Sıkça sorabileceğiniz sorular en sonda olacaktır, direkt oraya inmeniz de mümkündür. Öncelikle savunmama başlamadan önce birkaç kilit bilgiyi sekiz maddede listelemek istiyorum ki yazımda kullandığım üslup ve gittiğim yol iyi anlaşılsın.
1) Herkesin malum olduğu üzere insanlardan önce dinozorlar vardı, yüz milyonlarca yıl hüküm sürdüler. Onlardan önce de böceklerin ve kabukluların hükümranlığını gördü Dünya’mız. Eğer daha da geriye bakacak olsaydık Arkeozoyik ve Proterozoyik Çağ’ın hüküm sürdüğünü, suda görebileceğimiz bir şey olmadığını, fosil bile bırakamayacak yumuşakçaların uzun süre yaşadığını görürdük. Bugün bu hayvanlardan bazıları müzelerde yüzlerimizin önüne serilmişse de o zamanın tek egemenlerinin onlar olduğunu unutmamak gerekir. Ardından gelen Kambriyen Patlaması ile de yengeç, midye, salyangoz ve mürekkep balığı gibi pek çok yeni tür katılmıştır aramıza, lakin hiçbiri gezegende primal tür olmaya biz ve karıncalar kadar aday değildi.
2) Bu bize nispetle iptidai canlıların soylarının yok olması ile Dünya’da primal tür kalmamıştır demek mümkündü ancak Kretase Çağı’na kadar boşa geçen milyonlarca yıldan sonra bir hareketlilik oldu, en azından bizim perspektifimiz için. Memeli hükümranlığı başlamanın şafağındaydı. Eosen Çağı’ndan Holosen Çağı’na kadar geçen 55 milyon yılda da yavaşça daha göğe bakar hale geldik diyebiliriz.
3) Yavaşça ortaya çıkan ve şu an antropoloji müzelerini dolduran bu Eosen sonrası insansılar gittikçe bize giden bir yola doğru yüz binlerce yıl boyunca kafatası büyütüp çene küçülttüler, tabii ki bu da çevre ve seçilim ile yavaşça oldu, çünkü kimse çene kemiği hakkında şikâyet edip de onu yaşadığı süre zarfında küçültemezdi. Beyinde yaşanan büyüme ile alet kullanımı bizleri daha kudretli kıldı, ateşi yakanın ve avcının ayrılması, kendi alanında uzmanlaşması bizleri ateşin ve doğanın efendileri konumuna yaklaştırdı, mızraklarımızın ucunu yakarak sertleştirdik ve dar kayalardan denizlere kadar pek çok yerde hükmümüzü diğer memelilere tanıttık.
4) Tarımın bulunması ile başlayan Holosen Çağ önce mahalli güçlere, savaş lortlarına ve tiranlara yol açmışsa da yüksek kaynağa ve gıdaya erişim, küresel olarak gittikçe zenginleşen Dünya’yı doğurdu ve bu da sürekli olarak her neslin bir öncekinden daha iyi beslenmiş ve daha eğitimli olabileceği bir Dünya yarattı. Sümerler, Persler, Romalılar, Çinliler, Mısırlılar ve Yunanlar yükselmeye, daha da yukarı bakmaya başladılar.
5) Eğitimin ardından kimi krallıklar ve imparatorluklar daha da güçlenmiş, kimileri de yıkılmıştır. Rönesans’ın ardından gelen mantalite, insanlara kendi başlarına da değerli olduklarını, kilise veya kralın kölesi olmadıklarını, onurlu durup kendi var oluşlarını sırtlanmaları gerektiğini öğretti. Aydınlanmanın doğurduğu insan merkezli anlayış olan antroposantrizm insanların hayatları hakkında daha kontrolcü olmalarına ve arzu ettikleri refahı bu Dünya’da kurmak istemelerine neden oldu. İnsanlık artık doğrudan doğruya yıldızlar ve gezegenlerin sarı, mavi ve beyaz ışıklarına bakıyordu. Fransız Devrimi gibi pek çok vaka insan ırkının mental olarak değiştiğinin göstergesiydi, genel halk da eğitime ve hayata katılabildiği için Dünya daha hızlı dönmeye başlamıştı.
