sigourney weaver

Bilimkurgunun First Lady’si: Sigourney Weaver

Sigourney Weaver, profesyonel oyunculuk kariyerine 70’lerin başında başladı ve tarihteki en büyük bilimkurgu filmlerinden birinde sergilediği performansla yıldızlığa yükseldi. Ridley Scott‘ın yönettiği 1979 yapımı Alien, gösterimde olduğu dönem gişe rekorları kırdı ve zamanla da ününü pekiştirip mükemmel bir bilimkurgu-korku klasiği haline geldi. Bilinmeyene duyulan korkuyu işleyen yapım, izleyicisini uzayın derinliklerinde gizlenmiş acımasız yaratıklarla tanıştırdı.

Neyse ki Weaver için Alien erken dönem filmlerinden biriydi. O kadar başarılı oldu ki, Ellen Ripley rolüyle izleyicinin hafızasına kazındı. Sonrasında Alien, Sigourney Weaver karakterini merkezine oturtan büyük bir bilimkurgu serisi haline geldi. Hatta canlandırdığı karakter, güçlü kadın tiplemesinin sinemadaki öncül ve başarılı örnekleri arasında gösterilerek tarihe geçti. Ripley’in çekiciliği cesaretinden, kararlılığından ve gerçekçi tavrından kaynaklanıyordu. Yetenekli ve korkusuzdu. Zaten sonunda da kurtarılmayı bekleyen değil, tek kurtulan kişi oluyordu.

Weaver’ın bir sonraki büyük rolü 1984’te Ghostbusters‘la geldi. Filmde ekipten yardım isteyen Dana adındaki başı dertte genç bir kadını oynadı. Paranormal araştırmacılara dönüşen bir grup bilim insanının maceralarını anlatan bu bilimkurgu komedisi büyük finansal başarı elde etti. Yönetmen koltuğunda Ivan Reitman‘ı gördüğümüz film, zamanla ikonlaştı ve en popüler Amerikan bilimkurgu komedilerinden biri olarak kabul gördü. Başlangıçta kurban rolünde gördüğümüz karakter, bedeni iblis tarafından ele geçirilince düşmana dönüşüyordu.

Ghostbusters sayesinde Weaver, Alien’da canlandırdığı ve kariyeri boyunca üstüne yapışabilecek kahraman tiplemesinin sınırlarını yıkarak oynayabileceği rol yelpazesinin genişliğini gösterdi. İki filmde de başarıyla sergilediği oyunculuğu, her rolün altından kalkabileceğini kanıtlar nitelikteydi. Alien ve Ghostbusters, 80’lerin en büyük bilimkurgu filmleri arasına girdi ve gişede de büyük başarı elde etti. Böylelikle Sigourney yalnızca izleyicinin değil, yönetmenlerin de takdirini topladı.

Sigourney, 1986’da Alien’ın devam filmi Aliens ve 1989’da Ghostbusters II‘de de başrolü oynayarak 80’lere damgasını vurmaya devam etti. 90’larda da bilimkurgu türünün önemli aktrislerinden biri olarak kendini kabul ettirdi. Bugün hâlâ popülaritesinden bir şey kaybetmemiş olan Alien ve Ghostbusters filmleri, kimileri için kariyerinin zirvesi olabilecekken Weaver’ın başarısı bu kadarla sınırlı kalmadı.

1992’de Alien 3‘ün piyasaya sürülmesinin ardından, Ellen Ripley ölse de -ya da biz öyle sansak da- Weaver’ın karakteriyle bağlantısı kopmadı. 1997’de Alien hikayesinin dördüncü bölümü Alien: Resurrection adıyla yayımlandı. Weaver bu filmde Ellen Ripley’in bir klonuna hayat verdi. Ardından 1999’da eğlenceli bir bilimkurgu filmi olan Galaxy Quest geldi. Ayrıca 2008 yılında gösterime giren unutulmaz animasyon filmi Wall-E’de duyduğumuz uzay gemisinin sesi kendisine aitti.

Kahramanlık, korku ya da mizah olsun, bilimkurgu türünde yapılabilecek her şeyi yaptığı düşünülürken, Weaver tüm zamanların en çok hasılat getiren filminde, James Cameron’un Avatar‘ında rol aldı. Weaver filmde, Avatar programının başındaki isim olan Dr. Grace Augustine‘i canlandırdı. Avatar programı, Pandora ve onun yerli halkı Na’viler hakkında daha fazla bilgi sahibi olunabilmesi için başlatılmıştı. James Cameron’un film üzerindeki çalışması on yıldan fazla sürdü. Sonuç olarak bu, dünyanın daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu.

Çarpıcı görsel efektler ve bilgisayarda oluşturulan görüntüler, Pandora’yı ve onun biyolojik çeşitliliğini gerçek gibi hissettirecek şekilde seyirciye aktardı. Bu oldukça etkileyiciydi. Yaklaşık üç saat sürmesine rağmen, film izleyicinin ilgi ve dikkatini diri tutmayı bildi. Kariyerinin geç döneminde olsa bile, Weaver tüm zamanların en önemli bilimkurgu filmlerinden birinde yer alarak hâlâ türün First Lady’si olduğunu gösterdi.

2010’lardan itibaren Hollywood’un yükselen yönetmenlerinden Neill Blomkamp ile çeşitli projelerde yer alarak bilimkurgudan hiç kopmadı. Bu projelerden ilki 2015 yılında gösterime giren Chappie‘ydi. Weaver filmde, bir teknoloji şirketinin çıkarcı ve hırslı yöneticisi Michelle Bradley rolündeydi. District 9 ve Elysium filmleriyle dikkat çeken Blomkamp, bu üçüncü sıçrama denemesinde görünüşte robot bile olsa bilince ve düşünme yetisine sahip olmayı başarabilenlerin yanında durduğunu haykırıyordu.

Blomkamp’ın hem Hollywood’dan bağımsızlaşabilmek hem de kökenlerine dönebilmek amacıyla kurduğu Oast Studios, birbiri ardına yayımladığı kısa filmlerle dikkatleri üzerine çekti. Bu kısa filmlerden biri de Rakka‘ydı. 2017 tarihli yapım, kendilerine has teknolojileriyle çıkıp gelen uzaylıların kapsamlı işgal ve soykırım politikasını gözler önüne seriyordu. Filmde Jasper adlı bir direnişçiyi canlandıran Weaver, Alien’daki Ripley karakterine benzer bir rolle tekrar karşımıza çıkıyordu.

Avatar’ın devam filmlerinde de yer alacağı düşünülen ünlü oyuncu, uzun ve başarılı kariyeri boyunca üç kez Akademi Ödülü’ne aday gösterildi ve gelecek projelere bakılırsa, “Bilimkurgunun First Lady’si” ünvanından vazgeçeceğe de benzemiyor.

Yararlanılan Kaynaklar:

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

battlestar galactica

Battlestar Galactica’nın Bilimkurguda Bıraktığı Derin İzler

Battlestar Galactica, kendi yarattığı robotlar tarafından soykırıma uğrayıp kaçak durumuna düşen bir grup insanın hikâyesi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et