Bilimkurgunun paranoyak dâhilerinden Philip K. Dick’in 1968’de yayımlanan “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” (Do Androids Dream of Electric Sheep) adlı romanı için, çağdaş bilimkurgu edebiyatının en önemli eserlerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kitabın Türkçede Kavram Yayınları’nın artık ancak sahaflarda bulunabilen eski ve 6:45 Yayınları’nın güncel olmak üzere iki çevirisi mevcut. Güncel sürümde yoğun olarak eleştirilen çeviri hatalarından ötürü Kavram Yayınları baskısının ya da dil engeli olmayanlar için bu klasik eserin orijinal İngilizcesinden okunmasını kişisel olarak tavsiye edebilirim.
Öykülerinde ve romanlarında sıklıkla gerçekliğin gerçekliği veya sahteliği, insan olmanın anlamı gibi ontolojik ve varoluşsal felsefi sorunları işleyen PKD, “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?”de bu anlamda çıtayı zirveye yerleştiriyor. PKD, insanların ve hayvanların kimi zaman orijinallerinden daha üstün mekanik simülakralarının (kopya) gerçekliğin yanılsamaları olarak şekillendiği daha önceki öykülerinde yer verdiği temaları bu eserinde bir adım öteye taşıyor. “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?”, 1982’de Ridley Scott tarafından “Blade Runner” olarak filme uyarlanmış efsanevi hâliyle daha geniş kitleler tarafından tanınmış olsa da, roman ve film arasında bazı temel farklılıklar mevcut olduğunu dile getirmeliyiz. Bu farklardan ilerleyen paragraflarda bahsedeceğim.
Terminus Dünya Savaşı Sonrası Geleceğin Dünyası
Romanda android hayvanlar, insanların vicdan azaplarını hafifletmek ve kendilerini iyi hissetmeleri için türlerinin nadirliğine bağlı çeşitli fiyatlarda satılmaktadır. Çünkü gerçek hayvanların neredeyse tamamı, 2021’de “Terminus Dünya Savaşı” adı verilen nükleer savaşta yok olmuş ve soyları tükenmiştir. Romanın ilk baskılarında savaşın tarihi olarak 1992 verilmiş olsa da sonraki baskılarında 2021 olarak değiştirilmiştir. 1992’nin, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ve bütün bir 20. Yüzyıl tarihini şekillendiren Soğuk Savaş’ın hemen ertesine denk gelmesi ironik bir tesadüftür. Dünyanın kirlenen ekolojisi ve zehirli atmosferi, Birleşmiş Milletler’i “dünya dışı kolonilere” toplu göçleri teşvik etmeye yöneltmiştir. Böylelikle insanlığın genetik bütünlüğü koruma altına alınacaktır. Dünya dışı kolonilere göç etmeyi kabul eden insanlara ödül olarak hizmetlerinde kullanacakları ücretsiz kişisel androidler verilmektedir. Gerçek hayvanlara sahip olmak, bu distopik gelecekte bir statü sembolüdür. Gerçek hayvanların ekonomik bedelini karşılayamayacak derecede fakir olanlar ise hayvanların mekanik kopyalarıyla idare etmek zorundadır.
Kendisi de siyah yüzlü mekanik bir koyun sahibi olan romanın başkahramanı Rick Deckard’ın mesleği de gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede insan kopyalarına benzeyen –ya da benzemenin de ötesinde bir iç gerçekliğe ve belki insani duygulara sahip olan- yasadışı androidleri avlamak, böylelikle onları “emekli etmek”tir. Romandaki olay örgüsünü oluşturan ana aksiyon, Rosen Şirketi’ne ait kaçak altı adet Nexus-6 model androidi yakalama görevinin Deckard’a verilmesiyle hızlanır. Deckard, bu son işten kazanacağı parayla, elektrikli koyunu yerine yaşayan, canlı ve “gerçek” bir koyun almayı hayal ederek görevi üstlenir. Zaten mesleğinde en iyilerinden biridir, bu işin zor olmayacağını düşünmektedir. Fakat bu son görevini yürütürken karşısına çıkan insanlar ve androidler, Deckard’ın kendisi dâhil olmak üzere kimin gerçekte daha insan veya kimin aslında bir android kadar “soğukkanlı” olduğu konusunda şüpheye kapılmasına yol açacaktır.
