Artık ihtiyaç duyulmayan uzuvlar ya da nitelikler, evrim yoluyla eleniyor. Tıpkı insanın evrim sürecinde tüylerini ve dişlerinin keskinliğini kaybetmesi gibi. Aynı mantıktan baktığımızda, eskiden 6-10 çocuğa ihtiyacı olan insanların bugünkü koşullarda 1-2 çocuğa ihtiyaçları var. Doğurganlığımızın ya da cinsel arzularımızın azalması gerekmez miydi? Evrimin binlerce yıl gerektirdiği düşünülerek doğurganlığımızın ya da cinsel arzularımızın ileride azalacağını öngörebilir miyiz? İlk olarak, bu konuda “körelmiş organlar” (vestigial organs), milyonlarca yıl içerisinde değişen çevre koşulları sonucu meydana gelen evrimsel süreç dahilinde, eski bir zamandaki çevre koşullarında (buna cinsel koşullar da dahil) gereken bir organın ya da özelliğin, yeni çevre koşullarında gerekmemesi sonucu o organın gittikçe körelerek gerilemesine denmektedir. Uzun ve ayrıntılı tanımlarına, örnek ve açıklamalarına buradan ulaşılabilir.
Körelmiş organlar konusu çok geniş bir alan ve yüz binlerce farklı ve güzel örnek vermek mümkün; sadece insanda bile 30-40 civarı körelmiş yapı bulunmaktadır ki siz, milyonlarca hayvan ve bir o kadar da bitki türünü düşünürseniz, körelmiş yapıların sayısını hayal edebilirsiniz. O yüzden burada çok fazla girmek istemiyoruz. Doğrudan soruya geçelim: Eskiden, vahşi ortamlarında insanlar daha çok “hayvanlar gibi” yaşamaktaydılar. Günümüzde gelişen teknoloji ve bilim sayesinde, alelade bir hayvan olan insanın (Homo sapiens) refahı, kendi geliştirdiği silah olan beyin sayesinde artmış ve artık vahşi doğadan kendini sıyırmıştır. Bu sebeple de pek çok niteliği, bu gelişime paralel olarak değişmiştir.
Darwin‘in, “doğayı bir savaş alanı”na benzetmesi, balıkların milyonlarca ve hatta toplamda milyarlarca “potansiyel yavru” olarak görebileceğimiz yumurtalarının sadece ve sadece birkaç tanesinin döllenebilmesini fark etmesiyle olmuştur. Doğada pek çok konuda sıkı bir ekonomi uygulansa da, doğanın “mükemmel” olmayışından dolayı bu tip açıklar var olmaktadır. Eğer ki doğa iddia edildiği ya da olması arzulandığı gibi “mükemmel” olsaydı, hiçbir israftan bahsedilemezdi. Fakat gördüğümüz bunun tam aksinedir. Bunu, başka iddia ve düşünce sistemleri ile açıklayamazken, Evrim Kuramı, dolayısıyla bilim sayesinde açıklayabiliriz: Dişiler ve erkekler (türden türe değişir), gereğinden çok fazla sperm ve yumurta üretmektedir. Çünkü bu, döllenme, yani soyun devamlılığı şansını kat be kat arttırır. Hatta bir hayvan ne kadar çok yavru üretebilirse, o kadar şanslı olur; çünkü sayı arttıkça istatistiki hayatta kalma ihtimalleri de artacaktır. Burada şu soru sorulabilir: O zaman neden bütün canlılar onlarca yavru doğurmamaktadır?
Bunun sebebi açıktır ve Darwin zamanında Thomas Malthus tarafından ispatlanmıştır: Çünkü, doğanın belli bir kaynak rezervi vardır ve bunu tüketebilecek canlı sayısı aşağı yukarı belirlenmiştir. Yiyecek, kolay bulunan bir şey değildir ve dolayısıyla her canlı, gerekirse kardeşleri ve hatta ana-babasına karşı yaşam mücadelesi vermek durumundadır. İşte bu sebeple, belki bazı denemeler yapılmış olsa da, “gerekli” ya da “uygun” sayının üzerindeki doğum yapan canlıların soyu tükenmiştir veya bu alışkanlıklarını evrimsel süreçte bırakmak durumunda kalmışlardır.
Burada da şöyle bir yorum yapılabilir: “Olsun, canlılar fazla fazla üresinler de, ne kadarı hayatta kalırsa kârdır.” Bu da doğru değildir. Çünkü gerekmeyen bir organı vücutta barındırmak (onu embriyonik düzeyde üretmek, geliştirmek ve hayat boyu idame ettirmek) veya gereksiz bir alışkanlığı/özelliği sürdürmek (gereğinden fazla üremek, vb.) çok fazla enerji harcayan ve canlıyı boşa yoran, dolayısıyla hayat mücadelesine harcayacağı enerjiyi boşa harcamasına sebep olabilen durumlardır. Bu sebeple Doğal Seçilim dahilinde kullanılmayan organlar ya da gereksiz alışkanlıklar elenir. Çünkü bu organları geliştirmeyenler veya işe yaramaz alışkanlıklarını bırakmış ya da onlardan kurtulmuş bireyler, göreceli olarak hayat mücadelesine daha fazla zaman/enerji harcayabilirler ve avantajlı konuma geçerler.
Örnek olarak Galapagos Karabatağı’nın kanatları “ileride bir gün işe yarayabilir, dursun” mantığı ile korunmamaktadır. Çünkü Galapagos Karabatağı artık uçmamakta, dalmaktadır. Bu sebeple Evrimsel süreçte kanatları körelmiştir. Dediğimiz gibi, benzer milyonlarca örnek verilebilir. İnsan türü ve ataları da, eski çağlarda, ellerinden geldiğince fazla üreyerek yavrularının hayatta kalma şanslarını arttırmayı denemişlerdir. Ve vahşi doğada, bu muhtemelen işe yaramıştır da. Ancak günümüzde artık yükselen refah koşullarından dolayı buna gerek yoktur. Ayrıca insanlar üzerindeki doğal baskılar, diğer hayvanlara göre farklılaştığı için (örneğin avlanma baskısı artık insan üzerinde yoktur; ancak ekonomik baskılar vardır, diğer hayvanlardan farklı olarak), gereksiz sayıda çocuk doğurmaya kalkan bireyler, bu açılardan zayıf düşecek ve elenecektir (örneğin 10 çocuklu bir ailenin fakirleşerek çocuklarının bakımını yapamamaları sonucu çocukların ve hatta ana-babanın ölmesi gibi).
Evrim, kolektif olarak ilerler. Evrimsel süreçte bir pençeyi daha güçlü hale getirmek, sadece pençenin değil, ona bağlı olarak tendonların, kemiklerin, kasların, enerji ekonomisinin, beyin yapısının ve daha pek çok olgunun değişmesini ve adapte olmasını gerektirir. Benzer şekilde, insanın ihtiyaçlarından çok, çevrenin baskıları doğrultusunda üreme hormonlarıyla ilgili düzenlemeler evrimsel süreçte gerçekleşmiştir. Arkeik (eski) insanların doğurma kapasitesi konusunda kesin bilgilerimiz olmasa da, günümüz insanlarının onlara göre çok daha az üreyebildiği veya ürediği, “doğum kontrolü” kavramından bile görülebilmektedir.
Öte yandan, bizim ihtiyaçlarımız, aslında evrimsel süreci çok fazla ilgilendirmez. Önemli olan, doğal koşullardır. Ve eğer ki doğal koşullar, daha az çocuk yapmamızı gerektirirse (ki günümüzde gerektiriyor gibi gözükmektedir), buna uygun adaptasyonlar gelişecektir. Örneğin, kadınların menopoz süresi gelecekte daha erken yaşlara çekilebilir veya erkeklerin sperm kalitesinin maksimum olduğu yaşlar daha erken dönemlere kayabilir. Ancak burada da, “yönlü evrim” hatasına düşmemek gerekir. Biz, değerlendirmelerimizi bugünün koşullarında yapmaktayız ve sayısız değişkeni göz ardı etmekteyiz. Dolayısıyla, evrimin gelecekte ne tip bir yön izleyeceğini tahmin etmeye çalışmak, gereksiz ve çoğu zaman hatalı bir çaba olacaktır.
Teşekkür: Ezgi Sönmez
Kaynaklar ve İleri Okuma: