Terry Gilliam‘ın Brazil filmine nedense George Orwell‘in 1984‘ünün kara mizah yorumu olarak bakıla gelmiştir. Brazil’in çekimlerinin 1984 yılında yapılmasının bu yorumlardaki etkisi ise meçhul. Brazil filmini sadece bir romanla özdeşleştirmek, ufkunu daraltmak anlamına geliyor. Çünkü Brazil 20. yüzyılın tüm modernist, öncü sanat anlayışlarına saygı gösterisi sunan ve aynı zamanda özgün ve yaratıcı bir sinema dili yaratmayı da başaran bir başyapıt. G. Orwell’ in 1984 romanı da birazdan ele alacağımız Brazil’in geniş gönderme listesinde mevcut. Unutmamak gerekir ki Orwell’in totaliterlik eleştirisinin merkezinde sosyalist sistem vardır. Oysa, Brazil’in yarattığı distopik dünya, kapitalist bir dünyadır. Ve filmin eleştiri oklarının baş hedefi faşizmdir.
Brazil’le ilgili diğer bir yanlış kanı ise “filmin düşleri bir kaçış yolu olarak gösterdiği” yönünde. Bu yaklaşım filmin rüya sahnelerinin, bütün ile birlikte ele alınmamasından ortaya çıkmaktadır. Filmi Sam Lavrey‘in burjuva aile hayatı, bürokrasi vb. baskı yaratan mekanizmalar ile, içindeki isyancı ruhun hesaplaşması şeklinde ele aldığımızda, bu yaklaşımın ne denli hatalı olduğu ortaya çıkar. Brazil, T. Gilliam’ın yönetmenlik dehasını iyice belirginleştiren ve onun ender sayıda, geniş kitlelere yönelik sanat filmi yapabilen sinemacılardan biri olduğunu gösteren bir örnektir. Filmin neredeyse bütün planlarında ışık, gölge, müzik, kamera açıları usta işi klasik bir beste gibi bütünlük taşır. Ve Gilliam’ın sinema dilinde yakaladığı melodi, gelişkin bilgisayar teknolojisinin imkanlarına değil, bir nevi zanaatkar uğraşlarına dayanır. Frederick Jameson‘ın 1984’te yayınladığı “Postmodernizm: Geç kapitalizmin kültürel mantığı” makalesinde ele aldığı nostalji (retro) akımına bağlı filmlerin, “gerçek tarihsel zamanın ötesine geçiyormuş” izlenimini yaratmayı amaçladığının altını çizer. Brazil’de nostalji filmleri gibi alternatif bir zamanda geçer. Fakat “20. yüzyılda bir yer” anonsuyla başlayan filmin, postmodern sinemadan farkı, geçmiş, bugün ve geleceği tek bir tarihsel süreçte birleştirmesidir.
Bilimkurgu sinemasında birçok yönetmenin düştüğü, bilimkurgunun zaten özündeki yadırgatıcı tavrın, klasik katarsisci anlatımı bertaraf edeceği yönündeki yanılgıya, Gilliam düşmez. Brecht‘in epik tiyatrosundaki gibi, sürekli yabancılaştırma tekniklerine başvurarak, Brazil izleyiciyi arınmaya değil, düşünmeye davet eder. Slovak düşünür Slavoj Zizek işkence, ölüm, zorbalık gibi belaların mizah tarzıyla anlatılmasını yanlış bularak, Brazil için “totaliter bir toplumu iğrenç denecek ölçüde komik betimleyen bir film” demişti. Fakat, burada Zizek’in kaçırdığı nokta Brazil’in mizahının eğlendirici değil, acıtıcı ve düşündürücü bir kara mizah olduğu ve tamamen yadırgatıcı bir tarzda ele alındığıdır.
Filmdeki mizah anlayışının önde gelen esin kaynaklarından klasik iki örnek olarak Rene Clair‘in “Özgürlük Bizimdir” ve Charlie Chaplin‘in “Modern Zamanlar” filmlerini gösterebiliriz. Clair’in filmindeki fabrikada haberleşme için kullanılan bir çeşit borular vasıtasıyla faks sistemi ve Chaplin’in filminde kaytaran çalışanları ekrandan takip eden müdür sahneleri, Brazil’de Gilliam’ın yorumuyla yeniden ele alınır. Bu iki filmin makineleşmenin yabancılaştırıcı etkisi üzerine eleştirisinde kullandığı dişliler, montaj bandı gibi teknolojileri Gilliam bilgisayar teknolojisi, kameralar, robot “Big Brother” gözleri ile belirginleşen yüksek teknolojik (high-tech) dönemin ürünleri ile birleştirerek ele alır. Brazil’in yadırgatıcı kara mizahının diğer önemli ayağı ise, filme damgasını vuran Kafkaesk ruhtur. Kafka‘nın cehennemi iktidarı, grotesk karakterleri, filmin tümüne sinmiş bürokrasi eleştirisi ve giriş sekansında Buttle ile Tuttle’ın, bir insan hayatına mal olmuş isim karışıklığına sebep olan böcek gibi tema ve unsurlar, Gilliam’ın Kafka ile ruh kardeşliğini ortaya koyar. Gölgeler yardımıyla aktarılan enformasyon bürosunun dev kapısı (iktidarın gücünü temsilen) ve kapıdan içeri giren Lavrey’in boyunun küçüklüğü, (çaresiz kılınmış, yalnız bireyi), Orson Wells‘in sinema tarihindeki en sağlam Kafka uyarlaması olan Dava filmindeki dev mahkeme kapısı ile karşı karşıya kalan Bay K.‘nin umutsuzluğu ile çakışır.
Bilimkurgusal açıdan filmin merkezinde yaratılan karanlık ütopya ve bu durumdan aydınlık bir ütopyaya yönelme çabalarının gerilimi vardır. Bu baskıcı sisteme, karşı çabalar olarak Jill’in sivil hak arama mücadelesi, H. Tuttle’ın bireysel radikalizmi ve ortada gözükmeyen ihtilalci grupların gerçekleştirdiği söylenen patlamalar öne çıkar. Tuttle’ın bireysel girişiminin çıkışsızlığı ve ütopik dönüşüme özlem, filmdeki 7. ve en uzun düş bölümünde belirginleşir. Tuttle’ın devrimci bir organizasyon ile Enformasyon Bakanlığı’na yaptığı baskın ve burada J. Eisenstein‘ın Rusya’daki 1905 ihtilalini konu alan Potemkin Zırhlısı filmindeki Odessa merdivenleri sahnesinin Gilliam’ca yinelenmesi, bu çıkışsızlık karşısında en azından Lavrey’in düşünde yanan bir umut ışığının altını çizer. Blade Runner filminin sonunda karşımıza mutlu son gibi çıkan, doğaya kaçışın, Brazil’in bu düş sekansında ne kadar işlevsiz olduğu gözler önüne serilir. Lavrey’in “kaçalım” önerisine, Jill “kaçacak bir yer yok” sözleri ile karşılık verir. Yine de filmin sonunda bir nevi bitkisel hayata giren Lavrey’in mırıldandığı filmin fon müziği, belli belirsiz de olsa izleyiciye “umut ilkesini” anımsatır.
Brazil dün, bugün ve geleceği aynı potada eriten, tamamen çılgınca düş gücüne dayalı alternatif bir dünya oluşturur. Sinema, edebiyat ve diğer sanat dallarında 20. yüzyıla damgasını vuran bütün önemli akım ve türleri (gerçeküstücülük, dışavurumculuk, filmnoir vb.) tek bir filmde birleştiren bir yapı kurar. Brazil’in, postmodernizm istilasının, sanatın artık yeniyi üretmediği tartışmalarının, öncü sanatın ölüm döşeğinde olduğu iddialarının ve kitle kültürünün belirleyiciliğinin damgasını vurduğu bir dönemde yaratıcılığını ortaya koyması, filmin önemini arttırmıştır. Gilliam, postmodern anlatımı yapısal bozunuma uğratarak, modernist ve devrimci yeni bir anlatı oluşturur. Neredeyse tüm anlatım biçimlerinin tüketildiği bir dönemde Brazil eski malzemelerden, düş gücü, hümanist felsefe, politik radikalizm ve yadırgatıcı bir duruş ile yepyeni ve özgün yapıtlar üretilebileceğinin ispatı olmuştur.
Yazan: Rafet Arslan (Albemuth Bilimkurgu Fanzini)