“21. Yüzyıl’ın başlarında Tyrell Şirketi, robot evrimini Nexus aşamasına ulaştırmıştı. Bu robotlar neredeyse insana özdeşti ve kopya olarak biliniyorlardı. Nexus 6’lar, güç ve çeviklik bakımından, onları yaratan genetik mühendislerinden üstün ve en az onlar kadar zekiydiler. Kopyalar, Dünya dışında diğer gezegenlerin tehlikelerle dolu keşif ve kolonileştirilme sürecinde köle olarak kullanılıyorlardı. Bir kolonide çıkan isyanın ardından kopyalar, Dünya’da yasa dışı ilan edilerek infazlarına karar verildi. Keskin Nişancı Birimleri adlı özel polis ekipleri, Dünya sınırlarına giren bütün kopyaları öldürmekle görevlendirildi. Buna ise infaz değil; “emekliye ayırma” deniyordu.”
Ölümsüz bilimkurgu yazarı Philip K. Dick‘in Do Androids Dream of Electric Sheep? (Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?) adlı hikayesinden uyarlanan Blade Runner, bu yazılarla başlar ve konusu hakkında bilgi verir. Başrolde oynayan Harrison Ford, söz konusu kopyaları öldürmekle görevli olan polisi canlandırır. Bu bilgi verici yazılardan sonra karşımıza karamsar bir gelecek görüntüsü çıkar. Mekan 2019’un Los Angeles’ıdır. Daha bu ilk sahne filmin dönüm noktası ve sinema tarihinin önemli bir anıdır. Filmin konusunun geçtiği şehri yukarıdan görürüz ve sanki sonu yok gibidir. Kirli, karamsar, kimi binaların tepesinden alevler yükselmekte ve buna uygun olarak karanlık bir Dünya resmedilmektedir (Filmde son sahne dışında gündüz geçen tek bir an bile yoktur). İşte tam o anda hiç kırpılmayan bir göz belirir. Yansımadan anladığımız kadarıyla şehre bakmaktadır. Bakan kişinin kim olduğunu bilemeyiz. Sahne, aslında yoruma açık olduğu gibi, birçok okumaya da müsaittir. İnsanın kendi varoluşuna bakışı ve kırpılmayan gözdeki ima, insanın artık tanrıyı oynamasıdır. Diğer ifadeyle tanrısal bir bakış söz konusudur.
Filmde dedektif Rick Deckard, kara filmlerde görmeye alıştığımız üzere yalnız bir kişiliktir ve şehre gelen 6 kopyanın peşindedir. Bu kopyaların yaratıcısıyla da tanışacaktır. Bu noktada, sinema tarihinin en fazla tartışma konusu haline gelmiş bir sorunsalla karşılaşırız: Acaba Deckard da bir kopya mıdır? Filmin daha sonra çıkan yönetmenin kurgusu versiyonunda bu konuda ipuçları verilmiş ve hatta yönetmen Ridley Skott bir açıklamasında Decard’ın da bir kopya olduğunu belirtmişse de tartışmalar durulmamıştır.
Filmin bir diğer önemli karakteri ise, Rutger Hauer tarafından canlandırılan Roy karakteridir. Roy bir kopya olmasına rağmen yaşamak ve var olmak istemektedir. Kendi gerçekliğinin farkında olduğu gibi, sürekli sorgulamaktadır da. O yüzden kendi yaratıcısını bulur. Fakat kendisine kısa bir yaşam süresi verildiğini öğrenerek yaratıcısını (tanrısını) öldürür.
Filmin son dönüm noktası Deckard ile Roy’un karşılaşmasıdır. Deckard, Roy’u yok etmek ister fakat Roy onun hayatını kurtarır. Roy, Deckart’a insanoğlunun görmediği şeyler yaşadığından bahseder ve elinde de beyaz bir güvercin tutmaktadır. Roy artık yaşama saygı duymaktadır ve varoluşunun farkındadır. Hatta filmin sonunda ulaştığı nokta, nereden gelip nereye gittiğinden çok; yaşadığı hayatı anlamış olmasının bir yansıması gibidir.
Film, varoluşu sorgulaması ve betimlediği gelecek tasviriyle öne çıkar. Film boyunca ortamlar kasvetli, karanlık ve yağmurludur. Şehre bir karmaşa hakimdir. Ama açıkça gösterilmese de şehirde bir otoritenin varlığı hissedilmektedir. İnsanlar sistemin bir parçası olmuşlardır. İçerdiği anti kahramanlarıyla da güçlü bir kara filmdir. Kurgusal anlamda düz ilerleyen bir yapıda olmasına karşın, anlatım olarak klasik yapıya daha çok uyar. Ayrıca Blade Runner, bilimkurgu sinemasındaki “Siberpunk” türünün ilk ciddi örneğidir. Yüzlerce metrelik binalar, uçan arabalar, androidler ve anti-ütopya.
Yönetmen Ridley Scott’un bundan önceki başyapıtı Alien ile beraber 3. filmidir. Arka arkaya iki başyapıt verebilmiş ve gerek görsellik gerekse yönetmenlik anlamında sinemayı ciddi anlamda değiştirmiştir. Reklamcılık sektöründen geldiği için olsa gerek ki filmlerinde görsellik ön plana çıkmaktadır. Halen başarılı filmler çekmeye devam etse de, bu iki filmin düzeyini aşan başka örnekler verememiştir. Görsel yönünün öne çıkmasındaki en büyük etken ise, Scott’un görmeyi seven bir yönetmen olmasında yatmaktadır. Hatta filmin ilk sahnesindeki göz sanki onun gözüdür. Belli anları sadece görüntülerle anlatmayı sever.
Film müzikal anlamda da yenilikçidir. Müzikler Vangelis’e aittir. Filmin açılışında yer alan göz sahnesindeki beste vurucudur ve sahneye ayrı bir anlam verir. Filmin müzikleri için halen zamanın ötesinde demek mümkün.
Kısacası Blade Runner, içerdiği varoluşçu yaklaşımı ve yarattığı dünya ile günümüz sinemasını etkilemiş bir başyapıt olarak tarihe geçmiştir.