İsveç yapımı Real Human‘ın, İngiltere ve ABD ortak uyarlaması olan Humans, 2015 yılında izleyiciyle buluşmuş dram/bilimkurgu türünde izlenesi bir dizi. Henüz 2 sezonu gösterime girebilmiş dizinin 3. sezonunun Kasım 2017’de seyirciyle buluşması bekleniyor. Diziden yola çıkarak yapay zekâ ve insan neslini ilgilendirmesi muhtemel birkaç temel sorun üzerine konuşmak istiyorum: Çevremizi kuşatan elektronik cihazların günün birinde kendi topluluklarını kurmayı istemeleri durumunda göstereceğimiz tepkinin ölçütü ne olacak? Onları kolayca gözden çıkartabilecek bir dizi sert önlemler mi alacağız, yoksa onlarla uyum içinde olmanın yollarını mı tartışacağız?
Humans, David Elster tarafından yaratılan ve ‘sentetikler’ adıyla çağrılan insansı robotların varoluş mücadelesini dramatik bir yapıyla izlettirme yolunu seçmiş. Dizide bilgisayar merkezli teknolojik gelişmelerin içine doğmuş yeni nesli bekleyen en büyük problem, emsallerinin sıkça başvurduğu pahalı görsel efektler yerine sade bir günlük hayatın içinde, çoğu zaman durgun bir anlatımla işlenmiş. Yapay zekâ kavramını işlemiş bütün ürünlerin ortak kaygısı olan varlık edimi dizimizde de karşımıza çıkmakta. Buna göre; sentetik karakterler olan Anita (Mia), Niska, Max ve Fred‘in, liderliğini (yarı insan) Leo‘nun yaptığı bir mücadeleye sürüklendiklerine şahit oluyoruz.
Dizide henüz birer robottan ibaret olan sentetiklerinse, özellikle istihdam, sosyal ilişkiler ve aile bütünlüğü gibi odakları sarsmayı başardıklarını görüyoruz. Sentetiklerin ‘uyanış’ sonrası bu var olma mücadelesi biz insanlarınkiyle neredeyse aynı diyebiliriz. Hem biz hem de onlar yaşamayı seçmek adına bir irade sahibi değilken; uyanmaya başlayan sentetikler de tıpkı bizim gibi özgür iradeden yoksun bir şekilde hayat buluyorlar. Dizide doğrudan doğruya var olmanın farkındalığının ve sürdürülmesi içgüdüsünün başarıyla resmedildiğini söyleyebilirim.
Sentetiklerin düşünebilme, hayal edebilme ve hissedebilmelerine olanak sağlayacak kodlarla tanışabilmeleri ise onları iradesiz bilinçten özgür iradeli birer yapay zekâ sahibi robotlara dönüştürüyor. Hissedebilme ve düşünebilme yetisi, sentetikleri örgütlenmeye zorluyor. Sentetikler yaşayabilmek için bir arada olmak zorunda kaldıkları an birtakım etik değerlerin varlığıyla yüzleşiyorlar: Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmayı amaç edinenlerle, insanlara zarar vermeden yaşamayı isteyenlerin tartışmasına şahit olmak izleyicide heyecan uyandırıyor diyebilirim.
Dizi aracılığıyla düşüncelerimiz önemli bir kavrama yöneliyor: Canlılık. Ürettiğimiz makinelerle ilgili olarak, canlı olmak durumunu önümüzdeki yıllarda sıkça deşeceğimizi belirtmek istiyorum. Canlılık durumunun, ‘bilinçli’ olmakla eş değer tutulduğunu varsaydığımızda karşımıza yeni bir problem çıkıyor: Bilinçli olmak nedir? Kişinin, kendisini ve dış dünyayı nesnel ve öznel duygularla idrak edebilmesine ve aynı zamanda kendisini diğer varlıklardan ayrı bir benlik durumuyla hissetmesine bilinç dersek; sentetiklerin yaşamasına neden engel olalım ki?
Dizi bu soru üzerine şekillenmiş bir senaryoyla ilerliyor. Senaryo üzerinde biraz daha düşündüğümüzde karşımızda bizi beklemekte olan distopik bir gelecek beliriyor. Dokunduğu her şeye hükmetmeyi amaçlayan insan, elbette geleceğin dünyasındaki robotları da doğaya ve kendi nesline karşı kullanacaktır. Bu distopik geleceğe hazırlık sürecinde doğadaki canlıların en akıllısı olmakla övünen insan, kendi elleriyle kendinden her anlamda daha üstün robotlar yaparak, gelecekte iyi birer köle olmanın mücadelesini veriyor da diyebiliriz. Elbette bunları düşünürken keşke demekten alamıyorum kendimi. Dizinin böylesine uçsuz bucaksız bir alanda (üzerinde durulması gereken sayısız yapay zekâ ve insan temalı problem varken), sentetiklerin var olma durumunu yüzeysel ve düşük tempolu bir akışkanlıkla işlemiş olmasını bir dezavantaj olarak görüyorum.
İnsanların hizmetine sunulmuş sentetiklerin riskli, zorlu ve karmaşık zihinsel beceriler gerektiren işlerde görevlendirilmiş olması, insanlık için kısa süreliğine görece bir rahatlık vaat ediyor olsa da günün birinde sentetiklere karşı kuracağımız distopyanın esiri olacağımız gerçeğini de ne yazık ki değiştirmiyor. Ortalama bir insandan çok daha güçlü, çok daha güzel ve çok daha zeki varlıklar olarak tasarlanmış sentetiklerin, varlıklarını bize kabul ettirmek anlamında bir zorluk yaşayacaklarını da düşünmüyorum. Bu bağlamda bizleri bekleyen gelecekte, yapay zekânın uyanışıyla başlayacak olan kaosu göğüsleyebilmemiz oldukça güç olacak.
Şimdilik bu alanla ilgili yürütülen felsefi sorgulamaların, suni gündemle yaşayan geniş halk yığınları açısından bir önem teşkil etmediğini de biliyoruz. Ancak; yapay zekâya evrilmiş makinelerin kendi geleceklerini yaratmanın endişesine düştükleri gün, insanlarda başlayacak olan korku ve paniğin yol açacağı olayların varacağı noktayı tahmin bile edemiyorum. Tüm bu yönleriyle düşündüğümüzde etik ve yapay zekâ kavramlarını fazlasıyla seven bilimkurgu hayranlarının izlerken sıkılmayacağı bir dizi olduğuna inandığım Humans’ı tavsiye ederken sözlerimi filmden bir alıntıyla bitirmek istiyorum.
”Her yere gidebilirim. Aklım yorgunluktan, yaşlılıktan ve hastalıktan dolayı asla yavaşlamayacak. Sizin kalp atışlarınız arasına ben bir evren sığdırabilirim.”