yolculuk yine esastır. Shevek adlı Anarresli bir fizikçinin Urras’a gidiş süreci ve Urras’ta yaşadıkları, onun gözlemleri üzerinden okuyucuya aktarılmaktadır. Shevek, “Eşzamanlılık İlkesi” adı verilen fiziksel denklemler üzerinde çalışmaktadır. Bu denklemleri başarıyla çözdüğünde, uzayda bir noktadan bir noktaya anlık iletişimi mümkün kılacak bir cihazı icat etmek mümkün olacaktır. Bahsi geçen cihaz, Le Guin’in “Hainli Döngüsü” adı verilen diğer bilimkurgu romanlarından tanıdığımız “Yanıtlayıcı”dır. Yanıtlayıcı sayesinde farklı gezegenlere yayılmış Ekümen Birliği arasındaki iletişim, ışık hızı engeline takılmadan gerçekleşebilmektedir. İşte Mülksüzler, Le Guin’in bu kurgusal evreninde son derece önem arz eden Yanıtlayıcı cihazının icat edilmesini sağlayacak fizik ve matematik denklemlerinin buluş öyküsüdür aynı zamanda.

Shevek, denklemleri üzerinde çalışabilmek için Urras’a gitmek istemektedir. Çünkü, oldukça kısıtlı kaynaklara sahip Anarres’in dayanışmacı toplumunda herkes topluma somut katkı sağlayabilmek için yoğun emek harcamak zorundadır ve bu hayati ihtiyaçlar dururken Shevek’in kendisini günlerce bir odaya kapatarak tek başına teorilere gömülmesi hoş karşılanmamaktadır. Üstelik ihtiyaç duyduğu güncel bilimsel bilgiler için A-Io dilini öğrenmesi ve kendisini destekleyen Anarresli bilim sendikasıyla beraber Urraslı fizikçilerle temas kurması da bu anlamda garip karşılanmaktadır. Shevek, Anarres’te, hiçbir yasağın olmadığı kendi dünyasında boğulacak gibi hissetmektedir. Denklemleri ve çalışmaları, Urras’taki A-Io devletinin ilgisini de çektiğinden, çalışmalarıyla bir ödül de kazandığı Urras’a gitmek için harekete geçer ve böylelikle yaklaşık 200 yıl önceki sürgün göçünden sonra Anarres’ten ayrılan ilk kişi olur. Bu ayrılış elbette, Anarresliler arasında da fikir ayrılıklarına neden olmuştur. Onu, kendi yoldaşlarına ihanet eden, düşman saflarına iltica eden biri olarak görenler olsa da, destekleyenler de mevcuttur. Ne de olsa Anarres bir hapishane değildir, onu orada kimse zorla tutup gitmesine engel olamaz. Fakat yine de sonsuz özgürlüğün, eşitliğin, dayanışmanın ülkesinden uzaklaşıp da yozlaşmanın, barbarlığın, şiddetin hüküm sürdüğü eski diyarlara niçin gittiğini anlamakta zorlanmaktadırlar.

Shevek, Urras’ı aslında kendisine küçüklüğünden beri anlatıldığı gibi bulur. Evet, zengin kaynaklara, verimli bir bitki örtüsüne sahip, güzel bir pakettir Urras, ama bu imkânlarından herkesin yararlanamadığı da açıktır. Zaten Shevek’i Anarres’ten ayrılıp oraya götüren motivasyon da biraz budur. Urras’taki rejimin adaletsiz kıskacında acı çeken türdaşlarına, devrimin kanlı canlı, yaşayan bir örneği olarak kendi varlığını göstermek, devrimin sadece uzak bir hayalden ibaret olmadığını ispatlamak istemektedir. Shevek, 200 yıl önce, kadın önder Odo’nun izinde Anarres’te kurdukları anarşizmin sadece kendileri için olmaması gerektiğini, türdaşlarına ellerini uzatmak zorunda olduklarını düşünmektedir. Urras’ta yerleştiği A-Io’da rejim karşıtı muhalefet grupların aktivitelerine de bu sebeple katılır, sadece Anarres’e sıkışıp kalmış görünen devrimin fitilini Urras’ta da ateşleyebilmek hedefini taşımaya başlar. Katıldığı bir mitingde kitlelere şu sözlerle seslenir:

 “Buradayım, çünkü bende vaadi, iki yüzyıl önce bu kentte ettiğimiz vaadi – yerine getirilen vaadi görüyorsunuz. Vaadi yerine getirdik biz, Anarres’te. Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok. Hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok. Başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız…”

Elbette ki bu mitinge, A-Io rejimi oldukça sert bir biçimde polis güçleriyle müdahale edecektir ve Shevek’in artık geriye, yuvasına, Anarres’e dönmekten başka çaresi kalmamış gözükmektedir. Fakat romanda söylendiği üzere “Gerçek yolculuk, geri dönüştür.” Çünkü ne Shevek Anarres’i bırakıp giden eski Shevek’tir artık, ne de bırakıp gittiği Anarres eski Anarres’tir. Bu yolculuğunun sonunda, Anarres’te nasıl karşılanacağını bilmeden evine, ailesine, yoldaşlarının arasına geri dönmektedir…

Ursula K. Le Guin

Romanda kullanılan “duvar”, kurgunun çatısını oluşturan önemli bir metafordur. Urras ile Anarres arasındaki sınır bölgesini temsil eden duvarın işlevi, ona ne taraftan bakıldığına bağlı olarak değişmektedir. Bir yanıyla “…Duvar yalnızca iniş alanını değil, uzaydan gelen gemileri, o gemilerle gelen insanları, geldikleri dünyaları ve evrenin geri kalan kısmını hapsediyordu. Evreni çevreliyor, Anarres’i dışarıda, özgür bırakıyordu…” -Ama öteki tarafından bakıldığında- “…duvar Anarres’i çevreliyordu: bütün gezegen içerideydi, diğer dünyalardan ve insanlardan yalıtılmış, karantinaya alınmış, dev bir esir kampıydı.”

Şüphesiz ilk akla gelen çağrışım, Soğuk Savaş döneminin simgelerinden Berlin duvarı. Kendisine komünist diyen bir rejimle kapitalist dünya arasında çekilmiş bu duvarın iletişimi engelleyen sanal kopyaları kitlelerin arasında da mevcuttu. Le Guin’in romanına alt başlık olarak “İkircikli bir ütopya” demeyi seçmesi de burada anlam kazanıyor. Kendisini dış dünyadan izole etmiş, iletişim kanallarını kapatmış bir ütopya ne kadar ütopya olabilir? O duvarın arkasında, aynı ütopyayı düşleyen yığınlar mevcutken, duvarların içinde ne kadar özgür olunabilir? 20. Yüzyıl reel sosyalizm pratikleri de zaten, bu “duvarcı” anlayış yüzünden çökmedi mi? Sınırları içinde tek ülkede sosyalizmi, yani kendi ütopyalarını kurabileceklerini ve hatta kurduklarını dile getirenlerin düzeni bu sebeple yozlaşıp birer tiranlığa dönüşmedi mi? Devrim, tek bir ülkeye hapsolamaz, tüm dünyaya yayılması gerekir, yayılma iradesi göstermediği yerde kokuşma ve çürüme başlar. Uzak bir gelecekte, başka gezegenlere yerleşim mümkün olduğunda, bu sefer de tek bir gezegene sıkışıp kalmak yerine yıldız sistemlerine yayılarak ayakta kalabilir. Ancak ve ancak, sömürü üzerine kurulu kapitalizm her bir Urras’ta yok edildiğinde bütün uzay bir Anarres’e dönüşebilir. Hiçbir duvarın olmadığı, gerçekten sınırsız ve yasaksız bir özgürlükler evrenine yani…

Mülksüzler, tekrar ve tekrar okunmayı hak eden, ve her okunduğunda fikirleri ateşleyen, canlılığını yitirmeyen bir politik bilimkurgu eseri. Onu kendi Urras’ında veya Anarres’inde yaşayan herkes okumalı. Yazımı bitirirken, artık bizimle aynı evreni paylaşmayan Ursula K. Le Guin’in kalemini öpüyor, ebedi istirahatgâhı yıldızlara selam göndermek istiyorum.

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

spekulatif edebiyat sanat

Yabancılaştırma Sanatçısı Olarak Spekülatif Yazar #2

“Edebiyat olanaksızlaştığı ölçüde olanaklı hale gelir.” Fantastik – Tzvetan Todorov Aristo’nun Poetikası asırlardır kıymetini muhafaza …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et