6) İnsanlar, yarattıkları büyüme merkezli ekonomilerin ardından oluşan damlama ekonomisi adı verilen sistem sayesinde yavaşça en fakir tabakaları ölme, hastalık kapma ve eğitimsiz kalma durumundan uzaklaştırdı, alt tabakadan da gelen sanayici, bilim insani ve sanatçılar her anlamda insanlığı daha ileriye götürmeye başladı. Endüstri devrimi sonrası bütün ülkelerde çocuk ölümleri yıldırım gibi çakılmaya başladı, birbiri ardına aşılar, iğneler ve tedaviler bulundu ve hekimlik mesleğinin zirvelerinin tatbiki yerine getirildi. Okuma yazma oranları sabırla yükseldi, yükselen eğitim daha komplike işlere erişen kişi sayısını arttırdığı için ülkelerin genel zenginliği ve gerçekleştirebildikleri üretim de yükseldi, bu sayede ucuzlayan mallar en alt tabakanın da ayakkabı, giysi ve beyaz eşya tarzı gereçlere ulaşmasını kolaylaştırdı. Köyler de gittikçe şehirlere benzer hâle geliyordu böylece.
7) İnsanlar daha endüstriyel olan şehirlere göç ettikçe ortaya çıkan dev enerji yumağını kaldırabilmek için daha inovatif sistemler geliştirildi ve makineleri daha çok kullanmaya başladılar. Artık para yatırmak, sipariş vermek, çöp almak ve borsa indikatörlerini okumak gibi işler gittikçe makinelere kalmaya başladı. Makineler ve zekâları gittikçe artmaya, hatta her sene neredeyse ikiye katlanmaya başladı. (Moore Yasası)
Artık makine demek fabrika bantları demek değildi, artık makine gözlerinizin içine bakabilen ve yavaşça gözlerini yukarı kaldırmaya başlayan bir şey haline geliyordu. Makineler düşünüyor, makineler zekileşiyor ve makineler artık görüyordu. Bu sayede bir noktadan sonra bizim elimizle gelişemeyecek hâle gelmeleri, tekillik noktasına tırmanmaları kaçınılmaz bir hale geliyor. (Kurzweil’a göre 2040 ve sonrası) Artık bu çağda gözlerin büyüsü kalkmış, sensörler ve yapay retinalar körlere ışık olmuş, patlama mağdurlarına yapay çene ve kemikler nakledilir hale gelmiş, meşhur “Blut und Boden” mantalitesi çökmeye başlamıştı zira ne kanın, ne de toprağın büyüsü geçmektedir bugün.
8) Tekillik sonrası dönemde ise insan vücudunun kırılmaz zorluğu aşılacak, bundan sonrası insanin politik ajandasına kalmış olacaktır. Büyüsü kırılmış kan, kemik ve toprak aidiyeti, bize biyolojik hapishanenin ve nörokimyasal sınırların ötesinde güncelleme imkânları doğuracaktır. İnsanlık dikey hidroponik sistemler ile toprağın gıda tahakkümünü, yapay et ile de ölümün ve metan gazının tahakkümünü çökerteceği için artık nesillerimiz kontrol edemediğimiz mevsimlerden çektiğimiz kuraklık yüzünden Antik Çin’de bir hasat yokluğunda dahi kırılan şehirlerin seviyesinde gıda kıtlığı yaşanmayacaktır. Zira daha şimdiden Londra metrosunun altı mor LED ışıklarla döşenmiş ve Londra ahalisi için gıda üretmeye başlamıştır bile. Bir noktadan sonra bedenimiz ve ihtiyaçları dahi opsiyonel olduğunda hepimizin bir açmaza düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Önümüzde iki yol kalmış olacak, ölüme ve sağlığa giden yollar. Seçim hürriyeti ve sorumluluğu ise yalnızca bizim omuzlarımızda olacaktır.
