Güneş Sistemi’nin kızıl gezegeni Mars, mitolojilerde savaş tanrılarıyla özdeşleştirilir. Nergal, Ares, Mars, İndra, Tyr gibi tanrılar aynı zamanda yıkımı ve ateşi de temsil eder…
Kızıl rengini yüzeyinde yoğun olarak bulunan demir oksitten alan Mars, ezelden beri savaş tanrılarıyla ilişkilidir. Herhâlde insanlığın ortak belleğinde kendine yer bulan bu eşleştirmede, Mars’ın ateşi ve kanı çağrıştıran renginin de rolü vardır.
Mars denince akla gelen ilk tanrı, bu gezegene ismini veren Roma tanrısı Mars ise ikincisi de Antik Helen yani Yunan mitolojisinin pek de sevilmeyen figürlerinden biri olan Ares’tir. Bakmayın sevilmediğine, Ares aslında önemli bir konumdaydı. Baş Tanrı Zeus ile tanrıça Hera’nın oğluydu ve tanrılar âlemindeki hiyerarşinin en üst basamağında yer alan 12 Olimpos tanrısından biriydi. Olimposlu tanrılar hakkında herkesin zihninde bir görüntü vardır. Onlar Olimpos denen yüce bir dağın zirvesinde yaşayan ve yeryüzüne hâkim olan en önemli tanrılardı. Ares güçlüydü, ama gücü zekâdan ziyade fiziksel üstünlüğünden geliyordu. Çok uzun boylu ve iriydi, ama her an kandırılabilir ve yenilebilirdi.
Babasının Bile Sevmediği Tanrı
Homeros’un İlyada Destanı’ndaki anlatımı da Ares’in diğer tanrılar tarafından pek de sevilmediğini gösterir. Mesela Trakya Kralı Diomedes, Troya önlerinde tanrıça Athena’nın da desteğiyle Ares’i yaralar ve Ares hemen savaş meydanından çıkıp babası Zeus’un yanına gider. Zeus’un da savaşın ve yıkımın kişileştirilmiş hâli olan oğlunu pek sevmediğini Homeros’un Zeus’un dilinden yazdığı şu dizelerden anlarız:
“Böyle ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek. / Olimpos’ta oturan tanrılar arasında benim iğrendiğim tanrısın sen, / hep hırgür, kavga, savaş işin gücün, / ele avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum anadan gelme sana, Hera’dan, / ben de ona zorla dinletirim sözümü.”
Babası Zeus’un kafasından zırhıyla ve kalkanıyla doğan bilgelik, zekâ ve savaş tanrıçası Athena ile savaş tanrısı Ares mitolojik anlatılarda hep birbiriyle çatışan iki figür olarak gösterilir. Bu çatışmada galip gelen her daim Athena’dır. Çünkü Athena zekâ ve stratejiyle yapılan savaşı, Ares ise körü körüne girişilen kontrolsüz savaşı ifade eder.
Aşkla Savaş Yan Yana Gelince…
Ares’in Aşk Tanrıçası Aphrodite ile yaşadığı macera da mitolojide kendine yer bulmuştur. Aphrodite, demirci tanrı Hephaistos ile evliyken Ares’le birlikte olur. Aldatıldığını fark eden Hephaistos, iki sevgiliyi utandırmak için hemen bir plan yapar. Ares ile Aphrodite birbirlerine sarılır sarılmaz Hephaistos’un yaptığı bir ağa yakalanırlar. Asla çözülmeyecek zincirlerden oluşan ağın içinde sıkışırlar ve ilişkileri tanrıların da malumu olur. Büyük utanç duyan Ares, bu olaydan sonra Trakya’ya gider. Trakya Eski Çağ’da savaşlarıyla ve çatışmalarıyla meşhur bir yerdir. Tam da Ares’e göredir yani. Ares ile Aphrodite’in yaşadığı macera, aşkla kontrolsüz ve zekâdan yoksun şiddetin asla uyumlu bir şekilde yan yana gelemeyeceğinin anlatısıdır belki de.
Mitolojinin kadın savaşçıları Amazonların babası olarak bilinen Ares’in diğer çocukları ise Antik Helen dilinde “korku” anlamına gelen Phobos ile “dehşet” anlamındaki Deimos idi. Kızıl gezegenin iki uydusunun da Phobos ve Deimos adlarını taşıdığını belirttikten sonra Ares’in Romalı muadili olan Tanrı Mars’a geçebiliriz. Kızıl gezegene adını veren Roma tanrısı Mars, kökeninde Romalıların tarım tanrısıdır. Zaman içinde Helenlerin savaş tanrısı Ares’in özelliklerini de kendinde toplayarak Roma’nın savaş tanrısına dönüşmüştür. Bu dönüşümün temelinde ilk başlarda kırsal yaşamın hâkim olduğu Roma’da daha sonra savaşçı ve yağmacı zihniyetin önem kazanması vardır. Savaşın kutsanması Mars’ın da savaş tanrısı olarak önem kazanmasını beraberinde getirir.
Nergal’den İndra’ya…
Peki, diğer mitolojilerde Mars gezegeni hangi tanrılarla temsil ediliyordu? Mezopotamya’da yer altı ve savaş tanrısı Nergal, Mars gezegeniyle ilişkiliydi. Yer altı ve ölüler âleminin tanrıçası Ereşkigal’in eşi olarak bilinen Nergal, salgın hastalıkların, yangınların, ateşin tanrısıydı ve savaşçı yanıyla ön plandaydı. Mezopotamya tanrısı Nergal, Anadolu’daki ilk merkezi krallığın kurucusu olan Hititler tarafından da tanınıyor ve saygı görüyordu. Öyle ki, Hititlerin başkenti Hattuşa yakınındaki Yazılıkaya Açıkhava Tapınağı’nın B galerisinde Tanrı Nergal’i görmek mümkündür. Kayaya üst kısmı insan, alt kısmı ise yere saplanan bir kılıç formunda resmedilen Nergal, bu görünümüyle hem yer altı hem de savaş tanrısı özelliklerini yansıtır.
Hindu tanrısı İndra da savaşçı yönü ve ejderhaları öldürmesiyle Mars gezegeniyle direkt ilişkilendirilen tanrılar arasındadır. İskandinav savaş tanrıs Tyr ve Germen savaş tanrısı Tiwaz da Mars’la ilişkilidir. Orta Asya Türklerinin yaşamında da Mars’ın önemli bir yeri vardı. Türkler kırmızı renginden dolayı bu gezegene “Kızıl Parça” anlamında “Bakır Sokum” dediler. Anadolu’da “Işıklı, parlak, korkunç ateşli” anlamında Yaldırık diye geçen Mars’a Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde Kürüd ismiyle rastlanır.
Bu yazıyı sonlandırmadan önce sizlere bir dairenin sağ üst tarafındaki yukarı bakan ok işaretinden oluşan Mars sembolünü hatırlatmak isterim. Bu sembolün savaş tanrısı Ares’in kalkanıyla mızrağını temsil ettiği düşünülür. Kimilerine göre ise Mars sembolü erekte hâldeki bir erkeklik organını gösterir. İki yorum da Mars’ın ve onunla ilişkili tanrıların doğasıyla uyumlu. Şiddet dolu, dizginlenemez erkekliğiyle harp meydanının ortasında naralar atan savaş tanrıları toprağı, dünyayı hâlâ Mars kırmızısına boyamayı sürdürmüyor mu? Gökyüzünde gördüğünde kızıl gezegene dikkatle bakın, siz onda hangi savaş tanrısını görüyorsunuz?