Sanal Gerçeklik Dini: Merserizm
PKD’nin diğer eserlerinde alt metin olarak dine yapılan göndermelere bu romanda da rastlıyoruz. Bu karanlık gelecek dünyasında yaşanan toplu katliamlar sonucunda, insanlar arasında empatiye duyulan ihtiyacın artmasıyla “Mercerism” (Merserizm) olarak adlandırılan yeni bir teknoloji-merkezli din de ortaya çıkmıştır. Merserizm’e inananlar, empati kutuları aracılığıyla komünal olarak eş zamanlı acı çektikleri kolektif bir sanal gerçekliğe bağlanmaktadırlar. Bu birleşme bir nevi toplu “yas tutma orgazmıdır.” Kimi eleştirmenlere göre, PKD’nin bahsettiği “empati kutuları”, günümüzde içinde yaşadığımız sosyal medya sanal gerçekliğinin kehanetvari bir öngörüsüdür. Her gün bağlandığımız sosyal medyada gördüğümüz üzerinde oynanmış görüntüler, sahte yansıma hayatlar ve “beğen tuşu” ile arkadaşlarımızla ortak bir duygu okyanusunda yüzüyor gibi hissederiz. Sibernetik çağın bu yeni inancı Merserizmin temelinde, ağır taşlarla recmedilmesine rağmen en sonunda bir tepeye tırmanmayı başaran Wilbur Mercer adlı şehitvari bir karakter bulunmaktadır.
İnsanlar empati kutularına bağlı olduklarında Mercer’e atılan taşların acısını bire bir hissetmektedirler. Deckard, roman boyunca yasadışı androidleri avlama görevini yerine getirirken karşılaştığı çeşitli sahneler sayesinde, toplumun yeni kurtarıcısı olarak ortaya çıkan bu Mesiyanik karakterin de sanal ve sahte olabileceğinin farkına varır. Bu yeni bilgiyle etrafına baktığında tabiattaki ve toplumdaki çürümenin de kendi durumunun aynadaki bir yansıması olduğunu anlar. Romanda bahsedilen ilginç cihazlardan bir başkası da “penfield ruh durumu orgları” (penfield mood organs)‘dır. Bu cihaz, kitapta PKD’nin diğer öykülerinde yer verdiği zihin değiştirici narkotik ilaçların oynadığına benzer bir rol üstlenmiştir. Cihazın sahip olduğu teknoloji sayesinde yakınındaki insanlar arzu ettikleri haleti ruhiye içine girebilmektedir. Örneğin “ne oynuyor olursa olsun TV izleme ihtiyacı” hissiyatı gibi. Romanın ilk bölümünde, Deckard’ı ve karısı Iran’ı güne hangi ruh durumuyla başlamak üzere tartışmaktadır. En sonunda Iran, neredeyse terk edilmiş bu yaşadıkları apartman binasındaki yalnızlığıyla baş edebilmek için altı saat boyunca “varoluş kaygısı” hissettmek üzere cihazı ayarlamaya karar verdiğini açıklar.
Film ve Roman Arasındaki Temel Farklar
PKD’nin “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” romanı ve Ridlet Scott’ın bu romandan uyarladığı “Blade Runner” (Bıçak Sırtı) filmi arasındaki herhalde en önemli fark, bazı kült kelimelerin romanda hiç geçmemesi. Bunların başında “blade runner” tabiri geliyor. Filmin adı, William S. Burroughs’ın 1979 tarihli bir novellasından esinlenilmiş. Filmdeki meşhur “replikant” terimi de romanda mevcut değil. Bu hoş kelime, senarist David Peoples’a ait. “Replikant” yerine romanda androidler için “andies” kullanılıyor ki, bunun Türkçedeki karşılığı olarak merhamet hissi veren “-cik” ekiyle beraber “androidcikler”in kısaltması olarak düşünmek mümkün. Terimler dışında, romanın ve filmin geçtiği ana mekân şehirler de farklı. Film, geleceğin kalabalık Los Angeles kentinde geçerken, romandaki olaylar ise neredeyse terk edilmiş San Francisco kentinde yaşanmakta.Romanda, yaşanan Terminus Dünya Savaşı sonrasında bütün gezegeni kaplayan nükleer serpinti, bazı insanların fiziksel ve zihinsel açıdan hasarlı, zekâ düzeylerinin normalin altında olmasına yol açmıştır. Bu engelli insanlardan romanda “tavuk kafalı” diye bahsedilmektedir ve romandaki ambulans şoförü karakter J.R.Isidore böyle biridir. Filmde bu karakterin karşılığı olarak J.R.Sebastian’ı görürüz ama Isidore’un aksine Sebastian olağanüstü yetenekli, dâhi derecesinde bir mucittir.