İnsanın Makineleşmesi Üzerine Bir Savunma:
Sıklıkla insanın doğadaki konumu yanlış anlaşılmıştır, insan doğanın üstünden uçarak gelmiş ya da bugünkü elbiselerinin içine irticalen girmemiştir. Benim fikrim alınırsa 12.500 yıldır düzenli şekilde gelişen insan medeniyetinin şu an bulunduğu konum arpa, mızrak; ekmek ve tüfekle yaratılmıştır. Gelişerek, zaman içinde taşın üstüne taş koyarak çağlar atladık ve bir noktadan sonra doğadaki hastalıkları engelleme ve geri çevirme kudretine malik hale geldik, binalar dikip içlerini hekimlik sanatları ile doldurduk ve binalar dikip içlerini ruhlarımızı besleyecek şeylerle bezedik.
Gün geçip Dünya bir karanlığa bir aydınlığa bulanıyorken hepimize bir seçenek gelecek eninde sonunda. Bugünün şartları da daha iyi hale geldiğinde bizler vücudumuzla ne yapmamız gerektiğine karar vermek zorunda kalacağız. Daha şimdiden kangren olan, soğuktan donan veya tıbben ampute edilmesi gerektiği için kaybedilen uzuvları biyonikleri ile değiştirebiliyoruz.(1)
Ancak projeksiyonların öngördüğü üzere pek yakında vücut geliştirmeleri deri altı implantları ve kalp pilleri gibi salt medikal gayelerle kullanılmayacak, eğlenceden kültürel etkinliklere kadar her alanı etkileyecektir. Şimdiden Circus Roncalli isimli bir sirk, geleneksel fil gösterileri yerine zulümden arî holografik fil gösterileri düzenlemeye başlamıştır. Gelecekte kullanılan AR lensler, gözlerimizi ileri götürmekle kalmayacak, onları yeniden tanımlamamıza da neden olacaklar. Peki, soruyorum size, bütün bu gücün ve sıhhatin sonu nerededir? Kolları, gözleri, kalbi, ciğerleri ve beyninde geliştirmeler bulunan bir insanın taksonomik adı doğada yaşayan insanla aynı olabilir mi? Genetik olarak düzenlenmiş bebekler yapay rahimlerinden çıkıp aramızda yürüdüklerinde onların tıpatıp aynısı olan bizler, onlara Homo Sapiens diyebilecek miyiz? Peki, siz bu insanlara ve onların bedenlerini geliştiren makinelere, daha doğrusu bu ilk siborglara(2) ne olarak yaklaşacaksınız? Onlar H. Sapiens’in kollarına mı ait, yoksa onlar yepyeni bir ağacı, H. Deus’u mu filizlendiriyor? Bu Dünya’nın geleceği hanginize ait?
İşte kader burada başlıyor, eğer bu geliştirmeleri alıp daha uzun yaşarsanız gen havuzunda daha uzun süre kalırsınız ve eğer almazsanız doğal vaktiniz geldiğinde veda etmeniz gerekir. Her iki senaryoda da görebileceğiniz üzere biyolojik insan sonbaharını yaşıyor. Son yapraklar dökülürken, bedeninize bir bakın, doğuracağınız çocuğun, hastalık, depresyon ve deliliğe bağışık olarak doğmasını istemez miydiniz? Onun potansiyel acılarını dindirmek ellerinizde iken bunu reddedilecek misiniz? Otistik çocukların beyinlerine beyin-bilgisayar ara yüzleri ile dokunulduğunda ve belki de ilk defa dışarı ile tam iletişim kurabildiklerinde onların artık H. Sapiens kalamayacağının aşikâr olduğunu görmenizi istiyorum.
Siz gerçekten bir seçim yapmak zorundasınız. Ancak siz bu seçimi kimin lehine kullanacaksınız? Ölümün, hastalığın ve acının mı yoksa kendinizin mi? Eğer ikinciyi seçmişseniz kendinizi Homo Sapien olarak tanımlama şansınız olmayacağını itiraf etmek zorundayım, siz daha üste, Homo Deus’a bir adım atmış ve post-insan filizine bir damla su olmuş olacaksınız. Daha şimdiden Homo Economicus gibi isimler alan bizler vücutlarımızı geliştirdikçe Theseus Gemisi misali daha az eski halimize benzeyeceğiz, ancak tek bir farkla: bizim değişen parçalarımız eskilerinden daha iyi olacak. O kadar ki doğal koldan fazla direnen, kas kaybı yaşamayan kollar, zehirli gazı filtreleyen biyonik akciğerler, eğrilmez omurgalar ve başka beyinlere temas etmenize imkân verecek beyin-bilgisayar ara yüzleri sayesinde aşkınlaşmak kaçınılmaz olacaktır.(3)
Nasıl çakmak kullanan bir insan, ateş yakamayan bir insana galebe çalarsa, ateşi elleri ile kontrol edebilen bir insan da bunu aletle yapana galebe çalar.
Peki, makineleşmek tabiri sizi korkutuyor mu? Duygusuzluk ve sevgisizlik aklınıza geliyorsa tabii ki korkmanız normal, zira kolay kolay kimse bunu arzu etmez. Çünkü çoğumuz için beynimiz basit bir kompütasyon aleti olmaktan çok tecrübelerimiz ve hislerimiz için bir kapı. O, aşk ve kızgınlığa düşmemizin, gondolda hızla çarpan kalbimizin ve görmüş olduğumuz ilk kurbağa yavrularında heyecanlanmamızın tek müsebbibi. Bu yüzden onsuz olmak istemiyorsanız gayet haklısınız, lakin size bunun yokluğunun vaadinde kimse bulunmamıştı ki.
En transhümanist senaryolarda, beynin makineye aktarılması durumunda bile tam beyin emülasyonu denilen şey arzulanıyor. Sizi veya kendilerini, kollarını ahmak gibi sallayan bir emir komuta zinciri parçası yapmak gibi bir şey zaten kimsenin gayesi değildi. Neden bunu böyle düşündüğünüzü biliyorum, zira bilimkurgu ile kendimizi en büyük kâbuslara hazırlıyoruz, ancak yine aynı bilimkurgu bizim için rüyalar ve kâbusların gördüğü biyolojik işlevi görüyor, biliyor musunuz bilemem lakin bazı bilim insanlarına göre rüyalar bizi bir nebze olsa da gerçekliğe hazırlayan şeyler, çünkü orada gördüğünüz kâbuslar ve hayaller sizin bu Dünya ile ilgili hislerinizi ve tavrınızı değiştiriyor, korku basitçe hayatta kalmanın anahtarıdır, dodo kuşları bunu doğrular niteliktedir, gidip kemiklerine sorun.
Artık Sigourney Weaver’ın oynadığı filmlerin sayesinde bulduğumuz her xeno canlı yumurtasına sarılmamamız gerektiğini biliyoruz. Tebessüm ettirecek veya korkutacak pek çok senaryoyu gözlerimizle izledik ve daha nicesini de okuduk. Bilimkurgu bizim kehanetimiz ve tedbirimiz, bilimkurgu bizim kâbuslarımız, bütün bu kâbuslarımız bize önlem almamızı söylüyorsa kâbuslara kızacak değiliz, bu sayede bütün kontrolü bir makineye vermemeyi Skynet’i doğurmadan öğrendik. Hoş, tabii bütün gücü ele geçiren insanlar makinelere defalarca rahmet okuttu ama yine bizim korkumuz robotların devralması bu Dünya’yı.
