Güneş Sistemi’nin en sıcak gezegeni Venüs, mitolojilerde aşk ve güzellik tanrıçalarının sembolüdür. Venüs’ün yeryüzünden gözlemlenen hareketleri ise bu gezegenle ilgili mitolojik anlatıların temelini oluşturur.
Venüs, kelimenin tam anlamıyla bir cehennem. Sıcaklığın yüzeyde 425 °C’yi bulduğu bu gezegende yaşamanın imkânı yok. Güneş’e yakınlık bakımından ikinci sırada olan Venüs’ün sıcaklık konusunda ilk sıraya yerleşmesinin nedeni ise sülfirik asit ve karbonmonoksit bulutlarıyla dolu olan atmosferinin Güneş’ten gelen sıcaklığı hapsetmesi… Bu gazların yarattığı sera etkisi nedeniyle cehennemi bir ortama sahip olan Venüs, mitolojilerde ise aşk ve güzellik tanrıçalarıyla özdeşleştirilmiş. İnsanlık, sabah ve akşam vakti ufukta pırıl pırıl parlayan bu gezegenin uzaktan görünüşüne bakıp, onu güzelliğin sembolü olarak benimsemiş.
Sabahları Güneş’ten de önce ufuktaki yerini alan, akşamları da yine gökte ışıltılar saçan Venüs, adını güzellik tanrıçasına Romalıların verdiği isimden alır. Evet, Hellenlerin Aphrodite dediği aşk ve güzellik tanrıçasının Romalı muadili Venüs’tür. Ancak biz Hellenlerden ve Romalılardan evvel eski Mezopotamyalıların Venüs gezegenine mitolojilerinde nasıl yer verdiklerine bakalım.
Venüs’ün Sekiz Yıllık Döngüsü

Sümerler Venüs gezegenini aşk, cinsellik, bolluk ve bereket tanrıçası İnanna’nın sembolü olarak kabul etmişti. Sümerlerden sonra gelen Akad, Babil ve Asur halklarının İştar dediği İnanna, Sümerlerin en önemli tanrıçasıydı. En büyük tapınağı olan Eanna, Sümer kentlerinden Uruk’ta bulunuyordu. İnanna, Sümer topraklarının veriminden, bitkilerin büyümesinden ve hayatın devamlılığından sorumluydu ve tüm bu özellikleriyle ana tanrıça arketipine karşılık geliyordu.
Bir anlatıya göre, Sümerlerin Gök Tanrısı An’ın (Anu), başka bir anlatıya göre ise Ay Tanrısı Nanna’nın (Sin) kızı ve Güneş Tanrısı Utu’nun (Şamaş) kız kardeşi olan İnanna’nın göksel sembolü, Venüs gezegenini temsil eden sekiz kollu yıldızdır. Peki, neden Venüs sekiz kollu yıldızla gösterilmiştir? Bunun nedenini Venüs’ün Güneş etrafındaki dönüşünde aramak gerekir. Venüs gezegeni sekiz yıllık döngüsünde Güneş’in etrafında beş kez döner. Hem Sümerler hem de Sümerlerden sonra Mezopotamya’da uygarlık kuran Akadlar, Asurlar ve Babilliler gökyüzünü gözlemliyordu. Venüs’ün gökyüzündeki hareketlerinden yola çıkarak da tanrıçalarına Venüs gezegenini ifade eden sekiz kollu yıldız sembolünü yakıştırmışlardı.
Göğün Fahişesi İnanna ya da İştar

