12 Monkeys: Deliliğin Vebası ve Gilliam’ın Anarşist Rüyası

“Aralarında belli bir mesafe yoksa ne gerçekten söz edilebilir ne de düşselden.” Simülakrlar ve Simülasyon’da, bu cümleden hemen önce, “O eski günlere özgü güzelim bilimkurgusal düşsellik ölmüş ve yerini başka şeyler almaya başlamıştır,” der Baudrillard. 12 Monkeys (12 Maymun), Terry Gilliam’ın Baudrillard’ya ve onun hipergerçekliğine “hodri meydan” deyişi gibidir.

Terry Gilliam… Sinemanın anarşist masalcısı, rüya ressamı, espri anlayışı olan Kafka’sı, deli dâhisi. Adını duyan herkesin ilk başta sayabileceği Balıkçı Kral, Brazil, 12 Maymun’un yanı sıra; Zaman Haydutları, Monty Python ve Kutsal Kâse, Monty Python ve Hayatın Anlamı, Brian’ın Hayatı, Baron Munchausen’in Maceraları, Dr. Parnassus, Tideland, Çılgın Kardeşler (The Brothers Grimm) gibi herbiri incelikle işlenmiş gerçeküstü filmleri, konuları ne kadar farklı olsa da onun imzasını taşıdığını belli ediyor. Gilliam’ın kendine has tarzı, etkilendiği isimler dâhil hiçbir yönetmene benzemiyor. Gilliam, düş ve gerçek arasındaki mesafeyi yok ederek Freddie Mercury’nin Bohemian Rhapsody’de sorduğu, “Bu gerçek hayat mı, yoksa sadece bir fantezi mi?” sorusunu yalnız karakterlerine değil izleyiciye de sorduruyor. 12 Maymun’da James Cole ile beraber bizi de aklımızdan şüpheye düşürüyor. Gilliam’ın rüya havasını filmlerine böyle başarılı yansıtabilmesinin bir sebebi de aynı zamanda bir animasyon sanatçısı oluşu. Kendine özgü “cutout” tekniğiyle, bilhassa efsanevi İngiliz komedi grubu Monty Python için el yapımı animasyonlar hazırlayan Gilliam, grubun tek Amerikalı üyesi. Zaten akabinde İngiliz vatandaşlığına geçti. Kariyeri boyunca Hollywood’un suyuna değil bilakis zıttına giden yönetmen, Monty Python zamanlarının inanılmaz güzellikte olduğundan dem vuruyor. Beş duyuya ek olarak, sezgisel altıncı his dışında, yedinci duyunun mizah olduğuna inandığını dile getirip, mizah duygusunun da en önemlisi olduğunu vurguluyor. “İşitme duyunuzu yitirebilirsiniz, ancak mizah duygunuzu yitirmemelisiniz,” diyor. Dolayısıyla kara mizahı filmlerinden eksik etmiyor. 12 Maymun da bunun en güzel örneklerinden biri.

Siyaset bilimi mezunu olan Gilliam, bürokrasi ve kapitalizme olan nefretini, hayal gücü ve mizah yeteneğiyle şekillenen distopik bir estetikle ifade ediyor. 12 Maymun ve Brazil başta olmak üzere, eserlerinde Foucault’nun biyopolitik kavramının ete kemiğe bürünmüş halini görmek mümkün. 12 Maymun’u ve diğer bütün filmlerini kitap okurcasına izlemek gerek, çünkü filmlerinde önemsiz veya anlamsız bir şey neredeyse yok. Gilliam’ın eşsiz hayal gücünün olumsuz yanıysa, o hayalleri sahneye koymanın büyük paralar istemesinden mütevellit, kariyeri boyunca yaşadığı bütçe sıkıntısı. Belki de bu sebeple az ama öz film yapıyor. Diğer yandan aksaklıklar, talihsizlikler peşini bırakmıyor. Onlardan bile bir şekilde farklılık çıkarmayı biliyor. Dr. Parnassus‘un çekimleri sırasında başrol oyuncusu Heath Ledger’ın hayatını kaybetmesi üzerine, onun anısına saygısını gösterip rolü bayrak yarışı misali dört oyuncuya paylaştırması gibi.