Toparlamam gerekirse kimse kendini bir kovana bağlayıp bir drone yapmak için istemiyor bu sağlık ve kudret geliştirmelerini, gözlerimizle gördüğümüzü, aklımızla hissettiğimizi ve parmaklarımızla dokunabildiğimizi geliştirmektir arzumuz. Olduğumuzdan alta düşmek ya da köleleşmek değil, aksine biyolojik hapishaneyi kırmaktır yegâne dileğimiz, estetik hislerimiz için değil, otistik çocuklara dokunabilmek için, acılarımızı solgunlaştırabilmek için, evrenin entropisinin neşemizi ve sağlığımızı çürütmemesi için, ekstropiyi gerçek kılabilmek için, belki de evrenimizin termal ölümünden dahi kaçabilmek için istiyoruz bütün bunları. Yaşlanma karşıtı telomer tedavilerinden başlayan ve soğuktan patilerini kaybeden sokak kedilerine titanyum pati, gagasız kartala üç boyutlu yazıcıdan çıkma bir gagaya giden bir bilim arzusundayız ve elbette ki kavuşacağız da buna. Eğer hürriyetimiz ve kendi üzerimizdeki otonomimize balta vurulmazsa hepimiz bir adım ötedeki basamak taşına bakıyoruz. Ancak elbette ki bu arzumuza ve bilime karşı gelecek çok kimseler vardır. Yine de bu, bireyin kendi iradesi ve kararı olmasına rağmen bu arzunun yerine getirilememesi, kişinin kendi bedeni üstündeki hakkını kullanmaya muktedir olmaması, kendi vücudunun veya bir parçasının yönetiminin başkasında olması apaçık bir insan hakkı ihlalidir.
Nihayetinde seçtiğiniz tarafın kefesini aşağı çekeceğiniz için siz bu çarpışmanın hakemlerisiniz, seçim sizindir, toprağın altı veya yıldızların yörüngesi bekliyor sizleri.
Şimdi Sıkça Sorabileceğiniz Sorular kısmına gelelim.
Ya Makineler Kontrolü Ele Geçirip Bizi Yok Ederse?
Bilimkurgu eserleri ve bilim insanlarının çalışmaları aslında bizi olabilecek felaketlere karşı uyarmakta, eğer uyarılarını dinleyip kadir-i mutlak yapay zekâ ve otonom öldürme droidleri yapmazsak, yarattığımız şey insanlığın lehine olacaktır. Unutmayın ki ilk kudretimiz olan ateşte pişenlerle insanlar beslendi ve bir insan olan Bruno yandı. Sadece o da değil, Bruno gibi onbinlerce insan kazıklara bağlandı yakıldı. Hiçbir teknoloji ve bilgi yoktur ki kötü akıllar tarafından istismar edilmesin.
Ancak biz ateşi yasaklamadık, bu yüzden de kışları zatürree geçirmiyoruz. Bizler kâniyiz ki insanlık için en iyisini doğuracak olan yine bilimdir, bu yüzden bizim inancımız ve sempatimiz ona dönüktür, ondan korkmaktan ziyade onu arzuluyoruz, bundan mütevellit de böyle bir korkuya yüreğimizde yer veremiyoruz. Ancak yine de varlığınız ve karşıt bir cephe oluşturacaksa eğer, öyle olabilmeniz hepimiz için daha iyi, eleştirel beyinler daima zarardan çok yarar getirecektir, yeter ki endişelerimiz ve uyarılarımız rasyonel olsun, bu neo-ateşi yasaklamayı istemeyelim.
Peki Kaybedeceklerimiz?