Şimdi gelin biraz da İnanna’nın Venüs’ün doğasıyla uyumlu öyküsünden bahsedelim: İnanna’nın birkaç lakabı vardı ve bunlar arasında ilk akla gelenler “Göğün Hanımı” ve “Göğün Fahişesi”ydi. İnanna, kutsal fahişelerin tanrıçası ve koruyucusuydu, hatta kutsal fahişenin ta kendisiydi.
Eski toplumlarda bolluk ve bereket her şeyin üstündeydi. Ne de olsa bu toplumların var olabilmeleri tarıma, yani toprağın bereketine bağlıydı. Atalarımız toprağı evrensel bir anne olarak gördü. Sonuçta toprak da tıpkı kadın gibi doğurgandı, bereketliydi. Ancak toprağın ürün verebilmesi için Güneş ışığına ve yağmura gereksinimi vardı. Bu yüzden eski insanlar toprağı güneşiyle ısıtan ve yağmuruyla dölleyen gökyüzünü de tanrı olarak benimsedi. Hayatın ve insan soyunun varlığını sürdürebilmesi gök ile yerin yani tanrı ile tanrıçanın birleşmesine bağlıydı. İşte Kutsal Evlilik ritüellerinin ve Kutsal Fahişeliğin temelinde yatan düşünce budur. Dinler tarihçisi Mircea Eliade’nin de kitaplarında belirttiği gibi, toprağın verimini sürekli kılmak için doğanın işleyişine katkıda bulunmayı seçen atalarımız, her sene bahar geldiğinde tapınakta Kutsal Evlilik ritüeli icra ederdi. Bu ritüelde İnanna’yı simgeleyen bir rahibe ile onun kocası Çoban Tanrı Dumuzi’yi simgeleyen bir rahip ya da kral birlikte olur ve böylece uzun süren kış mevsiminin ardından toprağın bahar güneşinin altında uyanıp bereketlenmesi teminat altına alınmış olurdu. Eski insanlara göre, Kutsal Evlilik ritüelinde bir araya gelen İnanna ile Dumuzi’ydi. İnanna’nın bedensiz varlığının tapınak fahişesi ünvanlı rahibenin, Dumuzi’nin ise rahibin ya da kralın bedenine girdiğine inanılırdı. Tanrıyla tanrıçanın cinsel birlikteliği de toprağın yeniden bereketlenmesini sağlardı.
Kutsal Evlilik ritüeli, yılın yarısını yeraltında yani ölüler ülkesinde geçiren Dumuzi’nin yeniden yeryüzüne çıkışının ve akabinde tanrıçayla yeniden birleşmesinin de anlatımıydı. Peki, Dumuzi neden yılın yarısını yeraltında geçirirdi?
Tanrının Doğuşu Kutlu Olsun

Bu soruyu yanıtlamaya İnanna’nın ya da Akadca ismiyle İştar’ın yeraltına inişiyle başlamak gerekir. Göğün Kraliçesi ve Fahişesi İnanna, bir gün kız kardeşi Ereşkigal’in hüküm sürdüğü yeraltına inmeye karar verir. Ancak yeraltının kendine özgü kuralları vardır ve tanrıçalar bile bu kurallara uymak zorundadır. İnanna, yeraltının yasaları gereği, ölüler âlemine yaptığı yolculukta yedi kapıdan geçer ve her kapıda bir giysisini çıkarır. Yeraltı tanrıçası olan kız kardeşi Ereşkigal’in yanına vardığında çırılçıplaktır. Ereşkigal, bir bakışıyla kız kardeşi İnanna’yı öldürür ve cesedini asar. İnanna’nın yeraltından dönmemesi üzerine yardımcısı, diğer tanrılara haber salar.
Bilgelik Tanrısı Enki (Ea), İnanna’yı kurtarmak için yeraltına inebilecek ruhsuz varlıklar yaratır ve onlara yaşam suyuyla yiyeceğini verir. İnanna, Enki’nin yarattığı bu varlıkların sunduğu içecek ve yemekle yeniden dirilir, ama İnanna’nın yeraltından kalıcı olarak çıkması için kendisinin yerine yeraltına inecek birini bulması gerekmektedir. Nihayetinde tanrıça, yeraltı cinlerinin refakatinde yeryüzüne çıkıp kendisinin yerine karanlık âleme inecek birini aramaya başlar, ama kimseye de kıyamaz. Sonunda kocası Çoban Tanrı Dumuzi’nin yanına geldiğinde acı gerçekle karşılaşır. Dumuzi, karısının yasını tutmak yerine gülüp eğlenmektedir. Çok sinirlenen İnanna, yeraltı cinlerine Dumuzi’yi yeraltına götürmelerini söyler. Ancak daha sonra Dumuzi’nin kız kardeşinin yakarışlarına dayanamayarak yılın yarısını Dumuzi’nin, diğer yarısını ise kız kardeşinin yeraltında geçirmesini kabul eder. Dumuzi, yeryüzüne çıkınca da onunla birleşir ve toprak uyanıp, bereketlenir.
Yedi Gün Kaybolan Venüs

İnanna’nın yeraltına inişi mitinin de Venüs’ün gökyüzündeki hareketiyle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Venüs gezegeninin, ufuk çizgisinin altında kalıp yedi gün boyunca gökyüzünde görünmediği dönemler vardır. İşte bu yedi günlük yok oluş süreci İnanna’nın ya da Sami dillerindeki adıyla İştar’ın yeraltına iniş mitinin astronomik temelini oluşturur. Bu noktada bir parantez açıp bu anlatının psikomitolojik bir yorumu bulunduğunu da ifade etmek gerekir: Buna göre, tanrıçanın yeraltına inişi sembolik olarak kadın erginlenmesine karşılık gelir. Karanlığa doğru yolculuğa çıkan ve dünyevi unvanlarından sıyrılıp kendi gölge yanıyla yüzleşen kadın erginlenerek yeraltından çıkar. Şimdi bu küçük psikoloji parantezini kapatıp yeniden Venüs’ün hareketine dönelim.
Venüs hem sabah hem de akşam vakti gökyüzünde arz-ı endam eder. Sabahları Güneş doğmadan az önce ufuk çizgisinde tüm parlaklığıyla görülmesi, İnanna’nın ya da İştar’ın savaşçı yanıyla özdeşleştirilmiştir. Samiler tarafından İştar adıyla benimsendiğinde savaş tanrıçası özelliği de kazanan İnanna, eski Mezopotamyalılara göre, sabahları ışık saçan kılıcıyla yıldızları yok ederdi. Venüs, akşamları ufuk çizgisinde görüldüğünde ise tanrıçanın bolluk, bereket ve aşkla ilgili yanını temsil ederdi.
Astarte’den Venüs’e