Filmde, romandaki “empati kutuları” ve “ruh durumu orgları” da yer almamaktadır. PKD’nin romanında empati, insanların sahip olduğu ve onları androidlerden ayıran en önemli fark iken Ridley Scott’ın filminde duyguları olan, sevebilen, suçluluk hisseden ve korkan karakterler androidlerdir. Filmin ve romanın arasındaki en önemli ayrılığın, empati duygusunun bu işleniş farkı olduğu söylenebilir. Romana göre, androidler kalpsiz oldukları için birbirleri hakkında asla empati hissetmez, bencildir ve diğer canlılara ne olduğuyla ilgilenmez. Bunu, romanda bir grup androidin bir örümceğe işkence ettiği ama Isidore’un buna karşı çıktığı bölümden anlarız. Ve filmde, Rosen Şirketi’ne ait efsanevi kadın android karakter Rachael, Deckard’a aşıkken, romanda Deckard’ın evcil hayvanını öldürecek derecede soğuk ve kalpsizdir. Rick Dekard ana karakterinin bir insan mı yoksa android olduğunun cevabı romanda açıkça verilmesine rağmen, filmde bu konu muğlak bırakılmış ve zaman zaman her iki olasılığın savunucuları arasında tartışmalara sebep olmuştur. Romandaki cevabı, kitabı henüz okumamış olanlar için sürprizi bozmamak adına açıklamayayım.
Romanın Devam Serileri
“Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” romanının film uyarlaması “Blade Runner”ın büyük başarısından sonra, PKD’nin arkadaşı K. W. Jeter tarafından film ve roman arasındaki farkları uzlaştırmaya çalışan üç devam kitabı yayımlanmıştır. Bunlar:
- Blade Runner 2: The Edge of Human (İnsanın Sınırı), 1995.
- Blade Runner 3: The Replicant Night (Replikantların Gecesi), 1996.
- Blade Runner 4: Eye and Talon (Göz ve Pençe), 2000.
Androidleşen İnsan
Philip K. Dick, 1972 tarihli Columbia Üniversitesi’nde “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” romanı hakkındaki meşhur söyleşisinde, kendisine sorulan “Android nedir?” sorusuna şöyle cevap vermişti:
“Android derken, bir insanın kendisinin sadece bir araca indirgenmesine izin verdiği durumu kast ediyorum. Kendi rızası söz konusu olmadan manipüle edildiği, boyun eğdirildiği her durum bunun içine girecektir. Fakat, eline her fırsat geçtiğinde içinde yaşamak zorunda kaldığı kuralları çiğnemek yönünde arzu duyan ve direnç gösteren bir insanı androide dönüştüremezsiniz. Androidleşme, koşulsuz itaati gerektirir. Ve her şeyin başında, tahmin edilebilirliği. Ne zaman ki uygarlığımız insanların verili herhangi bir durumdaki toplu tepkilerini bilimsel bir kesinlikle tahmin edebilir aşamaya gelir, işte o zaman android yaşam formlarının piyasaya sürülmesi için uygun koşullar meydana gelmiş demektir.”
Hiç şüphe yok ki, geleceğin büyük kavgası androidleşmiş insanlar ile androidleşmeye direnen insanların mücadelesi üzerinde şekillenecek. Jill Galman’ın tanımına göre “sibernetik çağın bildungsromanı” olan “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?”nin, gelecekteki bu mücadelede android olmak istemeyen insanlara derin bir iç kavrayış ve rehber olabilecek bir anlatı olduğunu söyleyebilirim.
Yararlanılan Kaynaklar: