Uzaylılar her zaman istilacı, robotlar isyancıdır; ucubeler derhal ortadan kaldırılmalı, tahtımıza göz diken tüm canlılarsa bastırılmalıdır…
Peki, gerçekten de böyle midir?
Sinema tarihi bu kısır döngüyü parçalamayı başaran filmlerle dolu. Bilim ile bilimkurgunun kol kola ilerlediği bu teknoloji çağında, insanın özündeki kötülüğe, tahammülsüzlüğe, korkuya ve ön yargıya işaret eden bunca eser bize gelecek hakkında neler söylüyor?
“İnsanların Kötü Tarafta Olduğu Bilimkurgu Filmleri” yazı dizimizin ikinci bölümü sizlerle…
Starship Troopers
Askeri vesayet altına girmiş bir gelecekte savaşlar olağan, dökülen kanlar ise zayiattan daha fazlası değildir. Starship Troopers evreninde insanlık, uzaylı böceklerle topyekûn bir savaş hâlindedir. Lisedeki güzel günleri bitmek üzere olan Johnny Rico, sevgilisi Carmen Ibanez’in de gözüne girmek için orduya katılmaya karar verir. Ailesinin tüm karşı çıkışına rağmen kararından dönmeyen kahramanımız, çok geçmeden kendini bol kanlı bir intergalaktik savaşın göbeğinde bulacaktır.
Yönetmenliğini Paul Verhoeven’ın üstlendiği Starship Troopers, Heinlein’in aynı adlı meşhur romanından beyaz perdeye uyarlandı. Görsel efektleri, gore’a kayan sahneleri, içine serpiştirilmiş Naziesk propaganda filmleri ve gerek medyaya gerekse de savaşın mantıksızlığına yönelik iğneleyici tavrıyla 90’ların unutulmaz filmleri arasındaki yerini almayı başardı.
The Day the Earth Stood Still
Uzaylılar her zaman insanlığı köleleştirmeye gelmezler; bazen amaçları Dünya’yı bizden korumak da olabilir! 50’lerin bu unutulmaz bilimkurgu klasiği, korku ve hoşgörüsüzlüğün esaslı bir portresini çiziyor.
Uzaylı Klaatu, yanında başlıca görevi onu korumak olan robotu Gort ile Dünya’ya gelir. Yegane amacı yetkilerle görüşmek ve yaklaşan küresel tehlikeye karşı insanlığı uyarmaktır. Ancak tahmin edilebileceği gibi bu çabaları pek de hoş karşılanmaz. Klaatu’nun artık insanlara yıllarca unutamayacakları bir ders vermekten ve muazzam güçlerini sergilemekten başka çaresi yoktur.
Başrolünde Keanu Reeves’in oynadığı 2008 tarihli modern bir uyarlaması da bulunan film, bilinmeyene karşı duyduğumuz yersiz korkunun ve değişime olan isteksizliğimizin en başarılı sinema örneklerinden.
Blade Runner
Önce yarattık, şimdi de avlıyoruz!
Her açıdan insana benzemeleri için yaratılan Replikalar, diğer gezegenlerin tehlikelerle dolu keşif ve kolonileştirilme sürecinde köle olarak kullanılıyorlardı. Bir kolonide çıkan isyanın ardından ise Dünya’ya ayak basmaları yasaklandı. Buna rağmen altı Replika, içinde bulundukları şartlara isyan edip Dünya’ya geldi. Tek amaçları yaratıcılarına ulaşmak ve kendilerine biçilen yazgının hesabını sormaktı. Ancak önce peşlerindeki Rick Deckard’ı atlatmak zorundalardı…
“Biz” ve “onlar” algısından hareket eden film, sık sık aradaki ayrımı bulanıklaştırarak hepimizi derin bir tefekküre zorluyor: Hangi taraf daha insan; “bizler” mi, yoksa “onlar” mı?
Frankenstein
Böylesi bir dünyaya gözlerini açmak onun seçimi değildi. İstediği tek şey kabul görmekti. Ancak biz insanlar henüz buna hazır değildik!
Dr. Henry Frankenstein, yaşayan bir beden yaratma konusunda takıntılıdır. O kadar ki, işi yakın zamanda ölenlerin vücut parçalarını çalmaya ve birleştirmeye kadar götürür. Derken sonunda istediği olur ve tesadüf eseri çakan bir şimşeğin de yardımıyla canavarı hayat bulur. Ancak “öteki“ne karşı duyduğumuz nefretin bir kez daha gün yüzüne çıkması gecikmez…
Çocuksu davranışlarının da açıkça gösterdiği gibi aslında o bir “canavar” değildir. Film boyunca gösterdiği saldırganlığın altında tümüyle korku yatar. Kendisini meşaleler ve dirgenlerle kovalayan öfkeli kalabalığa rağmen tek amacı bir parça yalnız kalabilmektir…
Dawn of the Planet of the Apes
Pek çok çatışmanın özünde “bize karşı onlar” dinamiğinin yol açtığı güvensizlik duygusu yatar. Klasik The Planet of the Apes serisinin modern bir anlatısı olarak karşımıza çıkan filmlerde de durum bundan pek farklı değildir.
Maruz kaldığı bir dizi deneyin ardından zekileşen Caesar, kendisi gibi ezilen, işkenceye uğrayan ve görmezden gelinen türdeşlerini de yanına alarak insanlığa karşı amansız bir mücadeleye atılır. Amacı yaşam haklarını kabul ettirebilmek, bu gezegende zeki maymunlara da yer olduğunu anlatabilmektir. Ama kendini tüm türlerin üstünde konumlandıran ve tahtını kaptırmak istemeyen insanlık için bunun hayali bile korkunçtur!
Bilinmeyenden duyduğumuz korkunun bu mükemmel alegorisini izlerken, sık sık kendimizi varoluş savaşı veren maymunların tarafını tutarken bulabiliyoruz.