Gilliam, 12 Maymun için de en iyi oyuncuları toparladığı görülüyor. Brad Pitt‘in ilk Oscar adaylığını getiren muhteşem deli performansı, Bruce Willis‘in çocuksu masumiyeti ve çaresizliği filmi mükemmel taşıyor. Çekimlerin uyum içinde tamamlanması, ekibin birbiriyle enerjisinin tutması, oyuncuların egosuz ve özverili davranmaları meyvesini en iyi şekilde vermiş. 12 Maymun, esasında Chris Marker‘ın 1962’de çektiği muhteşem deneysel kısa filmi La Jetée‘nin gevşek bir uyarlaması. Senaryosunu, Blade Runner‘ın da senaristi olan David Webb Peoples ve Janet Peoples’ın yazdığı filmin görüntü yönetmeni Roger Pratt. Pratt’ın harika iş çıkardığını söylemek mümkün. Özellikle, filmde önemli atıflarda bulunulan Hitchcock’un da çok tercih ettiği ve Gilliam’ın favorilerinden olan eğimli sahne tekniği Dutch angle’lar çok güzel kullanılıyor. Film’in müzikleri Paul Buckmaster’a aitken, adını duyar duymaz kafalarda çalmaya başlayan o muhteşem ana tema parçası ise Astor Piazzolla’nın Suite Punta del Este adlı tangosu.

“Telefon etmek mi istiyorsun? Bu dış dünyayla iletişimdir, buna ancak doktor izin verebilir. Yoo, baksana… Tüm bu kaçıklar telefon görüşmeleri yapabilse deliliği yayabilir, delilik telefon kablolarından tüm o zavallı aklı başında insanların kulaklarına sızabilir, onlara bulaşabilir. Sonra her yerde kaçıklar belirlemeye başlar! Oldu mu sana bir delilik vebası!”

Bu bilimkurgu kara filminde, 1996’da dünyaya yayılan bir yapay virüs, insan nüfusunun neredeyse tamamını öldürmüştür. Kalanlarsa yer altına çekilmiştir. Film, James Cole’un 2035 yılında bir hapishane hücresinde –daha doğrusu “kafes”inde- tekrarlanan bir rüyadan uyanışıyla açılır. Bu kıyamet sonrası ortamda, bilim insanlarının salgına çare bulup yeryüzünü virüsten temizleyebilmeleri için virüsün saf formuna ulaşmaları gerekir. Bunun için de yeryüzüne çıkıp araştırma yapacak bir “gönüllü”ye ihtiyaçları vardır. Seçtikleri bu zoraki gönüllü Bruce Willis’in oynadığı mahkûm James Cole’dur. Cole, özel koruyucu kıyafetler kuşanıp karla kaplı ve artık hayvanların hüküm sürdüğü yeryüzüne çıkar. Salgını başlattığı düşünülen 12 Maymun Ordusu adlı oluşumun grafitileriyle karşılaşır. Sığınağa döndüğünde, Cole’u 1996’ya virüsün yayılmasından önceye yollamak isterler. Bu riskli ve tehlikeli görev karşılığında ona ceza indirimi teklif ederler. Zaten Cole’un seçme şansı da yoktur. Zamanda yolculuğun şokuyla önce karakolluk; “salgın, virüs, geçmiş, gelecek, kıyamet” diye sıralayınca da tabii tımarhanelik olur. Anlaşılır ki bilim insanları tarihi ıskalamış ve Cole’u daha erken bir tarihe: yanlışlıkla 1990’a yollamıştır.