İlk olarak Sümerlerde İnanna adıyla ortaya çıkan, daha sonra Samilerde İştar ismini alan tanrıça, tarih boyunca farklı toplumlarda değişik isimlerle tanındı. Günümüzde Filistin’in bulunduğu topraklara Eskiçağda Kenan Diyarı denirdi ve burada İştar ya da İnanna, Astarte adıyla tanınırdı. Astarte de kutsal fahişelerin tanrıçasıydı ve bolluk, bereket ritüellerinde rahibelerinin bedenine girerek kralla ya da rahiple birlikte olduğuna inanılırdı. Yahudiliğin kutsal metinlerine Aşera adıyla giren tanrıçaya Antik Hellenler ise Aphrodite dedi.
Aphrodite de aynı selefleri İnanna, İştar, Astarte ve Aşera gibi aşk, cinsellik, bolluk ve bereketle ilgilidir. Klasik mitolojide son derece güzel bir kadın olarak tarif edilen Aphrodite’i sanat eserlerinde ise çoğunlukla çıplak ya da yarı çıplak görürüz. İdeal kadın güzelliğinin ifadesi olan Aphrodite de Venüs gezegeniyle ilişkilidir elbette. İlaveten aynı Ortadoğulu selefleri gibi bolluk ve bereket tanrıçası özelliği vardır. Bunu Aphrodite’in doğumuyla ilgili mitolojik anlatıda da görmek mümkün. Kronos, Hellen mitolojisinin ilk kuşak tanrısı olan babası Uranos’un erkeklik organını keser ve Uranos’un denize akan spermlerinden Aphrodite doğar. Kıbrıs Adası’nda karaya çıktığında, Aphrodite’in ayak bastığı yerler yeşillenir. Romalılar Aphrodite’e Venüs dedi. Aşk tanrıçası Venüs ise İnanna ile başlayan aşk, bereket ve cinsellik tanrıçaları silsilesinin son halkalarından biri olarak bu yazının konusu olan gezegene ismini verdi.
Çoban Yıldızı ve Zühre

Eski Türkler Venüs gezegenine Çoban Yıldızı ya da Çolpan derdi. Çoban Yıldızı tanımlaması size de Sümer mitolojisinde İnanna’nın kocası olarak karşımıza çıkan Çoban Tanrı Dumuzi’yi anımsatmadı mı? Bu arada Dumuzi’ye, Sami halklarının yani Akadların, Asurların ve Babillilerin Tammuz dediğini ve bu kelimenin “temmuz”un kökenini oluşturduğunu ilave edelim.
Venüs, Zühre Yıldızı olarak da bilinir ve bu isimle anılmasının temelinde de kadim bir anlatı vardır. Kuran-ı Kerim’de de yer alan bu anlatıya göre, Tanrı iki meleği yeryüzüne gönderir. Bunlar Harut ve Marut adlı meleklerdir. Zühre isminde güzel bir kadına âşık olan Harut ile Marut, bu kadına Tanrı’nın gizli ismini öğretir. Tanrının gizli ismi büyü yapmada kullanıldığı için çok önemlidir. Tabii ki Tanrı, Harut ile Marut’u ağır bir cezaya çarptırır. Zühre’yi ise gökyüzüne yerleştirir. Güzelliğiyle meleklerin bile aklını başından alan Zühre, artık sonsuza dek gökyüzünde parlayacaktır. Venüs gezegeninin diğer ismi olan Zühre hiçbirimize yabancı değil. Cinsel yolla bulaşan hastalıklara, Zühre’den dolayı “zührevi hastalıklar” dendiğini anımsayalım.
Yazı boyunca Venüs’ün kadınlıkla, güzellikle, aşkla, cinsellikle özdeş bir gezegen olduğunu anlattım sizlere. Venüs gerçekte tam bir cehennem olsa da insanlığın kolektif bilinçdışında güzelliğin ve dişiliğin sembolü. Mitolojide, efsanelerde, şiirde, resimde aşk ve cinsellik tanrıçasının ta kendisi olan Venüs’ü ufuk çizgisinde gördüğünüzde tanrıçaların öyküsünü anımsayın. Çünkü Venüs tüm o öykülerin varlık sebebi.