Bütün bu geliştirmeler ve onların güncellemeleri bir paket halinde gelmeyeceği için doğrudan T-800 olmamıza gerek de imkân da yok, çeşitli bölgesel geliştirmeler alabilir veya bunları sadece kriz anlarında kullanabiliriz. Yine de ister Alcor Yaşam Uzatma Derneği’ndeki nekromansi olsun istersek sadece kaybedilen bir parmağın geriye dönüşü olsun bu kişinin kendi arzusudur ve bedelini madden ve manen ödeyecek olan odur. Kimse kimseyi geliştirme alması için zorlayamaz, zira bu da bir insan hakki ihlali olacaktır. Bu yüzden “kaybetmek” istemezseniz kaybetmezsiniz. Hoş, kaybedeceğiniz şey çiçek hastalığından kör olan bir vücuttan başka bir şey değil ama kararı sizden başka kimseye kalmış değil.
Ancak öte yandan kimse de geliştirilmiş kişilerle rekabet edemeyeceği zekâ gibi alanlardan dolayı bu teknolojiyi yasaklamaya kalkmamalıdır, elbette ki bütün bu gelişmeler traktörün vasıfsız tarla işçisine yaptığı etkiyi yapacaktır. Tarla işçisinin lehine zamanı durdurup her şeyi bekletmektense işçinin başka bir alana gitme vaktinin geldiğini kabul etmemiz gerekir.
İnsana Çok Mekanik Bakmıyor musun? İnsan Daha Ruhani Bir Varlık, Bunu Atlamıyor musun?
Pek çok iddianın aksine ruhî varlığımız onca “çabaya” rağmen kanıtlanmış değil, maalesef ki ilahi bir spekülasyondan başka bir şey olarak göremiyorum bunu da, gözümde ana kartı yanmış bir bilgisayar ve beyin ölümü gerçekleşmiş bir insan arasında bir fark yok, geri döndürülebilmelerini isterdim sadece.
Senden farklı olarak benim için insan anlayabilen ve gelişebilen bir hayvan ve süreçleri sıklıkla hastalıklar ve acılarla bölünüyor, Hawking ve Sagan gibi üstün beyinlerin yaşlanıp çökmesi bana daima trajik geliyor, onların da insanlığın da buna reva olduğuna inanmıyorum. Ben ne olursa olsun spekülasyonlardan ziyade gerçekliğin kendi doğasıyla yüzleşeceğim için problemlerim, hayata ve insana bakışım bu yönde oluyor. Ben bir pozitivistim, benim gördüğüm dünya bu.
Ayrıca ben yaşamı olumlayan ve geliştirmek isteyen hürriyetçi ve bireysel bir ideolojinin mensubu olarak aslında bunun senin veya benim ikili ilişkilerimizde veya daha toplumsal olan profesyonel bağımızda bir soruna neden olacağına inanmıyorum.
Sence Beyin Gerçekten Kopyalanabilir mi? Tam Beyin Emülasyonu Gerçekten Mümkün mü?
Dürüst olmak gerekirse nörolog olmadığım için buna doğru cevap vermem mümkün değil, doğru cevap verirsem bile kör bir cevap olmuş olur bu, zira ortada nörologların bir kısmı mümkün görüyorken diğer kısmı bunu tasavvur etmeyi bile manasız buluyor, bu yüzden ben daha ziyade sivil hak aktivistliğinde görüyor olurum kendimi böyle bir senaryoda.
Alabileceğim tüm geliştirmeleri özgürce alma taraftarıyım sadece.
Peki Bütün Bunların Sonunda “İnsan” Olabilecek miyiz?
Theseus’un Gemisi örneği hakkında yazdığım kısma birkaç kelime daha eklemem gerekiyor sanırım. Bu paradoksa göre bir geminin her parçasını yavaşça değiştirirsek ve sonunda her parça değişirse bu hâlâ aynı gemi olacak mıdır sorusu önemlidir.
Başta sonda varılan nokta farklı gibi görünür ancak her gelen parça önceki parçanın yerini almakta ve gemi gövdesinin toplam bütünlüğüne destek olmaktadır, her gelen parça o gemi olmaktadır aslında. Kollarımız, gözlerimiz ve ciğerlerimiz değişse de, bütün nörokimyasal sınırlar kırılsa da hâlâ ağacımızın kökleri hâlâ Dünya’da, hepimiz hâlâ Homo türüyüz. Evet, hepsinin sonunda hâlâ insan olacağız.