Tımarhaneciye meram anlatmaya çalışırken önce psikiyatr Kathryn Railly, ardından koğuş arkadaşı olacak hayvan hakları aktivisti Jeffrey Goines ile tanışır. Hezeyanları yüzünden akıl hastanesinde bir hücreye kapatılır, ama buhar olup uçmuşçasına buradan kaçmayı başarır. Esasında bilim insanları, Cole’u 2035’e geri getirmiştir. Doğru zamana yollayabilmek için denemeye devam ederler, ancak onu bu kez de I. Dünya Savaşı’nın ortasına gönderirler. Kaderinde cephede vurulmak da olan Cole, sonunda 1996’ya ulaşabildiğinde o sırada Cassandra Kompleksi üzerine konferans veren Kathryn Railly’yi bulup kaçırır. Doktoru anlattıklarının doğruluğuna inandırmaya ve 12 Maymun Ordusu’nu ve onlarla bağlantısı olduğunu tahmin ettiği Goines’i bulmaya çalışır. Polis izlerini bulmuşken yine buhar olup uçar Cole, tekrar 2035’tedir. Cole, rüyalarında sürekli çocukluğundan kalma bir anıyı tekrar tekrar yaşamaktadır. Havaalanında vurulan bir adam ve onun başına koşup ağlayan bir kadının hatırasıdır bu. Bu zamanda ileri-geri gidişler, Cole’u neyin gerçek neyin rüya olduğunu ayırt edemez hâle getirir. Artık deli olduğuna, bütün bunları kafasında kurduğuna kanaat getirir. Ancak yine 1996’ya yollanır ve bu kez doktorla buluştuklarında roller değişir. Cole deliliği; doktorsa ulaştığı bilgiler ışığında Cole’un haklılığını kabul eder. Cole, bütün yaşadıklarını bir nevroz varsayıp rasyonelleştirmeye çalışır; Kathryn ise onu deli olmadığına, söylediklerinin doğru olduğuna ikna etmeye. Başlangıçta telaşlı olan Cole, kadere teslim olup kalan zamanın tadını çıkarmaya karar vermişken onun paniğini ise Kathryn devralır.

Burada Cassandra Kompleksi’ne de kısaca değinmek gerekir. Adını Truva Kralı Priamos’la Hekabe‘nin kızı olan Cassandra’dan alan bu sendrom, bir şekilde geleceği öngörme yetisine sahip olduğu halde kendisine inanılmayan insanların içinde bulunduğu durumu tanımlamak için kullanılır. Cassandra, Truva Savaşı ve sonuçlarına karşı insanları uyardığında dikkate alınmadı ve hem felaketlerle hem de bunların yaşanacağını bildiği halde uyarılarının dikkate alınmamasıyla sınandı. Psikolojide doğru söylediği, isabetli çıkarımlarda ve uyarılarda bulunduğu halde ciddiye alınmayan insanların hâli Cassandra’yla sembolize edilir. İnsanlar çoğunlukla gerçekçi öngörülerde bulunanları “şom ağızlı, felaket tellâlı, gamlı baykuş” diye yaftalarken, ipe sapa gelmez komplo teorilerini yayanlara ya da tam aksine görünenle çelişen pembe tablolar çizenlere inanma eğilimindedir. Buna, en basit şekliyle gerçeği kaldırmanın ağır geldiği açıklamasını yapabiliriz. Jeffrey de 1990’da James’le tanıştıklarında bu konuda konuşuyor. 1800’lerin ortasında mikropların varlığına meslektaşlarını inandıramadığı, hastaya müdahale etmeden önce el yıkama önerisi reddedildiği için deli damgası yiyip tımarhanede ölen Doktor Ignaz Semmelweis’ı örnek gösterir.

Film, kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros gibi bir döngüye sahip. Ve bu döngü içinde başka yapımlara atıflarda da bulunuyor. La Jetée’nin de Sekoya ağacı sahnesiyle direkt gönderme yaptığı Hitchcock’un Vertigo‘suna 12 Maymun da film boyu göndermelerde bulunuyor. Vertigo‘daki kılık değiştirme sahneleri dışında, kahramanlarımız sinemadayken direkt filmden sahneler de görüyoruz.

“Film hiç değişmiyor, değişemez. Ama onu her gördüğünde farklı geliyor. Çünkü sen değişiyorsun, farklı görüyorsun.”

Bilim insanlarının Cole’a şarkı söyledikleri sahne ise Denis Potter’ın The Singing Detective filmindeki Dry Bones sahnesine göndermedir. Ayrıca eser, zamanda yolculuk filmine yakışır bir iş yapıp geleceğe de replik göndermiştir. Bruce Willis’in burada söylediği, “Gördüğüm tek şey ölü insanlar,” cümlesi, 1999’da başrolünde oynayacağı Altıncı His filminde, buradaki adını taşıyan küçük çocuk “Cole”un, “Ölü insanlar görüyorum,” sözüne erkenci bir selam gibidir. Ya da Brad Pitt’in, “Biz tüketiciyiz,” diye başladığı tiradı, onun da yine 1999’da oynayacağı Dövüş Kulübü‘ndeki repliğinin aynısıdır. Tabii bu sözün asıl mimarı Chuck Palahniuk. Zaten Jeffrey Goines, benim diyen akıllının edemeyeceği laflar söyleyen bir delidir. Brad Pitt’in roldeki performansı o kadar mükemmeldir ki, onun kim olduğunu unutup direkt Jeffrey olarak, hezeyan geçiren bir deli olarak görürüz.

“Dışarıdaki insanları bize karşı koruyorlar. Halbuki dışarıdakiler de bizim kadar deli.”

Bir başka deli Cole’a, “kendisini hayatından bezdiren gerçekler yüzünden hayalî bir dünyaya kaçtığını, bunun için normal insanlardan farklı olduğunu, o dünyaya gitmekten vazgeçtiğinde iyi olacağını,” söyler. Sadece gerçeklerden kaçtığı için bu bilinçteki birine deli demeye vicdanımız elvermez. Zaten filmde sözde aklı başında olanlar bile deliliğin eşiğinde gibidir. Kathryn, doktor arkadaşıyla konuşurken sanki günah çıkarır. “Gerçek dediğimiz şey herkesin kabul ettiği şeydir, öyle değil mi? Psikiyatri en yeni dindir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna, kimin deli olduğuna biz karar veriyoruz.” 1990’da da 2035’te de hapishane ve tımarhane birbiriyle paraleldir. Hastalara ya da mahkûmlara olan tavır sert ve insanlık dışıdır. Hayvanların üzerinde deney yapılmasına bolca eleştiri vardır ve bu da 2035’te mahkûmların üzerinde zaman yolculuğu deneyi yapılmasıyla paralellik taşır. Zaten mahkûmların hücreleri de az önce değindiğimiz gibi aslında birer kafestir. Hayvanlara yapılan zulüm karşısında Cole’un söyledi cümle aslında filmin kilit ve doruk noktasıdır: “Belki de insan ırkı yok olmayı hak ediyor.”

Cole’un duygusal olarak çözülmesi, filmin en can yakıcı taraflarından. Özellikle arabada Fats Domino’nun Blueberry Hill şarkısı çalarken gözyaşlarını tutamaması, “20. Yüzyılın müziğini seviyorum. Havasını seviyorum, bu havayı solumayı seviyorum!” diyerek başını camdan çıkarıp derin derin nefes alması, o duygu yoğunluğunu izleyiciye olduğu gibi aktarıyor. Bunda elbette aslan payı, Bruce Willis’in tartışmasız yeteneğinde. Haberlerin ardından düşmüş morali, Louis Armstrong’un sesini duyunca tekrar yükseliyor: What a Wonderful World! Tabii duygusallığın zirveye çıktığı sahne, taşların yerine oturup gerçeğin yüzünü gösterdiği anlardır. Ve finaldeki “sigortacı” ayrıntısı, aslında her şeyi iki ihtimale indirerek açıklar. İki açıklama da hoşa gidecek cinsten değil…

12 Maymun, “kaderden kaçamazsın” mesajını verirken, “ama geçmişten ders alabilirsin” diyor ve “yine de geçmişe takılıp kalma” diye de ekliyor. Bizi de bu görsel, işitsel, duyusal şölene duyduğumuz hayranlıkla baş başa bırakıyor.

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

secret level

Etkileyici Bir Antoloji: Secret Level

Prime Video’nun yeni animasyon antolojisi Secret Level, izleyiciyi video oyunlarının büyüleyici dünyalarında geçen farklı hikâyelerle …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin