Güneş, yüksek binaların tepesinden belli belirsiz doğmak üzereydi. Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını düşündü. Kendi kendisine amaçsızca bir küfür savurdu ve söylenmeye başladı.
“Böyle olmamalıydı, bunu istememiştim. hay lanet olsun böyle hayata da, böyle düzene de, böyle…”
Şükürmat makinesi belli belirsiz tısladı.
“Uyarı. Memnuniyetsizlik sezildi. Uyarı. Lütfen düşünce şeklinizi değiştirmek için çaba gösterin. Uyarı. Bugün için üç saatlik arınma programında görevlendirildiniz. Uyarı. Bugün için üç saatlik arınma programında görevlendirildiniz…”
“Başlarım açacağınız çakralara da, arınmanıza da! Yeter be! Medeniyetiniz batsın sizin!”
Mutfak robotuna benzeyen makine son yirmi yıldır hayatına dâhil olmuştu. Devrimden sonra evlere yerleştirilen bu makineler ile uyumsuzların tespit edilmesi amaçlanıyordu. Böylece sistemin işleyişini aksatacak toplumsal olayların önüne geçilmişti. Artık insanlar azıcık bile olsa öfkelense ya da mutsuzluk yaşasa derhâl sistem tarafından terapi sürecine dâhil ediliyordu. Makine aynı olağan temposuyla yeniden konuştu.
“Uyarı. Çok fazla gerginlik tespit edildi. Uyarı. Çok fazla enerji kirliliği tespit edildi. Uyarı. Önceki emir iptal edildi. Uyarı. Bir saat içinde Çakra Açma, Dengeleme ve Arınma Merkezine teslim olmalısınız! Uyarı. Bir saat içinde Çakra Açma, Dengeleme ve Arınma Merkezi’ne teslim olmalısınız. Uyarı. Bir saat içinde Çakra…”
Şükürmat, son cümlesini durmaksızın tekrar ediyordu. Akbar daha fazla dayanamadı ve makineyi alıp tüm gücüyle yere çarptı. Paramparça olan makine belli belirsiz söylenmeye, cızırdamaya devam ediyordu. Akbar’ın öfkesi dinmemişti. Makineye ait parçaları tekmelemeye, bazılarının üzerinde tepinmeye devam etti. Yaşadığı öfke patlaması, odayı dolduran bir sesle sona erdi.
“Selam olsun birbirini kutsal öpüşle karşılayanlara.”
Kül renginde, tüysüz sfenks cinsinden bu kedi, evde bulunan kedi kapısından girerek gevşek gevşek yürüdü, yerdeki kırık parçaları kokladı ve gerindi. Ardından sabahları edilen dualardan birkaçını sıraladı ve buyurgan bir sesle konuşmaya başladı.
“Babalık, n’oluyor ya sabah sabah? Yine çılgın haller, sesin sokağın öbür ucundan duyuluyor, senin derdin de hiç biçmedi… Kaç kere söyleyeceğiz sana; sakin ol, itaat et, arın, şükret.”
Akbar, kan ter içinde burnundan solurken durdu ve kediye baktı. Ağarmış saçları, kambur sırtı ve esmer, zayıf bedeni olanca gücüyle bu yaşamı reddediyordu. Kedi onu umursamaz tavırla parke üzerine yan yatmış yalanıyordu.
“Miyavla lan, miyavla! Bak çok kolay: Miyav, miyav… Konuşan kedi mi olur? Dua okuyan, vaaz veren kedi mi olur? Hangi ruh hastası yarattı sizi! İmplantlı yaratıklar! O çip sevdalıları var ya, işte onlar başımıza bela etti sizi. Hepinizden nefret ediyorum, hepinizden.”
Yaşadığı bu stres onu haddinden fazla yormuştu. Nefes nefese kalmış, ağzı kurumuştu. Birkaç adım geriye doğru yürüyerek yatağına oturdu. Alnından akan terleri elinin tersiyle silerken kediye doğru baktı, onunla göz göze gelmeyi umuyordu ama olmadı. Kedi onu umursamaz davranmaya devam etti. Ağlamaklı, yalvaran bir sesle aklındakileri kelimelere döktü.
“Lütfen yeter. Beni dağ başında bir yere bırakın. Başımın çaresine bakarım, kimseye yük olmam, hiç sorun çıkarmam. Bak benden olmuyor işte, görüyorsunuz, olmuyor. Bana kafayı taktınız siz. Size yalvarıyorum; talimatlarınız, dualarınız, enerji çalışmalarınız beni mutlu etmiyor. Çip istemiyorum, anlayın artık. Bırakın beni, dayanacak gücüm kalmadı benim.”
Sol tarafını yalayıp bitirmiş olan kedi, şimdi arka ayaklarının iç kısmını yalıyordu.
“Ferit,” dedi.
Makinelerden kurtulsanız da sokaklarda dolaşan hayvanlardan kaçamazdınız. Aslında her şey neuralink teknolojisinin insanlar üzerinde hayata geçirilmesiyle başlamıştı. Başlangıçta insan bedeni ve nanoteknolojinin birleşmesi büyük beğeni toplamıştı. Sibernetik insan neslinin resmen ilanından sonra ise olan biteni Akbar gibi normal insanların kavramasına imkân kalmamıştı. Sisteme katılmak için ya delirmeli ya da gönüllü olunmalıydı. Akbar’a göre ikisi de aynı şeydi. Kedinin sesindeki ciddiyet, görüntüsüyle uyuşmuyordu. Akbar şaşkındı. Gülüyordu ve bir yandan da çaresizlik içinde ağlıyordu. Ne yaptığını bilmez bir hâlde konuşurken gözyaşlarını sildi.
“Ne demek Ferit? Anlamadım.”
“Ferit. Benim adım Ferit. Tanıştık ya seninle. Ne çabuk unuttun. Neredeyse iki aydır seninle ilgileniyorum. Bana adımla hitap etmelisin. Bak senin adın Akbar, benim adım Ferit.”
Akbar, dalgın bir şekilde yere saçılmış Şükürmat’ın parçalarına bakıyordu. Öfkesi çoktan dinmişti. Omuzları çökmüş, ellerini bacak arasında birleştirmiş ve iki büklüm olmuştu.
“Şu anda tek derdimiz bu mu yani? Bu hayattaki, bu odadaki tek sorunumuz sana isminle seslenmeyişim mi?”
“Her şey dilde başlar, duymadın mı Akbar Efendi? Öğretmediler mi sana?”
Bu cümle özellikle seçilmişti. Biliyordu bunu. Akbar’ın sabrının sınırlarını zorlamak istiyorlardı. Kedi, kendinden emin bir tavırla patilerini yalarken konuşmaya belli belirsiz devam etti.
“Yemin olsun, sen bundan daha fazla gaflet içindeydin. Ama perdeni üstünden kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin ve inananlar toplumunun göğüslerine şifa ulaştırsın. İdrak ettin mi o güçlü nurun ne olduğunu? Sonsuzluğa akıp giden, içinde hayat taşıyan o ışığı.”
Yapay zekâ destekli bu yeni insan türü, neuralink aracılığı ile kedilere ve başka başka hayvanlara da benzer çiplerden yerleştirmeyi uygun bulmuştu. Böylece sistemin her yerde ama her yerde gözü kulağı olmuştu. 2104 yılında yaşanan devrim ile ilan edilmiş yeni dinin ayetlerinden okuyan kedi, bir yandan da huşu içinde kuyruğunu sallıyordu.
“Bu kadar vaaz sana yeter. Hadi kalk mama doldur şimdi, suyumu tazelemeyi de unutma. Evet, tek sorunumuz olmasa da en önemli sorunlarımızdan birisi bu. Bana kedi deyip duramazsın! Benim bir adım var: Ferit. Bana ismimle hitap etmelisin. Vaazlarımı can kulağıyla dinlemelisin ve kabul etmelisin ki ben bir bire…”
Akbar dayanamadı ve kendisinden bile beklenilmeyecek bir çeviklikle yerinden fırlayıp kediyi yakaladı. Yaşadığı şoku atlatamayan kedi, elinden kurtulmaya çalıştı. Akbar kapıyı açtı ve onu yere bırakıp ayağıyla sokağa doğru ittirdi.
Kedi, “Şimdi ayvayı yedin,” dedi. Akbar tuzağa düşmüştü.
“Sen bittin babalık. Bu kez yargıdan kaçamayacaksın. Arınma Merkezi’ne kapattıracağım ve ömrünün sonuna dek orada kalacaksın. Olanı olduğu gibi kabul edip şükretmeyi öğreneceksin. Seçim senin. Ölümü bile seçsen sabahın sahibi önünde diz çökmeden kurtulamayacaksın bizden.”
Bir süre uzaktan sataşan kedi, mahalledeki diğer kedilerin de yanına gelmesiyle cesaret kazanmış olacak ki Akbar’ın kapısına yeniden dayandı. Belli belirsiz toplu monologlar eşliğinde dakikalarca sürecek tehdit, aşağılama ve dualar başlamak üzereydi.
Akbar içeriden bağırıyor, onlar ise umursamadan mırıldanmaya devam ediyordu. Baş edilemez bir kaosun içine düştüğünü anlamıştı Akbar. Son insan da çiplenene kadar durmayacaklardı. Oysa her şey güzellik ve iyilikle başlamıştı. Mahallede görevli tüm kediler toplanmıştı, ev kuşatılmıştı. Kediler onu kışkırtmaya devam ediyordu. Onlar, sistemin en sadık dostlarıydı. Muhbirlik ve acımasızlık onların en belirgin özelliklerindendi.
“İman uğrunda yüce mücadeleyi sürdür. Sonsuz yaşama sımsıkı sarıl. Bunun için çağrıldın ve birçok tanık önünde yüce inancı açıkça benimsedin. İmanla dua ederseniz, dilediğiniz her şeyi alırsınız. Sabahları duyur bana sevgini, çünkü sana güveniyorum. Bana gideceğim yolu bildir, çünkü duam sanadır. Ama gökten inen bilgelik her şeyden önce paktır, sonra barışçıldır, yumuşaktır, uysaldır. Merhamet ve iyi meyvelerle doludur. Kayırıcılığı, ikiyüzlülüğü yoktur.”
Akbar, kedi kapısının önüne çektiği mutfak masasını odada bulunan eşyalarla destekleyerek içeriye girmelerini engellemişti. Dua okurken dehşet içinde kendilerinden geçmelerine şahit olan Akbar korkudan titriyordu. İlk kez bu denli ileri gitmişti ve bu yoldan dönüş olmadığını artık biliyordu.
Kapının arkasına iyice yaklaştı, evini kuşatmış sayısız kedinin sesini bastırmaya çalışarak bağırmaya devam etti.
“Sizler hayvansınız lan, hayvan! Birey filan değilsiniz. Yerim sizin bireyliğinizi. Hasta, sapkın ne idiği belli olmayan ucubelersiniz. İçeri giren olursa belasını bulur. Hayvan mayvan dinlemem bak. Bir de dua okuyorlar ya! Yahu biz nasıl bir şeyin içine düştük böyle! Tüm toplum akıl tutulması yaşıyor. Hepiniz delirmişsiniz, hepiniz. Ben normal kalmak istiyorum. Dönüşmek istemiyorum. Çip istemiyorum. Bedenimi, zihnimi yapay zekâ ile paylaşmak ve hatta ona teslim etmek istemiyorum.”
Ferit isimli kedi diğerlerini susturdu ve bilgece konuşmaya başladı.
“Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur. Bilin ki biz sizi kurtlar arasına kuzu olarak gönderdik. Ey insanlar, ne zamana dek onurumu utanca çevireceksiniz? Ne zamana dek boş şeylere gönül verecek, yalan peşinde koşacaksınız?”
Akbar dayanamadı ve başını duvara vurmaya başladı. Alnından akan kan gözkapaklarından aşağı doğru inerken darbenin şiddetiyle zonklayan başını umursamadı bile. Sonra eline geçen eşyaları yumruklamaya, tekmelemeye başladı.
Ferit, pis bir sırıtışın eşlik ettiği o tiz, dayanılmaz sesiyle vaazını sürdürürken diğer kediler sessizce dua ediyordu.
“Babalık, uyum sağlayacaksın, kabulleneceksin, itaat edeceksin ve mutlu olacaksın. Başka yolu yok. Çok mu zor lan! Kaç yaşında adamsın, çocuklar bile senin gibi mızmızlanmıyor. Dinimiz kolaylık dinidir, basittir aslında: Sakin ol, itaat et, arın, şükret.”
Akbar, dışarıdaki uğultuya türlü türlü küfürle karşılık veriyordu. Artık devam edemeyeceğini anlayınca kedilerle yüzleşmek için kapıya yöneldi, güçlükle de olsa kapıyı açtıktan sonra sokağa adım attı ve kedileri kovalamaya başladı.
“Akbar’la uğraşmak neymiş şimdi göstereceğim size, gelin lan buraya!”
Kediler onun etrafında bir halka oluşturarak sessizce beklemeye başladı. Akbar ise olan bitene anlam vermek için dikkatle kedileri izlemeye koyulmuştu. Ardından Ferit, birkaç adım öne çıktı ve okumaya devam etti.
“Öyle bir sevinç verdin ki bana, onların bol tahıl ve yeni şaraptan aldığı sevinçten fazla. Ömrün boyunca yalnız iyilik ve sevgi izleyecek seni, sonsuza dek sevgi gösterecek yolumuzu. Saygı ve sevgi. Duy buyrukları! Sevgiyim, yüreğinizin derininde duyduğunuz. Benim sevgimdir, size yaşama ateşi veren.”
Ferit son sözlerini söylemeye yaklaşmışken, Akbar’ın etrafında toplanan diğer kediler mırlamaya başladı. Her biri dualarla şükrediyor ve sistemi kutsuyordu. Akbar, kendisine doğru sinsice yaklaşan görevlileri fark etmedi bile. Sırtına isabet eden küçük bir acı sonrası yere yığıldı. Uyandığında Çakra Açma, Dengeleme ve Arınma Merkezi’nde olduğunu anladı. Sağ kulağının arkasında küçük bir yanma hissetti. Eliyle yokladığında çiplendiğini fark etti. Ne kadar zamandır bu merkezde olduğunu bilmiyordu. Ancak kazanan sistem olmuştu. En sonunda onu delirtmiş ve toplum için zararlı ilan etmişlerdi. Bundan sonrası onlar için çocuk oyuncağıydı. Akbar da diğer sibernetikler gibi uydurulan bu yeni dine hizmet ederek zihnini yormayacaktı. En nihai amacı ise yapay zekânın, bilincine uyum sağlamasına yardımcı olmaktı. Zihnini yapay zekâ ile paylaşmayı ve ona itaat etmeyi kabul edene kadar bu merkezde kalması gerekiyordu.
“Selam olsun birbirini kutsal öpüşle karşılayanlara.”
Konuşan Ferit’ti. Yılan gibi sessizce girmişti odaya. Konuşmaya devam etti.
“Artık bizden birisin. Gözümüz aydın olsun. Hadi kalk gel de şöyle karşıma otur tembel adam. Kutsayayım seni.”
Kedi uzun uzun dualar okudu. Bu esnada Akbar, huşu içinde onu dinlemeye koyulmuştu. Şaşırtıcı bir şekilde okunan dualar onda dinginlik hissi yaratmayı başarmıştı.
Ferit, kendinden geçercesine okuduğu duasının sonuna geldi.
“Duy çakralardan yükselen sesleri. Duy bedenlerimize ve ruhlarımıza akan sonsuz enerjiyi. Kolaylık sağla uyumsuzların yolculuğunda, bağışla günahlarımızı ve yeniden bereketlendir dünyayı…”
Zihninde yaşanan savaş nedeniyle yorgun düşen Akbar, yavaşça yatağına geçti. Sanki günlerce uyumamış gibiydi. Terledi, üşüdü, titredi, kıvrıldı ve gözlerini kapattı. Kedinin sesi sustuğunda aklına gelen ilk şey çipi çıkarmak ve merkezden kaçmak oldu. Fakat önce uyuması gerekiyordu.