Bütün Bunlar Çok Fütüristik Geliyor, Bunların Olacağından Emin misin?
Kurbağa ve ısınan su hikâyesi gibi bakıyorum buna, kaynayana kadar içinde yaşadığın teknolojiyi fark etmeyeceksin, ancak defibrilatörler her gün nekromansi uyguluyorsa ve sen küresel ağa bağlanıp bu metni başka bir lokasyondan anlık olarak erişilebilir hale getiren aletlerin ile okuyorsan bütün bu dağıtım süreci sandığından çok daha hızlı olacaktır demek.
Peki Ya Bütün Bunlar Benim Sosyo-Ekonomik Durumuma Göre Değilse, Ya Bunların Dışında Kalırsam?
Elektrikli ampul ilk bulunduğunda sadece zenginlerin evlerini aydınlattı, ardından endüstri zinciri bunu her yere dağıttı, 50-60 yıl geçmeden insanlar bunu büyük bir istekle sahiplendi. Diğer her türlü teknoloji de öyle oldu, radyo, telefon, kalp pili ve otomobiller herkese yayıldı ve her biri bir önceki teknolojiden kat kat hızı yayıldı, modern cep telefonu konseptinin 2007-2008 yıllarında doğduğunu ve bugünkü akıllı telefon endüstrisinin market hacmini ve yayılımını kontrol et, insanlar sesten hızlı şekilde erişiyorlar teknolojiye.
Patent bürolarındaki bürokrasiye takılmazsa sandığından çok daha kolay, her cebe göre seçenekleri olarak güncellemeler doğacaktır, alternatifler rekabeti arttıracağı gibi monopollüğü de kırıp sana daha uygun fiyatla istediğini getirebilecektir, hatta özel sağlık sigorta şirketleri de bir noktadan sonra medikal augmentasyonları mecburen poliçelerine dâhil etmek zorunda kalacaktır.
Eğer Post-İnsan Olursan Mutlu Olacak mısın?
Hayır, cenneti aramıyorum, daha iyisini arzuluyorum sadece. Ben yalnızca istediklerimi yapacak ve kendi hayatımı tamamlayacak kadar yaşamak istiyorum, kendi hayatımı tamamladıktan sonra kendi arzumla vefat etmek daha doğru bulduğum bir şey olurdu sadece. Belki de asla bunu seçmem, ama insanım sonuçta, doğam daha iyisi için beni kırbaçlayacak daima, hepimiz dopamin bağımlısıyız.
Ezcümle, siz otururken Dünya gürüldeyerek dönüyor.
Çok yakında bir taraf seçmeniz gerekecek.
Hazırlayan: Hüseyin Şimşek
Dipnotlar:
- Fiyat listesi: Koldan ampute edilmişler veya sakat kalmışlar için kollar | Ayrıntılı bilgiler. (Videoyu izlemenizde fayda var)
- Neil Harbisson(35): Renk körü, Dünya’nın ilk resmi siborgu, gizli bir operasyon ile kafatasından içeriye, beynine bir anten taktırmış bir biyohacker ve artık bu anten sayesinde renkleri algılamaktadır. İki türün birleştiği ilk insandır, resmi statüsü “cyborg” olarak geçen tek kişidir. Hayatını araştırmanızı tavsiye ederim.
- Beyin-Bilgisayar Arayüzleri.
- Bacakları ampute olanlar için bacakları kesilen siborg bir dağcıdan umut çağrısı:
- Stokları tükenmiş kas sensörleri, tendonlar ve alıcılar.
- Yapay retina: 1 | 2
- Yapay kemikler
- Yapay akciğer deneyleri başarılı oldu:
- Sağırlığın tedavisi gen düzenlemesinde:
- İnsan-hayvan melezi çalışmaları Japonya tarafından onaylandı: